Ünlü oyuncu ve sunucu Şebnem Özinal’la annelik, yaşam ve yemek üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Ankara’da başlayıp, Londra ve İstanbul’a uzanan çocukluğu, büyük aşkla bağlı olduğu oyunculuk hikayesi, Karadeniz esintili çocukluk sofraları, annelik tecrübesi, anneliğin beraberinde getirdiği kaçınılmaz, şahane dönüşümden bahsettik. Anneler Günü kutlamasına yakışacak iki sağlıklı, glüten ve şeker içermeyen tarifimiz, okurlarımızın kutlama sofralarına eşlik etmeyi bekliyor.
Tutkuyla başladığınız meslek hikayenizi biliyoruz da, “Şebnem” olarak hikayenizin nasıl başladığını pek bilmiyoruz. Nasıl bir çocukluktu sizinki?
Ankara’da doğdum ben. Bir asker yani memur ailesiydik. Babam askerdi, annem ev hanımı. Bir dönem babamın işi dolayısıyla Londra’da yaşadık. İlkokul birinci ve ikinci sınıfı Londra’da okudum. Sonra yine görev dolayısıyla Ankara’ya döndük. Ardından babam görevinden istifa etti ve ben 8 yaşındayken İstanbul’a taşındık. O tarihten itibaren hep İstanbul’da oldum. O zaman oturduğumuz Göztepe, bir sayfiye yeri gibiydi. Etrafımızda tarihi köşkler falan vardı, bu kadar gelişmemişti. Bahçede oynamayı severdim, hayvanlara düşkündüm. Hala da öyleyim, dolayısıyla kızım Ayşe de hayvanları çok sever. Böcek beslerdim, sahildeki kumlardan topladığım kum böceklerini toplar, eve getirirdim. Hatırladığım, çok mutlu bir çocukluk geçirdiğim… Sakin, uykuyu çok seven, kendi kendine yetebilen bir çocuktum. Üç kız kardeşin en küçüğüyüm. Ablalarımla aramda beş-altı yaş farkım var. Küçüklükte bayağı bir fark gibi duruyor o. Beni aralarına almazlardı, öyle özenirdim, bakardım. Ben hep daha sessiz, daha içine kapanıktım, daha yalnızlığı seven, yalnız kalınca mızmızlanmayan, bebekleriyle oynayan bir çocuktum. Başkalarıyla oynayayım, arkadaş arayayım durumumum yoktu. Zaman ilerleyince ablamlarla çok iyi arkadaş olduk. Hayat ilerleyince aradaki yaş farkı da kapandı.
Annenizle ilişkiniz nasıldı?
Annemle güzel bir ilişkim vardı, babama da yakındım. Zaten kız çocuğu babaya çok düşkün oluyor. Babamı 19 yaşımdayken kaybettim. Kadın ailesi olarak, birbirimize kenetlendik. Hala çok düşkünüz. 20 yaşındayken işim dolayısıyla başka bir eve taşınsam da, duygusal olarak annemden, ailemden hiç kopmadım. Annem şimdilerde biraz hasta ama birlikte idare ediyoruz. Anneniz nasıl sofralarda büyüttü sizi?
Annem Giresunlu, Karadeniz’in izlerini taşır. Mutfağımız hamsi, hamsili pilav, mısır unlu yemekler, fasulye kavurması, karalahana çok pişer, soframızda yerini alırdı. Bir de annem Karadenizli olmasına rağmen annem acı ve baharatları çok kullanırdı. Sofra adabına dikkat edilen, mutlaka öğünlerin sofrada yenildiği bir aileydik. Özellikle bayram, yılbaşı gibi özel günlerde çok çeşitli yemeklerden oluşan bir sofra kurulurdu. Ege’nin Altınoluk bölgesinde yazları geçirdiğimiz bir yazlığımız vardı. Orada zeytinyağlılarla tanıştık. Ben zeytinyağına öyle bir sardım ki, yumurtayı bile zeytinyağında kırıp yemeye başladım. Zaten artık zeytinyağından başka bir yağ kullanmıyorum yemeklerimde.
Çocukluğunuzdan tadı damağınızda kalan bir lezzet var mı? Ah keşke olsa da yesem dediğiniz?
Annemin yaptığı o hamsili pilavları çok arıyorum. Dışarıda yemek istemiyorum. Aynı lezzette olur mu, temiz olur mu, olmaz mı diye düşünüyorum. Çünkü temizliğine dikkat edilmesi gereken, meşakkatli ve detaylı bir yemektir, siz de bilirsiniz. Bir de, annemin yaptığı bir tatlı vardı, bülbül yuvası. Cevizli harika bir tatlıydı. Annem artık yapamıyor, ona çok üzülüyorum.
ANNELİK VİCDAN AZABI
Annelik kendinizi nasıl hissettiriyor?
Ben planladığım gibi geç anne oldum, 37 yaşlarında. Erkenden anne olsaydım mesleğimle ilgili bir takım şeyler aklımda kalacaktı. Şimdiyse aklımda kalan bir şey yok. Ama şunu tavsiye edebilirim, yaşınızda anne olun. Çünkü geç anne olmanın hem avantajları hem de dezavantajları var. Avantajları; hamilelik bir kadına çok iyi geliyor, vücut, hormonlar, cilt yenileniyor. Ama her şeyin bir yaşı var. Yani vücut yaşından kaynaklanan bir yorgunluk var. Zihnen tahammülsüzlük var. Artık daha kendine dönük, daha rahatına düşkün olmak istediğin zamanda sürekli hareketli olmak durumundasın. Bir yandan da çok çağın gerisinde kalmıyorsun, yetişmeye çalışıyorsun, güncelleniyorsun. Yani planladığım gibi oldu aslında her şey. Sadece aktif olarak mesleğime devam ettiğim için daha az yorgun olmak isterdim. Oyunculuk, yüksek lisans yapıyorum diğer uğraşlarımla birlikte. Ama bir şekilde idare ediyoruz. Annelik çok özel bir duygu. Allah herkese nasip etsin. Bir de bence annelik vicdan azabı… Üşüdü mü, acıktı mı, bir şeyi eksik mi yaptım, sürekli uyurken bile Allah’ım üstü mü açıldı, ben şimdi 3 saat yalnız bıraktım hata mı ettim, dişçiye iki gün geç götürdüm acaba dişimi yamulur, falan diye düşünüyorsun. Sürekli bir vicdani hesaplaşma hali. Belki bu durum ileri yaşta anne olmanın getirdiği bir şey. Daha bilinçli oluyorsun. Genç annelerden duyuyorum, hani arkadaş gibi büyüdük diyorlar. Ama burada büyük bir sorumluluk, kaç yaşında kadınım bu yanlışı yapmamalıyım diyorsun. Bunlar şimdilik yaşadıklarım. Her evrede farklı şeyler yaşanıyor. Bebeklikten itibaren, hamilelik, çocuk doğurmak, uykusuz kalmak, ona bakmak, birtakım konularda empati kurmak, hayattaki değer yargılarını tekrar gözden geçirmek, geçmişinle yüzleşmek hepsi bir süreç. Her annenin hem ruhsal hem duygusal hem bedensel olarak geçtiği hepsi bir aşama. Çok kilo alıyorsun veriyorsun. Hormonların değişiyor, organların yer değiştiriyor. Hep bir değişim içindesin. Bu Allah’ın sadece kadınlara lütfettiği bir şey. Bence kadınlar bu konuda çok şanslı, doğurgan olmak çok özel bir duygu.
KIZIM BANA SABIRLI OLMAYI ÖĞRETTİ
Çocukların eğitime muhtaç halleri bir yana, bana çok öğretici de geliyorlar. Ayşe size neler öğretti?
Ben İkizler burcuyum, çok sabırsızım. Ayşe bana sabırlı olmayı öğretti. Ablam da “Sonsuz bir sabrın var.” diyor. Bunun yanında daha vicdanlı olmak, daha hesapsız davranmayı öğretti. Zaten çok hesaplı bir insan değildim ama daha bencil oluyorsunuz yalnızken. Çocukla paylaştığınız tüm bu durumlar diğer insanlarla olan ilişkinize de sirayet ediyor. Artık insanlarla daha fazla şey paylaşmayı, konuşmayı seviyorum. Ayşe’den önce daha içe dönüktüm, yalnızdım çünkü. Ama şimdi ne kadar insanla konuşsam o kadar fazla şey öğreniyorum. Mesela bugün senden glütensiz tatlıları öğrendim, yarın başka birinden başka bir şey öğreneceğim. Hep, çocuğuma ne öğretebilirim acaba diye düşünüyorum. Çocuk, anne ve babanın aynası oluyor, en azından belli bir yaşa kadar. Tabii ki bir karakterle doğuyor ama o karakterin şekillenmesinde anne babanın çok büyük etkisi var.
Annenizin yemeklerinden, sofralarından bahsettik. Peki anne Şebnem’in sofraları nasıldır?
Benim soframda klasik anne yemekleri vardır. Eşim tencere yemeklerini çok sever. Dolma, İzmir köfte, nohut, mercimek gibi annemizden gördüğümüz yemekleri sever. Ayşe de, katı gıdalara geçmeye başladıktan sonra, püreler, karışımlar, yoğurtlar yaptım. Sebzeye biraz yöneldim, alışsın istedim. Şimdi her şeyi yiyor. Özellikle sebzeleri, çiğ yemeyi sever. Zeytinyağlı kabak da yer, kerevizde. Evde ne pişiyorsa onu yer. Mutfağımızda tavuk pek pişmez, sağlık açısından güvenemiyorum. Ama balığı çok yeriz, fırında yaparım. Kırmızı eti de pek yememeye çalışıyoruz ama Ayşe haftada bir kırmızı et, özellikle kuzu eti tüketsin istiyorum. Fırında sağlıklı yemekler yapıyoruz, kızartmalardan uzak tutmaya çalışıyorum. Evde mutlaka bir zeytinyağlı, bir baklagil oluyor, yeşil mercimek, nohut yemeği veya salatasını çok severim. Kısırı da çok sever ve çok güzel yaparım. Yeşil mercimekli bulgur pilavı da vazgeçilmezimdir.
Mutfağa sık girer misiniz?
Ben hiç mutfaktan çıkmam, sabah uyanır uyanmaz hemen mutfağa girerim. Ahım şahım şeyler yapmasam da, oyalanırım, buzdolabına bakarım, organize ederim. Kuru bakliyat gözünü açarım, eksikleri kontrol ederim. Bir de oyundan döndüğümde herkes uyumuş oluyor, sakin bir zaman dilimi yani. Kapatıyorum kapıyı, hemen bir mercimek çorbası ya da evde bir basit sebze varsa, zeytinyağlı kabak mesela. Yemek yapıyorum. Yemek yapmak beni bir rahatlatıyor, bir rahatlatıyor. O adrenalin bastırılıyor. Yaparken ağzıma bir şeyler atıyorum falan, çok severim yemek yapmayı. Bence dünya yemek üzerine dönüyor. Çekilen filmlerde, yapılan sohbetlerde her şey yemek üzerine. İş anlaşmaları iş yemeğinde yapılıyor, hemen hemen bütün konular yemek masasında konuşuluyor. O yüzden yemek ve mutfak çok önemli insan hayatında.
Unutmadığınız bir anneler günü hatırası var mı?
Var ama hiç romantik değil. Çocukların 5-6 aylarında bir kaka yapamama dönemleri oluyor, bir hafta falan. Çocuğun bir hafta tuvalete çıkamaması demek, patlaması demek. Anne olarak girdiğim ilk Anneler Günü de bu döneme denk geldi. Ayşe’nin karnına yağlarla masaj yapıyorum, birtakım yöntemleri uyguluyorum, olmuyor. Derken, Anneler Günü sabahı bir kaka yaptı, “Allah’ım” diyorum, “Ne harika bir Anneler Günü hediyesi!” Anneler anlar, çok sevinmiştim…
Tiyatroya başlama hikayeniz, tutku kelimesinin karşılığı gibi. Ameliyat sonrası gelen teklifi geri çevirmiyor, o anki durumunuzu saklayıp görüşmeye gidiyorsunuz…
Ah evet, Dormen Tiyatrosu’da hali hazırda devam etmekte olan bir oyuna oyuncu aranıyordu. Ben de güzellik yarışmasına girdiğim sırada Dormen Tiyatrosu’yla tanışmıştım. Yarışma Nisan ayındaydı, Haziran ayında Dormen tiyatrosundan beni aradılar, ben de apandisit ameliyatı oldum. Pazartesi aradılar diyelim, Perşembe’ye çağırıyorlar. Çok cengaverimdir, canım tatlı değildir. “Gelirim” dedim hemen. Ameliyattan bahsetsem, “Bu kız hasta, geçelim” diyecekler. Kalktım, onlara çaktırmadan, içten içe ahlaya uhlaya gittim. 1991 yılıydı, Çılgın Sonbahar diye bir oyun oynuyorlardı, Nevra-Metin Serezli, Cem Davran’ın olduğu beş kişilik bir kadroydu. Ben de o oyunda onlara katıldım. 91 yılından itibaren Dormen tiyatrosunda çeşitli oyunlarda rol aldım. Aynı zamanda İTÜ’de Maden Fakültesi’nde jeoloji mühendisliğinde okuyordum. E tabi okul, biraz devamsızlıktan dolayı sekteye uğradı, kaldım, uzadı derken 10 yılda bitirdim okulu. Toz pembe olmadı tiyatroya başlama hikayem. Tiyatro okulundan mezun olmadığım için biraz tepki aldım. Birkaç yıl sonra Dormen Tiyatrosu’nda okullu olanlar bana karşı çıkıp istifa verdiler. O dönemde biraz zor zamanlar geçirdim gerçekten. Ama sağ olsun Haldun Dormen çok arkamda durdu. “Gitmek isteyen gidebilir ama ben Şebnem’in hem çalışma tarzını hem yeteneğini duruşunu çok beğeniyorum, o yüzden o kalacak.” dedi… Dormen Tiyatrosu 2000 yılında kapandı maalesef. Ardından Dostlar Tiyatrosu’na geçtim. Orada oynadım bir yıl. Sonra Gencay Gürün’ün Tiyatro İstanbul’una geçtim. Sonra da Ali Poyrazoğlu’nun tiyatrosuna geçtim, Ayşe’ye hamile kaldığım için ben üç beş yıl ara vermek durumunda kaldım. Ardından tekrar başladım, şimdi de Ali Poyrazoğlu’yla çalışıyoruz yine.
Tamamla Bizi Ey Aşk’tan da bahsedelim. Nasıl bir oyun bekliyor seyirciyi?
Aralık ayında başladı oyunumuz, üzerinde çok titizlikle çalıştık. Zaten Ali Poyrazoğlu’nun üç yıldır üzerinde çalıştığı bir oyundu. Kadın erkek ilişkileri, evlilikler, boşanma gibi hem zor hem de geçerli bir konusu var. Çok sevildi, çok da izleyici buluyor. Kapalı gişe oynuyor maşallah. Ali Poyrazoğlu, ben, Melih Ekener’den oluşan üç kişilik bir kadroyuz. Biz Ali’yle karı kocayı oynuyoruz. Melih bir psikiyatristi oynuyor. Aslında psikodramayla ilişkileri inceliyoruz. Psikodrama kitaplarından yola çıkarak hazırlandık. Bir de Ali Poyrazoğlu’nun “Tamamla Bizi Ey Aşk” diye de bir kitabı var, oradan da karma bir oyun oldu.