Şekersiz Yaşamaktan Değil, Şekerden Korkun

Hiç kimse durduk yere hayatından şekeri, ekmeği, pastayı, kurabiyeyi, pilavı çıkartmak istemez. Eğer önünde daha iyi, daha sağlıklı bir yol yoksa…

Şekersiz beslenme, benim için bir tercih meselesi değil; tercihten, hevesten öte mecburiyetti. Her şey, aylar süren tetkikler sonunda pankreasımda tümör olduğunu, bu tümörün dalağa da yapıştığını öğrenmemle başladı. Ne zaman kötü huylu bir hale dönüşeceği belli olmayan, ilerlemesi durumunda tedavisinin mümkün olmadığını bildiğimiz bu tümörden kurtulmak için, teşhis koyulduktan hemen bir hafta sonra, sekiz saat süren zor bir ameliyata girdim. Başarıyla geçen ameliyatın ardından, üçüncü günün sonunda sıvı besinlerle yemek yemeye başladım, sekizinci günün sonunda taburcu oldum. Hastaneden ayrılırken doktorum “Her şeyi” yiyebileceğimi söyledi.

Bu süreçte en büyük destekçim olan annem, “Her şeyi” yememem gerektiğini, ameliyat sonrası henüz toparlanmayan bedenim için bu durumun doğru olmayacağını söyledi. Sabahları iki lokma etimek, zeytinyağı, küçük bir parça krem peynir ve çay tüketiyordum. Öğle ve akşam yemeklerinde; az yağlı ve baharatsız sebzeli tavuk, haşlama kırmızı et gibi yemeklerle besleniyor, günde iki saate yakın bir süre yürüyüş yapıyordum. Buna rağmen gece gündüz bitmek bilmeyen ağrılar çekiyor, bağırsak problemleri yaşıyordum. Yemek yedikten sonra karnım şişiyordu, vücudumda pul pul dökülmeler vardı. Ameliyatımı gerçekleştiren doktorlarıma, beni bu rahatsızlıklardan kurtarmaları için kaç kez gittim, bilmiyorum. Her seferinde kanım alınıyor, idrar ve gaita testleri yapılıyor, ultrasonla bakılıyor ama hiçbir sorun çıkmıyordu. Doktorlarım: “ Ameliyatla ilgili bir problem yok. Muhtemelen gaz sancısı yaşıyorsun, bolca yürümelisin. ” deyip gönderiyorlardı. Oysa zaten yeni ameliyat olmuş bir hastanın yürüyebileceğinden çok daha uzun süre yürüyordum.

Hiç vakit kaybetmeden, çok da umutlu olmadığımız bir anda Dr. Ümit Aktaş’a gittik. Dr. Aktaş; kan tahlillerimi, MR, BT, patoloji sonuçlarımı inceleyip şikayetlerimi dinledikten sonra, şeker ve glüteni tolere edemediğim için bu sorunları yaşadığımı söyledi. Pre-diyabet olduğumu, pankreasımın büyük bir kısmının ve dalağımın tamamının yokluğu göz önüne alındığında, hayatımdan glüteni ve şekeri çıkartmak zorunda olduğumu, yoksa şikayetlerimden kurtulmamın mümkün olmayacağını, bağırsaklarımın hasar göreceği gibi diyabetin de kaçınılmaz olacağını söyledi. Doktorlarımın aklına bu durumun, beslenmeden kaynaklanabilecek bir sorun olduğu nasıl gelmemişti, hala anlayamıyorum. Baharat tüketmiyorsam, çok yağlı yemiyorsam onlar açısından hiçbir sorun yoktu. Doktorlarımın aksine annem, bu sorunun beslenmemden kaynaklanabileceğini düşünüyordu. Ve haklı çıktı. Sabahları yediğim birkaç lokma ekmek ve nişasta içeren gıdalar tüm bu sorunları yaşamama neden oluyordu.

Tam bu noktada ameliyattan önce nasıl beslendiğimi anlatmam lazım… Son derece düzensiz, kontrolsüz ve kötü beslenen, tek derdi lezzetli yemek yemek ve yapmak olan, çeşit çeşit börek, poğaça ve reçelin bulunmadığı kahvaltı masasından haz etmeyen, gecenin bir yarısı hiç çekinmeden büyük bir sandviç, koca bir tabak makarna yiyen; yemek için seyahat eden, tatlı aşığı, su içmeyen, sağlıklı beslenmeyi gereksiz bulan biriydim. Son iki yılda aldığım 10 kilo bu durumu kanıtlıyordu. Glüten alerjisi, çölyak gibi hastalıklar aşçılık okulundayken, besin alerjileri ödevimi yaptığım sırada karşılaştığım ve “Asla böyle beslenemem!” dediğim, sonradan bir yaşam tarzı olduğunu fark ettiğim, korkutucu bir hastalıktı. ” Şekersiz bir yaşam ” denildiğinde aklıma sütlü ve şerbetli tatlılardan uzaklaşılması, çaya kahveye şeker atılmaması geliyordu.

YENİ BİR YAŞAM BİÇİMİNE İLK ADIM     

Glütensiz ve rafine şekersiz beslenmem gerektiğini öğrendiğimde “Yapamam.” dedim. Birçok bahane ürettim. Zaten, buğday ve şeker içeren gıdalara aşık bir yemek yazarının hayatından çıkarabileceği en son şey bile glüten ve şeker olamazdı. Bir düşünün, glütensiz ve şekersiz beslenen bir aşçı, yemek yazarı olabilir miydi? ” Yiyemediğim yemeğin, tatlının tarifini nasıl veririm? Hem işim gereği tadımlara katılıyorum, hiçbir şey tadamam, yazamam! ” dedim doktoruma. Ümit Bey başka şansımın olmadığını, glütensiz, rafine şekersiz tarifler üreterek mesleğime devam etmemi tavsiye etti. Bir ömür sürdürmem gerektiğini söylediğinde fark ettiğim ilk şey; şeker ve glüten tüketmemenin bir rahatsızlık değil, yaşam biçimi olduğuydu. Bu yeni yaşam biçiminde, sabah kahvaltısında reçellerden, çeşit çeşit hazır mayalı peynir, ekmek ve börekten; öğle ve akşam yemeğinde makarna, pilav ve pizzadan; sütlüsünden şerbetlisine tatlılardan ayrılmak pek de kolay olmayacaktı. Bu sırada yapmam gereken bir şey vardı: Yolumu seçmek. Ya bu durumu bir ceza olarak görecek, öfleye pöfleye tatlandırıcı kullanılarak yapılan reçelleri, tatlıları yiyecek; çok zaman geçmeden diyabet tanısı alacak ve eczaneye gidip insülin ilaçlarını çantama dolduracaktım. Ya da, her geçen gün yeni bir zararı kanıtlanan şekerden uzaklaşma mecburiyetini ceza değil, tarafıma verilmiş bir hediye olarak kabul edecek, doktorumun tavsiyelerine harfiyen uyup zor yolu seçecektim.

Durumun ciddiyetini anlayınca, daha fazla diretmek olmazdı. Ben zor olan yolu seçtim. Yiyeceğim hemen hemen her şeyi kendim pişirecek, hazır gıdaların etiketini kontrol ederek alacaktım. Klinikten ayrılırken kendimi pek de iyi hissetmediğimi hatırlıyorum. Eve giderken beslenme listemde yer alan tüm malzemeyi aldık.  Ertesi sabah, annemle birlikte sağlıklı unları kullanarak bir krep yaptık. Berbat kokan, lezzetsiz bir şey. Mecburen listemde yer alan diğer birçok yiyecekle birlikte yedim. İlk kez yediğim bir şeyden sonra şişmediğimi, rahatsızlık yaşamadığımı fark ettim. Ağır ilaç tedavisinden sonuç alamamışken beslenmeyle ağrılarımdan kurtulabileceğime pek ihtimal vermiyordum doğrusu. Başına gelen, yoluna düşen her şeyde bir hayır olduğuna inanmalı insan.

Ameliyat öncesi bitmek bilmeyen bir yorgunluğum vardı. İşe gidiyordum ama uyanmak öyle zor geliyordu ki, yolda uyuyordum, yemek saatlerinde uyuyordum, yine de yeterli gelmiyordu, toparlanamıyordum. Hiç olmadığım kadar kiloluydum, bağırsaklarım, midem sürekli rahatsızdı. Bir doktordan diğerine gidiyor, endoskopi, kolonoskopiyle uğraşıyordum. Ara sıra sıvı detoks yapıyordum ama bir faydasını göremiyordum. Zaten çöp besinlerle doldurulmuş bir bedenin 3 günlük, 7 günlük detoksun ardından eski sağlığına kavuşmasını beklemek, büyük saçmalıktı. İhtiyacım olan şey, kısa süreli detoksların ardından çöp besinlerle beslenmeye devam etmek değil, kendime uyan yeni bir beslenme düzeni ve yaşam biçimi oluşturmaktı. Ameliyat sonrasında yaşadığım rahatsızlıklar yoğun ve ağır bir ilaç tedavisi ile değil, glütensiz ve rafine şekersiz beslenmeyle birlikte yok oldu. Her geçen gün, şekerin bir zararı daha kanıtlanırken, özellikle paketli gıdaları tüketmekte ısrar etmemek lazım.

Şekeri hayatından çıkarmanın keyfine varan, tatlıları ve hazır gıdaları ara sıra özlese de, vücudunun sağlıklı, huzurlu olmasının kıymetini bilen, bulunduğu durumdan memnun olan ve şükreden insanlardanım.“Şekersiz beslenmek istiyorum ama yapabilir miyim?” diyenler için: İki yıldır şekersiz besleniyorum, isterseniz siz de başarabilirsiniz! Hep söylerim: İhtiyacımız olan beslenme değişikliğini yapabilmek bizim elimizde. İnsanı motive eden ve istikrarı kaçınılmaz kılan; beden ve ruhun olumlu yönde etkilendiğini görmek…

