Dua Dilinin Şehri: KUDÜS

Günlerce etkisinden çıkamadığım, böyle giderse daha uzun süre düşüneceğim ve hissedeceğim bir şehir. Başımı her çevirdiğimde ayrı tarihi anlara, ayrı dönüm noktalarına, ayrı peygamberlere, ayrı zamanlara gidiyorum Kudüs’te. Konuşamıyor, yazamıyor ve dünyevi olan hiçbir eylemi yapamıyorum. Yapmak istemiyorum. Gözlerimi kırptığım saniyeler bile zaman kaybı gibi geliyor. Uyumak istemiyorum. Kipalarıyla ağlama duvarına koşan Yahudileri, mor kaftanlarıyla Kıyamet Kilisesine koşan Hıristiyanları ve yürekleriyle Mescid-i Aksa’ya koşan Müslümanları izliyorum. Gerçek bir kaos. Bir sevgi kaosu. Bir aşk kozmopoliti Kudüs. Seven gözlerin aşkla kapandığı ve duaların konuştuğu Kudüs… Ortak dilin İbranice, Arapça ya da İngilizce değil; dua olduğu bir şehir.
 
Gecenin karanlığının kendini aydınlığa teslim ettiği saatlerde, nelerle karşılaşacağımızı aşağı yukarı tahmin ederken başlıyor gezimiz. Kalabalık bir Türk kafilesi olarak sorgu sual giriyoruz bu paylaşılamayan kutsal topraklara. Kaybedecek zaman hiç yok, görülecek yer çok.
 

kudüs

 
İlk olarak söylemek gerek ki, bu şehri ve çevresini gezmek için, konusunda uzmanlaşmış gerçek bir rehbere ihtiyacınız var.
 
Dört günlük yorucu ama zevkli koşturmacamızda, şehri arşınlarken, surların üzerinde gördüğümüz “Lailahe illallah İbrahim Halilullah’’ yazısı, paylaşılamayan bu kutsal toprakların insanının, Osmanlı himayesindeyken nasıl barış dolu yaşadığının tarihi kanıtı, herkesin birbirinde aradığı sorunun cevabı oluyor. Kudüs’e hiç gelmeyen fakat yaptıklarıyla, inşaa ettikleriyle, sevgisiyle bu şehre dokunan çok önemli bir isim var. Kanuni Sultan Süleyman… Şu günlerde bize yansıtılandan dolayı aklımızda oldukça olumsuz bir izlenimi olan Hürrem Sultan ise, Kudüs sokaklarında hayrat ve okullarıyla hâlâ anılmakta.
 

kudüs

 
Kudüs, onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce peygamberin iman savaşına şahit olmuş bir vadi ve iki tepeden oluşuyor. Tepelerden biri olan Zeytin Dağı, surlarla çevrilmiş ve içerisinde Kubbetüs-Sahr ile Mescid-i Aksa’yı barındıran diğer tepeye bakıyor. Museviler için oldukça önemli olan bu tepenin büyük bir kısmı Yahudi mezarlıklarına ayrılmış. Ufka baktığınızda gördüğünüz Gözyaşı Kilisesi, Hz.İsa’nın ümmetiyle ilgili haberleri aldığında döktüğü gözyaşlarının anısına yaptırılmış. Kubbesinin dört tarafından dökülen gözyaşını andıran mimarisi ile, Hıristiyanlar için oldukça önemli bir ibadet merkezi. Zeytin Dağı, aynı zamanda, biz Müslümanlar için çok mühim olan iki ismin mübarek makamlarını da içerisinde barındırıyor. İlki, ilk kadın evliya olan Rabia-Tül Adeviye Hazretleri. Yaşamının büyük bir kısmını geçirdiği evi, artık ebedi saadet yeri olmuş. Rabia-Tül Adeviye Hazretleri’ne komşu olan bir diğer mübarek ise Selman-ı Farısi Hazretleri. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hayatında oldukça önemli bir yeri olan Selman-ı Farisi’nin kölelikten salınması için, sahibinin isteği üzerine, peygamberimizin elleriyle binlerce hurma ağacı diktiği rivayet edilmekte.
 

kudüs

 
Vadinin diğer tarafında kalan surların içerisinden, İsrail askerlerine selam vererek, dinimizce kabul edilmiş en mübarek üçüncü mekân olan Mescid-i Aksa’ya giriyoruz. Cuma günü olması vesilesiyle etraf oldukça kalabalık. Hayatımda ilk kez cuma namazı kılacak olmanın verdiği heyecan ve mutlulukla, meşhur altın kubbesinin altında bana da yer ayıran Kubbetüs-Sahr’ın içerisindeyim. Efendimizin miracına şahit olmuş bu ulu camii, ortasında Hz.Muhammed’in göğe yükselmesiyle şaha kalkan koca bir kayanın (Muallak Taşı) üzerine kurulu. Cuma vaktinin geçirilebileceği en mübarek yerlerden birinde, hepsi birbirinden değişik çehrede birçok Müslümanla birlikte Kabe’ye doğru yöneliyoruz.
 

kudüs

 
O günlerden biri, tüm Müslümanlık alemi için çok mühim. Bu tarz mübarek günler en çok Türkiyeli Müslümanlar tarafından benimsenmiş olduğu için, Miraç Kandili’nin gecesinde, mescidin içindeki insanların çoğu Türkiye’den. Türkçe vaazlardan, türkçe edilen dualardan, kendimi bir an Eyüp Sultan ya da Emir Sultan’da gibi hissediyorum. Mescid-i Aksa’nın bize yaptığı güzel sürprizlerden biri de, bu mübarek gecede, Efendimiz’in diğer peygamberlere namaz kıldırdığı avludaki mihrabın altını bize ayırması oluyor.
 

namaz

 
Hepimizin bildiği gibi Kudüs tüm dinler için ortak bir ibadet ve muhabbet alanı. Hıristiyanlara göre Hz.İsa’nın, bize göre ise İsa Peygamber’e ihanet eden havari Yahuda’nın yakalandığı, sürüldüğü, çarmıha gerildiği yollar, tüm dindar Hıristiyanların hac yolunu oluşturuyor. Kıyamet Kilisesi ise gözyaşlarını gizleyemeyen dindarlarla dolu. Bu Kilise tüm Hıristiyanlık alemi için öyle anlamlı ki; merdivenlerinin silinmesinden ayrı, dışarıdaki avlunun temizlenmesinden ayrı, içerideki şamdanların parlatılmasından ayrı bir Hıristiyanlık mezhebi sorumlu. Bir gün yanlışlıkla temizlik alanının dışına taşan bir görevlinin getirdiği kargaşayı, Hıristiyanlar ancak bir şekilde çözüme ulaştırabilmişler. O gün alınan kararla, bu dünyanın en önemli kilisesinin anahtarları iki Müslüman aileye emanet.
 
İsrailoğullarının milli kimliğine dönüşen ve Mescid-i Aksa’nın istinat duvarı sayılan Ağlama Duvarı, bir günde binlerce Yahudinin gözyaşına şahit oluyor. İsrail Devleti, ömürlerini dinlerine adayan ve bolca çocuk dünyaya getiren ailelere yardımcı oluyor. İsraillilerin dindar olan büyük bir kısmı olan Hasidiklerin korunması da devletin sorumluluğunda.
 
Tüm bunların hiç de uzağında olmayan Filistin Devleti ise, olanların bilincinde ama elinden hiçbir şey gelmeyerek, İsrail Devleti ile kendisini ayıran koca utanç duvarına dik duruşunu resmediyor. Duvardaki çizgiler, edilen zulmün apaçık ispatı.

 
Tarihin meşhur tozlu sayfalarında oradan oraya savrulurken, kendimizi Lut Gölü’nde buluyoruz. İçerisindeki mineral seviyesinden ötürü hiçbir canlının yaşayamadığı ve Ölü Deniz olarak da anılan bu göl, geçmişinden getirdiği karanlık havayı bence hâlâ taşımakta. Merakıma yenik düşüp gölün kenarına gidiyorum. Su, hiç bilmediğim bir yoğunlukta ve yapıda oluşuyla beni oldukça şaşırtıyor. Efendimiz’in buyurduğu üzere,helak edilmiş kavimlerin olduğu yerde çok kalmamak şartıyla, Lut Gölü’nü görmenizi tavsiye ediyorum.
 
Kudüs ve çevresi, Hz.İbrahim, Hz.İshak, Hz.Yakup, Hz.Yusuf, Hz.Musa gibi onlarca peygamberimizi toprağında saklıyor. Gezdiğimiz her yer, gördüğümüz her şey öyle mübarek ki… Düşünmeden edemiyorum. Acaba tüm bu isimlerin makamlarını ziyaret ederken gerekli saygıda bulunabildik mi? Bilmiyorum. Söyleyebileceğim ve tavsiye edebileceğim tek şey; Kudüs’e gitmeden Kudüs’ü bilmek, bilmeye niyet etmek. Belki bu sayede attığımız adımların sadakasını vermiş oluruz. Rabbimiz, adını andığım, makamına girdiğim, gördüğüm ve görmediğim tüm Kudüs mübareklerine layık Müslümanlar olmayı nasib eylesin. Amin, amin, amin…
 
                                                                                                         Fevziye Hazal Ertek
 

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın