İşte dünyamızın hava durumunun günden güne hatta saatten saate değiştiği bugünlerde, tir tir titrediğim Budapeşte maceram başlıyor…
Buda ve Peşte. Tuna Nehri’nin ayırdığı bu iki yakanın kulağıma fısıldayacaklarını merak ede ede başlıyorum şehri dolaşmaya. Daha ilk günden bana bir çok kapısını açan bu şehir, zamanında Osmanlı hakimiyetinde edindiği ruhu hiç kaybetmemiş gibi hissettiriyor. Ne olursa olsun ‘Osmanlılaşmış’ ve istese de istemese de hâlâ Kanuni Sultan Süleyman’ın gücünden izler taşımakta.
Buraya gelenler bilir; ya da gelmek isteyenler bilmelidir. İçimizden ve geçmişimizden buraya kalan bir isim vardır Macar diyarında. Şehrin tam merkezindeki türbede Bektaşi dervişi; Gül Baba.
Kendisi aynı zamanda çok bilinmeyen bir hikâyenin de kahramanı. Ziyaret sırasında sormadan edemiyorum, “Kim derdi ki sarı kırmızı renkli gülleri yetiştirdiğin için Galatasaray’ın renkleri sarı-kırmızı olacak ve bu sayede Galatasaray Lisesi’nin arka bahçesinde de bir makam kabrin olacaktı Gül Babacığım.” diye. Sadece Galatasaraylılar için değil, aynı zamanda Sultan Süleyman için de büyük önem taşıyan Gül Baba; kendisini devlete hizmetli yetiştirmeye adamış büyük bir şair ve şehit. Budapeşte’ye gelip ona uğramamak ayıptır diyerek, yanımda benimle olan herkese günün ve hatta tüm gezinin beklenen sorusunu soruyorum: “Buraya gelip Estergon’u görmemek olur mu?”
Soğuktan buz kesen ayaklarımız bizi durdurmaya yetmiyor. Ecdadın at sırtında günlerce ve aylarca aldığı yolu, soğuk bir öğleden sonra arabayla giderken düşünüyorum; gözlerimi kapatıp hayal ediyorum binlerce güçlü insanı… Sadece fiziken değil ruhen de sahip oldukları sebatı… Özlemlerini, isteklerini ve her türlü sorumluluklarını bir kenara bırakıp devletleri için, soyları için ve her şeyden önemlisi Allah rızası için çıktıkları o yollarda başlarına gelenleri… Sultan Süleyman’ın ulaştığı en uç nokta olan Estergon’u… Hristiyan aleminin sahip olduğu en büyük üçüncü kilise olan Estergon Bazilikası’nı geçip kaleye ulaşıyorum. Evet, şanslıyım. Vaktinde nice mübarek gözün baktığı Tuna Nehri’ne şimdi benim gözlerim bakıyor. Kulağımda Estergon marşı, gülümseyerek asıl gezmem gereken yer olan Budapeşte’ye geri dönüyorum.
Devrimlere, soykırımlara, fetihlere ve neredeyse her türlü ‘’izm’’in saldırısına maruz kalmış bu şehrin birçok eseri, yüzyıllar içinde yıkılıp yeniden inşa edilmiş. Şimdi ise UNESCO tarafından koruma altına alınmış birçok eserle dolu ve artık barış içinde.
Kraliyet Sarayı şehre tepeden bakmak için güzel bir adres. Aynı zamanda içinde büyük de bir kütüphane barındırmakta. Bu tarih kokulu sarayı gezmek isterseniz dünyanın en eski ikinci fünikülerine binip kısa sürede tepeye ulaşabilirsiniz.
Zamanında, önce kilise sonra camii olarak kullanılmış olan tek eser İstanbul’daki Ayasofya değil elbette. Budapeşte’deki Saint Mathias Kilisesi’nden Buda ufuklarına 148 yıl ezan sesi yayılmış.
Şehrin modern yüzünü simgeleyen Vaci Utca (Utca; Macarcada sokak anlamına geliyor), alışık olduğumuz rengârenk sokaklarımızla boy ölçüşemese de birçok turistin rahatça yürüyüp, kendini şehrin akışına bırakabileceği bir yer. Bebekleri, camları, porselenleri, el işi ayakkabıları ile Macaristan’ın dünü ve bugününün birleştiği noktayı görebilirsiniz.
Budapeşte için dünyanın en romantik şehirlerinden biri denilse de, yakın geçmişinden miras aldığı türlü yolsuzluk ve ekonomik güçlüklerle baş etmeye çalışmasından dolayı aldığı dertler insanına da sinmiş gibi. Kısacası, ‘’..akma Tuna akma ben bir dertliyim, bu ateşle yanar kara bahtlıyım…’’ türküsünü dinleyip uzaklara bakmak istiyorsanız rotayı bu melankolik şehre çevirmekte fayda var.
Gezi Notları
– Budapeşte, gece bir ayrı güzellikte. Hemen hemen her acenteden edinebileceğiniz biletlerle, Tuna Nehri’nin üzerindeki tura katılabilirsiniz. Bu turu gece yaparak, akşamın erken saatlerinde hayatı bitiren şehrin gecesini de ayrı değerlendirebileceksiniz.
– Gulaş, bölgenin en meşhur yemeği. İçerisinde dana eti, havuç, patates ve yufka bulunuyor. Ağır yemeklerden hoşlanmayanlara çorbasını da rahatlıkla tavsiye ederim.
– Estergon’a uğrayıp geçmişe saygı duruşunda bulunmamak olmaz diyenlerdenseniz, bir taksi şoförüyle anlaşabilirsiniz. Taksi kullanımı oldukça ucuz.
– Budapeşte birçok Avrupa şehrine göre küçük sayılabilir. Bu nedenle konumlarını bildiğiniz yerlere yürüyerek gitmek gayet mantıklı.
– Nehrin üzerindeki lokantalar şık bir akşam yemeği için harika bir tercih olacaktır. Ancak gitmeden önce muhakkak internetten araştırmalı.
– Çok ilginç bir şekilde Budapeşte’de trafik ışıkları yok denecek kadar az. Şoförler yayalara oldukça saygılı olsa da yine de bu alışılmadık duruma dikkat!
– Şehrin en önemli binası olan parlamentoya girmek için önceden randevu almak şart. Bunun için kaldığınız otelden yardım alabilirsiniz.
Fevziye Hazal Yazan