ŞEKERSİZ BESLENME HAKKINDA KISA KISA…

  • Uyanır uyanmaz bir bardak su içtikten sonra kahvaltı yapıyorum. Evden ne olursa olsun, kahvaltısız çıkmıyorum. Ara öğünlerimde meyve, kuruyemiş tüketmeye gayret ediyorum. Öğle ve akşam yemeklerini asla atlamıyorum.
  • Sağlıklı kaçamaklar yapıyorum elbette. Glütensiz, rafine şekersiz, katkısız ürünlerle hazırladığım tatlılar, ekmekler bu kategoriye giriyor. Genellikle sağlıklı kaçamakları kahvaltı ve beş çayı arasında yapıyorum.
  • Şekersiz beslenmek sosyalleşmeye engel değil. Dışarıda yemek yemem gerekiyorsa, bulunduğum mekanı göze alarak, salata, et, balık veya son tercih olarak tavuk tüketiyorum. “Lütfen ekmeksiz, lavaşsız, pidesiz getirin, sos da olmasın.” notuyla siparişimi veriyorum. Tatlı ve kahve aşamasına geldiğimizde ya bir fincan sade Türk kahvesi, ya da filtre kahve tüketiyorum. Yanımda tatlı yenilmesi beni “artık” etkilemiyor. İlk zamanlar pek sevmediğim halde, moralim bozulduğu için bisküvili pastanın karşısında ağlamışlığım da var yoksa…
  • Şekersiz beslenme sadece beyaz şekerden uzak durduğumuz bir beslenme tarzı değildir. Beyaz şekerle birlikte, tatlandırıcıya, agave şurubuna, hindistancevizi şekerine de veda ettim. Hazır olarak satılan glütensiz, rafine şekersiz ibareli ürünlerin etiketine baktığınızda veya üreticisiyle konuştuğunuzda içerisinde tatlandırıcı olarak çoğunlukla bu ürünlerin kullanıldığına rastlayacağınızı söyleyebilirim.
  • Paketli gıdalardan uzak duruyorum. Markete girdiğimde meyve suyu, gazlı içecekler, çikolata, kek, bisküvi, gofret, cips, sakız, hazır çorbalar, hazır soslardan satın almıyorum. Evde kemik suyu kaynatıyorum, yoğurt mayalıyorum, turşu yapıyorum. Üstelik bunlar kısa sürede hazırlayabileceğiniz, sadece beklemesi gereken gıdalar. Kaynattığım kemik suyunu buzluğa kaldırıyor, bulyon olarak kullanıyorum. Markette, sebze ve meyve reyonuna, mecbur kaldığımda yoğurt dolabına, kurubaklagil, çiğ kuruyemiş reyonuna yöneliyorum.
  • Etiket okuma alışkanlığı kazandım. Ne yediğimizi bilmek, en doğal hakkımız.
  • Tam tahıllı ekmeğin kan şekerini iki yemek kaşığı şekerden daha fazla yükseltebildiğini, ekmek konusunun sanıldığı kadar masum olmadığını bir süredir hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla bu beslenme tarzında ekmek de yer almıyor.
  • Pirinç, patates gibi yüksek oranda nişasta içeren gıdaları çok nadir tüketiyorum.
  • Rafine şeker kullanmadan tatlı krizlerinizi giderebilir, masum tatlılar hazırlayabilirsiniz. Rafine şekeri hayatınızdan çıkarmanın yeterli olmadığını, doğal şeker bile olsa vücudunuzun ihtiyacından fazlasını tüketmemeniz gerektiğini bilmeniz ve bu kurala göre beslenme biçiminizi düzenlemeniz gerekiyor. Tatlıları rafine şeker kullanmadan, hurma ve hurmadan elde edeceğiniz püre, muz başta olmak üzere taze meyveler; kuru dut, üzüm ve kayısı önderliğinde kuru meyveler; keçiboynuzu tozu, fabrikasyon olmayan bal, pekmez gibi tatlandırıcıları kontrollü kullanarak tatlandırabilirsiniz.
  • Şekersiz beslenmenin ilk günlerinde, sağlıklı tatlılarınızı lezzetlendirmek için kullanacağınız meyvelerin şekeri yeterli gelmeyebilir. Fakat zamanla damağınız alışacak, taze ve kuru meyve dışında tatlandırıcı kullanmanıza gerek kalmadığını fark edeceksiniz.

ŞEKERLERİ TANIYALIM

*Glikoz(Desktroz):Üzüm şekeri *Sakkaroz: Çay şekeri(Pancar şekeri) *Fruktoz: Meyve şekeri *İnvert Şeker: Glikoz ve fruktozun aynı oranda bulunması *Maltoz: Arpa Maltı (Şekersiz ibaresiyle satılan ürünlerin hemen hemen hepsinde bulunur.) *Laktoz: Sütteki şeker

Şekersiz sandığımız doğal gıdalarda da şeker var. Gerekli ihtiyacımızı bu gıdalardan temin edebiliyoruz.
Şeker içermediğine dair etikete sahip olan birçok ürün maltoz içermektedir. Tam olarak bu noktada, maltoz ve sakkarozun aynı enerji değerine sahip olduğunu bilmek gerekir.

Not: Ben bir diyabet hastası değilim. Şekersiz beslenmeyi bir hayat tarzı olarak kabul etmiş biriyim. Paylaştığım bilgiler, okuyup araştırdıklarımdan ve tecrübelerimden ibarettir.

 

Zeynep Özcan

 

Zeynep Özcan

Aysha Dergi’nin ilk yazarlarından olan Zeynep Özcan, USLA Akademi Profesyonel Aşçılık Bölümü mezunudur. Yemek yazarı olan Zeynep Özcan Aysha Dergi’deki köşesinde ünlü oyuncu, sunucu ve şeflerle röportajlar yapmaktadır.

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın