İlk kez böyle bir röportaj yapacağım, ilk kez her şeyi anlatacağım dediğinde de bu kadar çok ve ‘dolu’ konuşacağımızı düşünmemiştim, itiraf edeyim. Ama söylediği gibi oldu. Bugüne kadar okumadığınız ya da duymadığınız cümlelere şahit olacaksınız. Kesip biçmeden, ayıp-aman demeden tüm açıklıklarıyla bizimle Tanju Babacan.
Dindarlaşmak ya da İslam diniyle tanışmanızı öğrenmek istiyorum. Nasıl oldu? Ne zaman başladı?
Kul rabbi ile zaten tanışık. Kal-u bela olayını daha bilmeden önce geçmişe baktığım zaman tanışık olduğunu görüyorum. Çünkü o zamanlara bakıyorum, her tür haltı da edip akşamında veya gündüzünde başım sıkışınca size gelmiyordum, yine rabbime sığınıyordum. O halimdeyken de rabbim rabbimliğinden hiçbir şey kaybetmemişti. Ama o zaman ben fenalardaymışım yoksa; eskiden benim rabbim yoktu diye bir şey yok. Eskiden de rabbim vardı. En kötü şeyleri yaparken dahi avucunuzu açtığınız zaman rabbiniz o zaman da sizin yanınızda elhamdülillah. Ha ben şimdi farklı bir lezzete kaydım. Secdenin lezzetine vardım yani secdenin derken namaz kılmaktan da bahsetmiyorum. Anın yükselişiyle o anda secde etme, başını aşağıya eğip secde ettiğin andaki lezzete geldim. Aslında daha da şımarığım rabbime karşı. Kul olmak ne lezzetli bir şımarıklıkmış. Annen, baban, kardeşin her türlü nazını kaldırıyor, bir de rabbimin kaldırdığı nazlarımıza bakın, sürekli bir naz halindeyiz, sürekli bir şımarıklık halindeyiz, istemelerimiz bitmiyor. Ben artık eskisi kadar isteyemiyorum diye düşünüyorum. Çünkü her vakit iste iste iste, bakıyorum çoğu zaman da boynum bükülüyor. Çünkü ne kadar benciliz! ‘Dünya ve ahiret için bize rahmet et’ derken dünya deyişimizdeki duygumuzla, ahiret isteğimiz arasındaki duyguya baktığınız zaman dahi ne kadar bencilce, ne kadar dünyacıyız, bunu görebiliyorum. Yani secdede olan dünyadayız. Secdede olmayanın dünyacılığı ne durumdadır bilemiyorum tabi.
Bunları ilk nasıl hissettiniz peki?
İlk hissetme diye bir şey yok. İlk Kur’an-ı Kerim okudum. On sayfa.
Hangi sureydi?
Direkt baştan, Bakara suresinden. Bir gün bir arkadaşım ‘Kur’an-ı Kerim okuyorum’ dedi. Bir an şaşırdım, hani benim arada bir Cuma namazına gidişim vardı yine ama onda hiç böyle bir şey yoktu. O arkadaşımın cumaya gitmesi, Kur’an okuması beni etkiledi. O bile merak etmiş, evet dediği doğruydu, hiç okumamıştım. Şimdi muhabbet ettiğim takside, orada burada arkadaşlara okuyup okumadıklarını soruyorum, ‘Hiç okumadım’ dendiği zaman bu taraftan bakınca; ya nasıl okumadın diyorum. Ama öbür taraftan sana da ‘Hiç okudun mu’ dendiğinde; hiç okumamıştım ama ben o tokadı yedim. İnşallah herkes o tokadı yer. Ve okumaya başladım. On sayfa okudum ve asla bana göre değil dedim. Okuyamayacağım dedim. Şeytan büyük ulema. Senden benden almadı sözü Cenab-ı Haktan aldı. Zannediyor musun Şeytan, karını kandırmanla, ticaretinde kötüsünü yapmanla, bu nefislerinle ilgileniyor. Şeytanın ancak çırakları varsa ancak bunlarla onlar ilgilenir. Şeytan -bir sıfır- şunla ilgilenir. Eğer tefekkürde Cenab-ı Hakkı her yerde görüyor, Kelamını yalnızca Kur’an-ı Kerim’de görüyor isek; Kur’an-ı Kerim okutmayarak zaten şeytan görevini yaptı. 1-0 öne geçti. Dolayısıyla on sayfada zaten şeytan bütün celaliyle bana ‘Hadi lan bırak, başka işin mi yok’ dedi. Sonra aynı arkadaşım benim okuyup okumadığımı yeniden sordu. Arkadaşıma çok teşekkür etmek isterim ama Rabbime şükürler olsun ki bir yönü olan arkadaşım değildi bunu diyen. Eğer siyasi, tarikati, meşrepsel, mezhepsel bir tarafı olmuş olsaydı belki sendeleyebilirdim. Hiçbir taraftan olmadan, süzme düz kul olarak bana bir daha okuyor musun diye soruyor. Benim ne kadar fırlama olduğumu da bildiği için benim okumayacağımı biliyor, o yüzden soruyor tabi.
Okudunuz mu peki?
Bir sıfır yalanımı koydum ortaya, okuyorum dedim kapadım ve okumaya başladım. Okumaya başladıktan sonra yanımda duran eşcinsel arkadaşlarım da oldu, tam tersi belden aşağı vuran da… Okuduğumda gördüm ki, Cenab-ı Hak’ın bu Kur’an-ı Kerim’i tastamam tamamladığını gördüm. Şimdi biberi ya da kayısıyı düşün. Biber tastamam değil mi? Düşünsene Rabbinin Kur’an-ı Kerim’in tastamamlığını. Ben size tastamam tamamladım, meczup kullarım hariç okuyup anlayasınız diye kolaylaştırdım. Hayat rehberi kıldım.
Sizin için nasıl bir hayat rehberi oldu? Tastamam olmak ne demek?
Ha, hayat rehberi kıldığında, kâinata baktığım zaman, -bütün tastamamları ne kadar da tastamam- boşluk yok. Evet Kur’an-ı Kerim bir hayat rehberi ama Lut kavmini okuyarak tövbeye gelemiyorsun, efendi. Bunun bir girizgahı, bir ağırlanması var. Cenab-ı Hak seni dünyaya getirir de Tanju’nun adını nakşetmez mi? E o zaman sen açacaksın, senin adının olduğu yerde Cenab-ı hak seni ağırlamaya başlar.
Çok hoş bir tarif oldu Kur’an tarafından ağırlanmak. Kur’an-ı Kerim’in sizi ağırlaması nasıl başladı diye soruyorum o zaman soruyu yeniden.
Ben bir ağırlanma almaya başladım. Vallahi billahi ve tallahi bir evim vardı. O evi tutma sebebimiz evde çok rahat partiler yapabiliyor olmamız. Ben zaten İstanbul’un altını üstünü getirmiş bir adamdım. Partiler yapıyoruz her gece, sabahları orda toplanıyoruz vs vs… O evde o kadar rahatız ki yıksak rahatsız olacak kimse yok. Bir gün o evin sahibi arkadaşımın, evden ayrılacağını öğrendim. Ama ev o kadar rağbet görüyor ki, evi tutmak için sırada bekleyen beş kişi daha var. Ev sahibi Musevi bir hanımdı. Aradım dedim ki; ‘Merhaba, ben Tanju Babacan’, tak tak kadını bağladım, evi tuttum, partileri patlatacağız. Allah bana o evde parti yapmayı nasip etmedi.
O evde ne oldu? Ne hissettiniz?
Ben o evde köşede bir yerde oturuyordum. Köşede oturuyorum sanki Rabbim doluyor evin içerisine. Allah affetsin eski hayatımdan, o partilerden, yaptıklarımdan aldığım hazdan çok daha büyük bir haz doluyor içime. Haaazzz diyorum. Hazzı göremezsin, hazzı yaşarsın. Karşı tarafa da yaptığın halle, hareketle sunarsın.
Gece hayatının yanında, sizin cinsel yönelimleriniz de farklıydı. Tövbelerinizden bahsedelim mi?
Eğer tövbe noktasına Kur’an-ı Kerim yolculuğuyla geldiysem, benim tövbelerimin arasında öbür tövbeler ne ki? Ben tövbenin en büyüğünün kafasını koparacağım ki öbürlerine devam edebileceğim. Ben en büyüğüyle adım attım. Çok şükür abdest alıyorum, namaza gidiyorum. Evden camiye çıkıyorum. Gözüm hep dört ay boyunca yerde. Hep Estağfirullah diyorum. Ama Rabbim o kadar işvekar ki; ya sokağın tam buraya geliyorum, ya bu tarafından ya da diğerinden en beğeneceğim erkek tipini karşıma çıkarıyor. Benim gözüm yine aşağıda, estağfirullah… Namaza gidiyorum; erkeğin en kalabalık olduğu yere. Çok şükür ki O Rabbim dört ay sonra bana, ‘Ya Rabbim senin yarattığın ne güzel bir kul’ demeyi nasip etti namazdayken. Ondan sonra elhamdülillah umreye gittim.
Çok zor bir tövbe bu, hadislerde bile yer alıyor. Yanınızda bir desteğiniz var mıydı? Yalnız mıydınız?
Elhamdülillahirabbilalemin benim inanç yolumda kimsenin takdirine ihtiyacım yok. Kimsenin dayım olmasına asla ihtiyacım yok. Kıblem ne Fethullah Gülen’dir ne Atatürk’tür ne de Tayyip Erdoğan’dır. Benim kıblem Rabbim’dir. Ben o kadar başka bir dünyanın içerisinde, sıfır yaştan bu yana yaşadığım o mukadderatta tabi ki pişmanlıklarım var. Ama geçmişimdeki mukadderatıma o kadar razıyım ki, şu anki benim dünyadaki duruşlarım ve Rabbim yolumdaki hareketimde ne modacılık titrim, ne siyasi duruşlar, ne tarikati duruşlar ne falanlar filanlar bu mutluluk ve hazzın yanında hiçbir şey ifade etmiyor.
Tüm bunlar yaşanırken siz aynı zamanda modacı kimliğinizle hayata devam ediyorsunuz…
Ben hayata çipli geldiğimizi düşünüyorum. Meslekli geldiğimizi düşünenlerdendim. Bugün, Tanju Babacan nasıl olunur, üniversitelerdeki, konferanslardaki veya bize stajyer olarak gelen öğrenciler, biz nasıl olabiliriz dediklerinde; ben dönüp geçmişime bakıyorum nasıl olmuşum, nasıl da bazı setler varmış, rabbim mukadderat zincirini nasıl da birbirine eklemiş. Ve o yaşam sürecinde ne kadar da naif duruşuma yakışır bir meslekle beni bütünlemiş.
Aslında şunu soracağım. Sokakta gördüğümüz bütün çıplaklık modadan çıkıyor aslında. Önce podyumda, katalogda görüyoruz, sonra dışarıda giyiyor insanlar. Giyiyoruz ya da. Bir yandan bu mesleği sürdürüyorsunuz bir yandan da tesettürün farz olduğunu biliyorsunuz, ona inanıyorsunuz. Bu bir çelişki değil mi?
Örtünmenin farz olduğunu düşünüyorum.
Bu bir çelişki yarattı mı sizde hiç? Yani ben ne yapıyorum dediniz mi?
Önceleri dedim bunu. Ama artık böyle düşünmüyorum. Başka noktalardaki görevlerimi yerime getirebildiğim sürece -Ben bu bölümden eğer bir hatam varsa Rabbimin affına sığınıyorum- bu bölüm devam edecek. Geçmişte de devam etti gelecekte de devam edecek.
Müşteri ayırmıyorsunuz musunuz bunları düşündüğünüzde?
Markama zarar verebilecek bir ismi, isterse star olsun; nazik bir dille veya bir sebep uydurarak kabul etmemişimdir. Bizim markamızın dini, ırkı, cinsi, rengi yoktur. Bizler erkeğe de hizmet ediyoruz. Kadına da hizmet ediyoruz. Biz mobilya tasarımına da girebiliriz onu da yapabiliriz. Biz bir tasarım ofisiyiz. O yüzden böyle bir ayrımımız yok.
Başka bir meslek sahibi olabilir miydiniz diye soracaktım ama herhalde olamazdınız?
Modacı olmazsam ne olurdum. Birçok şey olabilirdim ama modacı olduğum için mutluyum. Ama idealin nedir diye sorarsanız, en aktif olduğum zamanlarda bu apoletleri çıkarıp da ‘Ben bıraktım, ben bu kimlik kadar bir adam değilim.’ diyeceğim bir gün olacaktır.
Neler olacak o gün peki? Her şeyi bıraktığınızda nerede, ne yapıyor olacaksınız?
Bırakın özgürce hayatımı yaşamaya devam edeyim dediğim gün, dünyanın en mutlu insanıyım. Yani ilerideki düşüncem sırçalı köşklerde oturmak değil. Köy hayatı düşünüyorum. Köyü, doğayı seviyorum. Köylünün samimiyetini, ineği, ineğin tezek kokusunu da seviyorum. Apartmanın arasından bulut seyretmek istemiyorum. Bakma, ben köylü çocuğuyum. Annemden de babamdan da Rabbim bana köy nasip etti. Abaza köylerindenim ben.
O hayalin içinde çocuklarınız da var mı? Bir gün baba olmanın hayalini de kuruyor musunuz?
Allah bana baba olmayı nasip ederse, şöyle bir baba olmak arzu ederim; beni evde namaz kılarken görsün. Ama ben biliyorum ki, sağdaki babayla soldaki baba ve öbür taraftaki babalar camiye gittiğinde, onların yanındaki yavruları o baba nasıl elini tutuyorsa o yavru öyle tutacak. Tamam, öyle tutsun. Ama daha sonra ben öyle bir noktaya geleyim ki; ‘Oğul ben Rabbin bu kitabını okudum sen de oku. Kim bilir ne çok eksiğin var sen atalarının dininden olma.’ Zaten Kur’an-ı Kerim’de de en çok vurgulanan noktalardan biridir; siz atalarınızın dininden misiniz? Hazreti İbrahim’in atası kim idi? Babası. Belki oğul babaya bir şey verir, belki de oğul başka vizyonla bakar. Orada da Hazreti Ali’nin lafı geliyor işte; ‘Evlatlarınızı yalnız kendi terbiyenizle yetiştirecek kadar cani olmayınız, zira onlar başka asrın insanları olacaklar.’
Şimdi artık tesettürlü insanlara da modacı gözüyle bakıyorsunuzdur tabi ki, ne görüyorsunuz?
Şimdi ben örtünen insanları görüyordum, agresifleşiyordum, sinirleniyordum, zanda bulunuyordum, haddimi aşıyordum. Dolayısıyla artık görmemeyi tercih ediyorum. Ha görmek istediğim nedir? Görmek istediğim bir yanlış anlaşılma var galiba burada. ‘Başınızı sımsıkı kapatınız, diğer bütün vücut hatlarınızı ortaya dökünüz’ diye bir ayet okumadım, en avamınız olarak. En aptalınız olarak ben bunu okumadım. Ama siz en akıllı olanlarımız o ayeti bir daha okuyunuz. Ayette böyle bir şey geçmiyor. Bir de şöyle bir şey var; ibadetli olan açık hanım ‘Ben düsturu gözüme, tavrıma koydum. Örtünmeyi gözüme koydum, ben böyle anlıyorum’ derse ona da saygı gösteriyorum. Tüm dünya insanları bir araya gelsek ve aramızda dünya insanlarından bir tane örtülü hanım olsa ona sorsanız; ‘Sizce bu hanım Hıristiyan mı, Müslüman mı, Musevi midir nedir’ diye, ne der oradaki kalabalık tayfa? E bu Müslümandır der, değil mi? Müslüman kadın neyin vitrinidir? Bir de kapalıysa ayetin vitrinidir. Niçin kapanır? Allah rızası için kapanır. Kapalı kadın şık olabilir mi? Gayet tabi ki. Bolluklarda ne şıklıklar olabilir. Bunu hep örnek veririm. Bir gün Jennifer Lopez kapımı çalsa, dese ki; ‘Tanju Bey, Oscar ödül töreninde bir elbise giymek istiyorum ama hiçbir yeri dar olmasın.’ Bu ülkede bin tane Jennifer Lopez’e bu şıklığı yapabilecek yeteneğe haiz moda tasarımcıları var. Benim bir lafım vardır, tesettüre moda kaçtı diye… Ne kadar ağır bir cümle. Canlı yayında söyledim ben bunu.
Ne demek istemiştiniz bu sözde?
Efendim şöyle birazcık gezin; baş kısımlarını çekmeyelim, yalnızca baştan aşağılarını çekelim insanların, sonra bunlar kapalı mı açık mı diye soralım. Ne dersiniz biliyor musunuz? Yok, bunlar normal giyinen insanlar, bir tek başlarını örtmüşler dersiniz. Yani böyle bir şeyin rahatsızlığının olduğunu, en iyi gerçekten adaba uygun şekilde kapalı olan hanımlarımız bilirler. En çok onlar bundan rahatsız. Siz diğer tarafa sormayın bunu. Siz gerçekten kapanmayı adabıyla yapan hanımlara bunu sorun, böyle bir hafif iç çekerek size bunun cevabını versinler.
Ben bu sorunun kimseye sorulmaması ve kimsenin cevap vermemesi gerektiğini düşünüyorum aslında. Günah ve sevapları kendi muhasebesinde tartarak herkesin nasıl kapanacağı kendi kararıdır.
Örtünmek başka bir şey ama. Yapabilmeklerle, örtünmek arasında başka bir şey var. Bana, ben balık bir tuvalet istiyorum diyen tesettürlü bir müşterim oldu. Ben böyle bir şey yapamam hanımefendi deyip, gönderdiğim kişilerden biri. Düşünsenize organizasyonda bir kadın balık elbise giymiş cendere gibi başı da kapalı. Kim yaptı? Tanju Babacan yaptı. Aman oradan gelecek para gelmeyiversin.
Örtünmek ne demek diye sorayım mı? Onu birkaç cümleyle söyler misiniz?
Benim örtülerim çok. Birincisi gözüm. (Gözünü açıp, kapıyor.) Bak kapadığım zaman, bak açtığım zaman. Benim örtünmem bu. Hatalarımı, nefislerimi, bakışlarımı, hakkınızda kötü düşünme ihtimallerimi örtüyorum.
Bu dünyada başörtülü bir kadın olarak bir yerde var olmaya çalışırken insan ister istemez stil sahibi ya da düzgün görünmek durumunda. İnsanlar belki de biraz bu yüzden çelişkiye düşüyor mu acaba?
Bakın düzgün görünmeyeceğiz diye bir şey demiyorum. Bir şey sormak istiyorum size; Ben hırka-i şerifi görene kadar hep peygamberimi temiz giyinen ama fukara görünen biri gibi görüyordum. Hırka-ı Şerifi gördüğümde; Yahu nasıl bir işçiliktir o biyelerinin tek tek tertemiz oluşu, kumaşının dokunuşu, o kalite nedir öyle yahu nasıl bir zarafet nasıl bir işçilik vardır. O yüzden temiz ve düzgün giyinmek başka bir şey. Şık giyiniyorum çünkü Tanju Babacan’dan giyiniyorum, çünkü falan markadan giyiniyorum, kocaman markası olan bir çantam var elimde, dolayısıyla ben şıkım. Abla pardon da öbür abla da pazardan giyiniyor. Düsturuyla giyiniyor ve o kadar zarif ve şık görünebiliyor ki. Hanımefendi siz geldiğiniz zaman ben Türkiye’nin en şık kadınlarını ağırlayan biri olarak size ne kadar şık, ne kadar stil sahibi olduğunuzu söylerken sizi onore etme derdinden söylemedim. Siz ne kadar da güzel diğer hanımlara örnek olabilecek bir giyiminiz var. Ama mesela oturuş üslubunuz o kadar iticidir ki o güzel dediğim her şeyi bir anda yıkarsınız. Bu budur.
Başörtülü okuyucularımız için stil sahibi olmanın ipuçları gibi bir şey verebilir misiniz? Çok talep alıyoruz bu yönde.
Bir kere benim ifadelerimde şöyle bir şey çıkıyor. Her pahalı olan şey sizde güzel olacak anlamına gelmiyor. Her marka sizde güzel olacak anlamına gelmiyor. Her kıyafette zaten düzgün ve fresh görüneceğim zihniyetiyle bunu da taktım, bunu giyeyim bana bir ivme kazandırır zihniyetiyle giden bir hanımın zaten şık olmadığını aşikâr görüyorsunuz. Ama ben couture servis veriyorum. Couture servis verdiğim zaman tesettürlü bir hanıma ne yapıyorum, aman diyorum bir organizasyonda arkasını döndüğü zaman, bir masaya eğildiği zaman çok vücut hatlarını çıkarmayacağım, aynı zamanda şık olabilecek, ne renklerin ona gideceğini salık verebiliyorum ve bu doğrultuda elbisemi yapıyorum. Ama biz herkese hitap ediyoruz. Biz elbiseciyiz. Dünyaya gözünüzü kapatarak siz stilist, tasarımcı, mağazacı falan filan ‘eh’ olursunuz. Bakın olursunuz kelimesini ekledim. Ama eh olursunuz. Siz muhafazakâr bir hanıma hitap ediyorsanız, muhafazakârlığı bir tek İslamiyet’te arayarak başlangıç yaparsanız o zaman zaten eksiksiniz. Siz Hıristiyanın da Musevinin de muhafazakâr noktasında bir koleksiyon, bir dokunuş yaparsanız o zaman dünya insanını giydirmiş olursunuz.
