Milenyum çağının en büyük yeniliği; sosyal medya. Kişilerin sosyalleşmesini, eski dostlarını bulmasını, tüm tanıdıklarının günlük durumlarından, fikirlerinden haberdar olmasını sağlaması açısından pratik bir iletişim aracı olarak ele alınabileceği gibi; kişilerin birbirleri hakkında hiç tanımadan, hiç bilmeden, her konu hakkında fikir beyan ettiğini sandığı ancak eleştiri dozunu aşıp hakaret ettiği en üzücü mecra olarak da görülmektedir.
Sosyal medya sayesinde artık her güne, günün gelişmeleri ile başlayıp, ülkemizde ve dünyada sıcak olan gündemi takip edebiliyoruz. Aynı şekilde yine sosyal medya sayesinde gün içerisindeki tüm etkinlikleri, tüm gelişmeleri de takip edebiliyoruz.
Örneğin, şu anda gündemde olan ve İstanbul’da düzenlenmekte olan Mercedes Benz Fashion Week defilelerini, katılımcılarını, tasarımcılarını, modellerini, tasarlananları canlı olarak izleyebiliyor ve sanki o defile alanlarındaymışçasına fikir sahibi olabiliyoruz.
Bu meyanda moda sektöründeki öncülerin, bu kreasyonlar hakkındaki olumlu ve olumsuz görüşlerini de öğrenebiliyoruz. Bu örnekte görüldüğü üzere, sosyal medya her etkinliği, evlerimize kadar taşıyabiliyor ve bu büyük avantajdan hepimiz sonuna kadar istifade edebiliyoruz.
Diğer yandan, başka bir örnek olarak, Şanlıurfa’da bir doktorumuzun başında kaldırım taşı kırılarak dövüldüğünü ve saatlerdir bıkmadan, usanmadan, pek çok farklı karakterde vatandaşımıza hizmet sunmaya çalışan, mesleğini icra ettiği için dövülerek, komaya giren doktorumuza yapılan şiddetten, sanki bizler de Şanlıurfada yaşıyormuş gibi çok kısa süre içerisinde haberdar olabiliyoruz.
Bu bağlamda kısa bir parantez açıp, en üzgün olduğumuz anlarda bize yardım eden sağlık mensuplarına karşı şiddeti kınadığımızı açıkça ifade eder, yıllarını ve gençliklerini saatlerce ders çalışarak geçirmiş olan doktorlarımıza ve onlara yardımcı olmak için gece gündüz yanlarında yer alan hemşirelerimize karşı özverili, destekçi ve anlayışlı olmamız gerektiğinin altını çizmek isteriz.
ÖZGÜRLÜĞÜN KAPSAMI YANLIŞ ANLAŞILIYOR
Ele alınması gereken başka bir sosyal durum ise; tanınmış, yani “ünlü” kişilerin, kendileriyle ilgili tutunduğumuz tavır ve kendilerinin başka olaylar hakkındaki tutumları.
Örneğin, bir kadın sanatçının üç gün de olsa hapse girmesi yönünde bir adli karar çıktığında, kendisine karşı çok ağır eleştiriler yöneltmek gibi. Kendisinin tanınmış bir kadın olmasının, hapis hücresinde tek başına üç gün geçirmesini kolaylaştırmayacağını idrak etmiş olmalı ve empati kurmalıyken, çok ağır eleştiri ve hakaretler ile karşılaşıyoruz. Aynı şekilde bir başka tanınmış kadının, evine haciz gelmesi, boşanması hakkında sürekli kırıcı fikirlerin paylaşıldığını görüyoruz. Halbuki her iki olayın da birebir tanıkları değiliz, birebir konuların içinde yer almış değiliz.
Bizlerle paylaşılan kadarını bilmemize rağmen, sanki önceden kalan husumetimiz varmış gibi istediğimizi yazma özgürlüğünü sonuna kadar kullanmamız, toplumumuzun “ifade ve düşünce özgürlüğünü” yanlış anladığı anlamına geliyor. Zira “ifade ve düşünce özgürlüğü” bir anayasal hak olup, öncelikle anayasa tarafından korunmaktadır.
Nitekim 2004 yılında Avrupa Birliği Uyum Paketi çerçevesinde, muktesebata uygun hale getirilmiş, genişletilmiş ve bu şekliyle de kanunlarımız da yerini almıştır.
Bu nedenledir ki, 15 yıl önce ifade özgürlüğü başlığı altında bu kadar ağır hakaretlerle karşılaşmamız pek mümkün değil iken, günümüzde maalesef özgürlüğün kapsamının yanlış anlaşılmasının sonuçlarını mütemadiyen görmekteyiz.
Gelişen dünya standartları ve ülkemiz yönetiminin vatandaşlarına duyduğu hassasiyetler kapsamında, her konuda olduğu gibi ifade ve düşünce alanındaki özgürlüklerimiz de sonuna kadar genişletilmiş ise de, Anayasa’da yer alan “Temel Hak ve Özgürlükler” bölümü, “diğer kişilerin özgürlüğünün ihlal edilmemesi” ile sınırlanmıştır.
Bu da demektir ki; istediğiniz konu hakkında, istediğiniz kişiye karşı veya istediğiniz konu ve kişiyle ilgili, her tür ifade ve düşünce özgürlüğünüzü kullanabilirsiniz, ta ki, o kişinin şeref ve haysiyetini zedeleyecek sınıra kadar.
Evet, kilit nokta budur. Kişilerin ifade ve düşünce özgürlükleri kanunlarca korunduğu kadar, şeref ve haysiyetleri de aynı hassasiyetler ile pek tabi ki korunmaktadır. Nitekim bu nedenle de, Türk Ceza Kanunu’nda, bu konu ayrı bir bölüm olarak ele alınmış ve sekizinci bölüm kategorisinde “Şerefe Karşı Suçlar” başlığıyla düzenlenmiştir. Kanunda ayrı bir bölüm olarak ele alınmasının yanında, mahkemelerde uygulanan uygulamalar ve Yargıtay’ın konuya ilişkin pek çok içtihadı ile de bu hassasiyet yasal zeminde güçlendirilmiştir.
Şöyle ki, Türk Ceza Kanunu’nun 125. Maddesi aşağıdaki gibidir;
“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
(3) Hakaret suçunun;
- a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
- b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
- c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.
(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.
(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır.”
İlgili Kanun maddesinden anlaşılacağı üzere, öncelikle ilk fıkrada “basit hakaret” olarak nitelendirdiğimiz ve kişiler hakkında rencide edici beyanlar kullanılırken, yazılırken, söylenirken, kanunda karşılığı olan ceza ile karşılaşma ihtimalimizin yüksek olduğu düzenlenmiştir. Örneklendirmek gerekirse; bir tasarımcının kreasyonunu beğenmeyebilir ve bunu açıkça beyan edebiliriz.
Kanunen, bu konuda hiçbir sınırlama bulunmamaktadır. Ancak, beğenmediğimize dair eleştirimizi argo kelimeler ile ifade edersek, kanun bu ifadeleri, eleştirilen kişinin şahsına yönelik hakaret olarak kabul eder ve cezalandırılır.
Yine aynı örneği takip ettiğimizde, beğenmediğimiz tasarımcının yokluğunda/gıyabında eleştirilerimizi, hakaret olarak ifade edersek, diğer bir ifadeyle gıybetini yapmış olursak, tasarımcının yüzüne söylememiş olsak da, söylenenleri duyan 3 kişinin bulunması cezalandırılmamız için yeterli olacaktır.
SOSYAL MEDYADA HAKARET = HAPİS CEZASI
İlgili kanun maddesinin sosyal medyadaki yansıması, ikinci fıkrada yer almaktadır. Nitekim sosyal medyada yazarak veya video çekerek veya sesli paylaşımda bulunarak yapmakta olduğumuz hakaretlere karşı hapis cezası ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Öncelikle agresif üslupların hiçbir zaman, hiçbir konuda ve hiçbir mecrada, herhangi bir çözüm doğurmayacağını belirtmek gerekir. Zaten, tıbbı istatistikler açışından, agresif, aşağılayıcı ve hakaret içerikli konuşan, yazan kişilerin psikolojik olarak ele alınması gerektiği ortaya çıkmıştır.
Hele ki başka nam veya hesap altında, yani “sahte hesap” ile bu suçları işleyen kişilerin, özgüven problemleri olduğundan, kendilerini ortaya çıkarmak yerine kendilerini saklayarak hayatlarını idame ettikleri, bu nedenle psikolojik rahatsızlıkları olduğu düşünülmektedir.
Sosyal olarak değerlendirirsek, öncelikle şu soru ile karşılaşılmaktadır; Neden birine hakaret ediyoruz? Beğenmememizi, sevmememizi ve hatta nefret ettiğimizi aynen ve açıkça yazabiliriz.
Bu ifadeler kanun tarafından bize özgürlük olarak sunulmuş. Ama bunlar neden yetmiyor da, argo ve sinkaflı sözler, küfürler, ölüm tehditleri ve ölüm temennilerinde bulunuyoruz.
Halbuki negatif eleştirileri belirtmeniz için güzel Türkçemiz’de yer alan pek çok kelimenin kullanılması, hem karşı tarafın kul hakkına girmememize, hem de kanunları ihlal edip ceza almamamıza vesile olacaktır.
Özetle, kanunlarca her tür ifade ve düşünce özgürlüğü tarafımıza sağlanmış ise de, sınırın diğer kişilerin kişilik hakları ve özgürlükleri olduğunu unutmadan, kimsenin vebalini almamaya dikkat göstererek, saygılı ve doğru üslupla sosyal medyanın faydalarından istifade etme gayretinde bulunur ve kötü amaçlarımıza sosyal medyayı alet etmektense, sosyal medyanın avantajlarını kullanarak, daha mutlu, eğitimli, bilgili ve entellektüel bireylere dönüşür ve hem kendimize hem toplumumuza daha faydalı oluruz.
Av. Seher Tuba Çevik
stubagokce@hotmail.com