Siz kendinizi muhafazakâr olarak mı tanımlıyorsunuz?
Bir sürü pikselleri birbirine eklediğim zaman katı muhafazakâr olduğum yerler de var; yan taraftaki muhafazakâra tamamen muhafazakâr olmadığım düşüncesini vereceğim duruşlarım ve bakışlarım da var. Çünkü ben başka bir vizyondan bakıyorum. Ve şahsıma münhasır parmak izim gibi kendi duruşumla anlatıyorum. Birçok şeyde muhafazakârım. Ama ben muhafazakârlarım modacısı falan değilim. Hiçbir takdir, hiçbir şakşak beklemiyorum. Hiç böyle tesettür linelar yapalım, tesettür hanımlar beni çok sevdiler de şak şaklıyorlar… Hiç buralarda gözüm yok. Ayetin ‘örtününüz’ dediği noktada, örtünün stil danışmanı ben değilim ki! Başı kapalı stil danışmanlarına buradan soruyorum neyin stil danışmanlığı yapılıyor.
Allah rızası için Rabbim ben senin rızan için örtündüğümün stil danışmanlığı da mı var? Kardeşim bu örtünme nedir merak ediyorum. Kocan için mi örttünüz, vay seni zorla kapatan kocaya yazıklar olsun! Baban için mi örtünüyorsun? Sana yazıklar olsun, sen model baba olamamışsın, zorlamışsın kızın gayretinde ruhunda yok.
Aileniz nasıldı muhafazakarlık noktasında?
Benim annem muhafazakar bir kadın mıdır? Evet annem açık ama muhafazakar bir kadındır. Bazen çok seviniyorum, Rabbim annemden de babamdan da razı olsun. Böyle bir mukadderat yaşattığından ötürü de Rabbime çok şükürler olsun. Ötekileştirmeler görüyorum, o taraflar bu taraflar şu taraflar. Yahu ben oralarda hiç takılı değilim.
Nedir takıldığınız noktalar?
Benim takıldığım noktalar şunlar: Şimdi biz bir nesil ve ondan evvelki nesil öncesini bilemiyorum, her gece yatarken üç kulhü bir elhamla yattık. Ananelerimiz onu öğretti bize. Ananelerimiz ne manaya geldiğini öğretmedi bize çünkü onlar da bilmiyordu. Türkiye’nin en büyük sorunu. Budur, Kur’an-ı Kerim’i anlamadan okuyoruz. Ben sayın Emine Erdoğan Hanımefendi sağolsunlar beni evlerinde ağırladıklarında, kendilerine benim ricam olacak dedim. Lütfen beraber bir caminin önüne gidelim camiden çıkan insanlara basit birer soru soralım. Ne anladın? Kaç defa tespih çekeceğini, kaç sünnet yapacağını, kaç farz yapacağını bilir, her şeyi bilir. Ama sübhannerabbiyelazim ne demek diye sor, ağzını açıp bakar. Felak, Nas ne diye sor ağzını açıp bakar. Rabbimiz, dinimizi vahiy veya kitap yoluyla tüm peygamberlere bulundukları lokasyon doğrultusunda anladıkları dilde verdi ki sizi okuyup ve sizi anlayıp anlatabilsinler. Şimdi dolayısıyla İslamiyet’in şu an ki derdi ne eşarp, ne ne kadar muhafazakarsın, muhafazakar değilsin hani okuyup anlayıp paylaşma durumuna girememişiz.
Peki siz Kur’an-ı Kerim’e ya da okuduğunuz ve ezberlediğiniz dualara tam anlamıyla ne zaman vakıf oldunuz?
Sekiz sene boyunca namaz kıldım. Sekiz sene oluyor şimdi. Bana beş sene sonra biri bir şey sordu. Bir şey sorduğunuz zaman daha sorulduğu an bilip bilmediğiniz cevabı tokat gibi size yapışır ya! A-aaa terzilikle ilgili bana böyle bir şey sorsalar, ben cevap veremesem büyük rezillik. Utandım. O da bana ‘Tüh, sana yazıklar olsun, senin kıldığın namazlara da yazıklar olsun’ dedi. Çok samimi arkadaşız. ‘Bir de utanmadan televizyonda ben ibadet ediyorum diyorsun. Senin ne yaptığından haberin yok’… Çok şeyden elhamdülillah haberimiz var. Rabbim zaten o secdeyi nasip ettiği zaman aşkla namaz kılıyorsun zaten secdedekilerde aşk var. Hiç ağzını kıpırdatmasan da aşk var. Ama arkadaşım haklıydı. Ben sureye bir sure daha ekleyeyim ekleyeyim derken, salaklık, okuduğun sure ne manaya geliyor sorusuyla muhatap olmamışım adam gibi. Son üç senedir çok şükür okuma gayretindeyim. Yani toparladım olayın ne olduğunu. Rabbe bir aşkımız var elhamdülillah ama kelamının hiçbir şeyini anlamadan sıfır. Nasıl olacak bu. Ablam diyor ki bana “Ben namaz kılmıyorum ama üç kulhü bir Elham okumadan yatmam.” Abla, külhu ne demek diyorum. Ablam ağzı açık. E abla diyorum elli sene boyunca kulhüyü okuyup yattın hiç mi merak etmedin. Abla darılma bana, ben de zaten merak etmemiştim. He anlamlarını unutabilirim de. Veya özet olarak biliyorum da diyebilirim. Geçenlerde hafız bir kızla tanıştım, Nas-Felak surelerinin anlamını sordum, karşımda kem küm ediyor. Eğer siz hafızlık madalyasını taktıysanız, en azından çok moda olan trend olan ayetleri sureleri bilmek zorundasınız diye düşünüyorum.
Trend olan ayetler de mi var yani? Moda ve trend kelimeleri sizden önce ayetle yan yana kullanılmamıştır herhalde.
Hayır efendim moda olan niye demeyelim? Ayet-el Kürsü, Nas ve Felak sureleri, cevşen falan filan gibi şeyler moda olur, bütün aksesuarcılara kadar akar bu ve bir trend halinde takılır boyunlara. Modanın girmediği yer mi var zannediyorsunuz? Modacılar kıyafetlerine yansıtır. Yansır oğlu yansır.
Size de yansıdı mı bu?
İslamiyet yolculuğumda hiçbir şekilde, Rabbimin bana zerk ettiği tasarlama haz ve kabiliyeti benden gitmedi. Ben hep aynı adamken üzerine dolduruyorum. Ben aynı adamım. Ben tövbe ettim diye naif el hareketlerim değişmedi ki. Ben 38 yaşına kadar elimi bu şekilde tutuyordum diye 38 yaşından sonra racon yapalım, kasayım kendimi, biraz omuz kaldırayım, daha maskülen görüneyim gibi kaygılarım olmadı ki. Aynı Tanju. Aynı modacı. Umreye gittiğim zaman Hz. Beytullah’ı seyrettiğim zaman oradaki görselliği izlediğim zaman modacı kimliğimi atamıyorum ki dışarıya. Rabbim benim gözüme bir gusto vermiş, ben o yüzden Tanju Babacan olabilmişim.
Tüm bunları yaşarken ne tür tepkiler aldınız peki, biraz bunu konuşalım mı?
Bunu yaşarken, bir yandan bana ve ibadete dönen tüm arkadaşlara işte şov için mi yaptı? iktidardan ötürü mü yaptı? Öyle mi yaptı? Şöyle mi yaptı? Vah insancık vah. İbadet ediyorum diyen bir insana nasıl bir haddir ki bu, ona böyle bir yakıştırmalar suizanlarda bulunabiliyorsun. Kapanır sonra açılabilir. İbadete başlar sonra bırakabilir. Allah ıslah etsin. Rabbim bana kâfidir. Ama onun dışında da Türkiye’nin bayağı önemli cemaatleri çok iyi tanırlar beni. Beni o al kartını ver kartını deyip de ünlü olan adamlar da çok iyi tanırlar. Şimdi bir şey yapmak istiyorum. Yani sürekli referansım da belli. Sürekli muhatap olduğum Arapçayı da öğrendim. Arapça öğrendiğim gün hocaya saç attım. Dedim ki hoca hadise ayında gayında değil seni uyandırayım dedim. Ne okuyorsan onu anladığındadır hadise. Hadise ne diyor? Allah ne diyor?
Sekiz yıl olmuş şimdi. Belki de en başta sormam gereken soruyu soruyorum. Nasılsınız?
Şimdi kendime şunu diyorum; inanç bahçenden dışarıya çıkma, inanç bahçen büyüdükçe sen yine inanç bahçenin içinde kal. Her şeyin çok karışık geldiği zamanlar oldu. Karmakarışık. Herkesin bir meşrebi var. Bir sürü meşreplerle karşılaştım. Ben saygı duyuyorum ama ben o merhalede değilim. Ama bilsen nasıl zil takıp oynuyorum, herhangi bir merhalede olmadığım için. Ben merhalemden de çok razıyım. Yani aramıyorum böyle eskileri. Geceleri yatarken Ya Rabbi ne olursun bana şunu gösterir misin ben nereye gideyim ne yapayım öyle bir şeyler yapmıyorum. Kur’an okuyorum. Tövbelerimde durmaya çalışıyorum. İyi olmaya çalışıyorum. Kalbimi törpülemeye çalışıyorum. Nefsimi törpülemeye çalışıyorum. Böyle olmaya çalışıyorum. İbadetimi etmeye çalışıyorum.
Çok özel olacak belki ama başta konuştuğumuz tövbelerinizden bahsedelim mi? Tövbelere sadık kalmak ne kadar zor? Korkularınız var mı bu yönde?
Size, şeytanın bana göre birinci görevi rabbin kelamını okutmamak dedim. Şimdi herkesin de şeytanı şahsına münhasır olur ya sizce benim şeytanım bu boşluğu doldurmak için hiç atakla değil mi zannediyorsun.? Ha çok az korkarım ama korksam bile şeytana dönüp dediğim şu oluyor; benim rabbim senin de rabbin. Yani öyle bir korkularım morkularım yok. Rabbime sığınıyorum yalnızca Ya Rabbi diyorum yarın ne yaşayacağımı bilmiyorum ama sen müsaade etmediğin sürece beni bu tövbemde sabit kıl. Tövbe makamı da çok enteresan. Sen kimsin ki tövbe edeceksin. Edeceksin de ya da kelime yanlış. Sen tabi tövbe et ama sen kimsin ki tövbende durabileceksin. Allah nasip etsin tövbende durmayı.
Umreye gittiğinizde neler yaşadınız?
Çok acayipti. Bunca Müslüman halk, farklılıklar… Çok etkilendim. İlk gittiğimde yaşadığım hazzı, Kabeyi ilk gördüğümde hissettiklerimi anlatmam imkansız. İlk defasında, kırmızı sakalımı kesmiştim. Aa bir baktım ki tavaf esnasında, yanımda kızıl sakallı biri. Rabbim sen ne büyüksün ki benim sorularımı ben sormadan cevaplandırıyorsun. İkinci gidişimde sakalım şimdiki gibiydi. Orada Türkiyeli bir kadın tanıdı beni. Benim dedim. Ama tanınmak istemiyorum orada. Orada ben olarak yaşamak istiyorum. Orada el-ayak öpen insanları da gördüm. Ramazan umresi daha bir celalli geçer, daha bir kalabalık olur orası… Kulu kendine utanmasa peygamber eylemiş insan, oradaki melaikelerden, oradaki Hacer-ul Esvetten, Beytullah’tan, şeytandan da mı utanmadın? Oradaki en saf halinde tavaf edip onu yaşaman varken yanındakinin elini eteğini öpme derdinde misin? Acaba benim peygamberim Hz. Muhammed (sav) soruyorum size hiç elini eteğini öpmeye çalışan insanlara müsaade eder miydi? Benim peygamberim, ayy ne kadar naiftir kim bilir ne kadar zariftir kim bilir, ne kadar gelinciktir kim bilir… O yüzden Rabbim benim samimiyetimi sen bilirsin ama ben böyle yaptım, benim tepsim de bu benim bahçem de bu… Böyle yaşadım. Ben okumaya başladıktan sonra sadece kul olma derdindeyim. Ben kula biat edemem, yapamam. Ama arkadaş olur muyum? Ohoo çok baba arkadaşlarım var öyle. Siz de bilirsiniz, arkadaş olur muyum? Olurum.
Röportaj: Merve A. Tokyay
Fotoğraf: Barış Karasapan