Onu Kocan Kadar Konuş kitabıyla tanıdık. Ardından Kocan Kadar Konuş Diriliş ile neşemize neşe kattı.
Türk sinemasına kalemiyle destek verdi. Okuyucuyu, Şekerfare ve Çevrimdışı Aşk ile bir kez daha kendine çekti.
İnsanı saran, içimizdeki kadını ve erkeği olduğu gibi anlatan Yazar Şebnem Burcuoğlu’na beşinci romanı Süreya Kuaför Salonu’nu sorduk. Burcuoğlu da içindeki çocukla birlikte sorularımızı yanıtladı.
Yeni kitabınız Süreya Kuaför Salonu bizden biri havasını veren, halk dilinden yazılmış bir kitap. Yazar olarak bu üslubu tercih etmenizdeki etken samimi bir toplum olmamız mı?
Ne mutlu bana böyle hissettiyseniz… Bu üslubu tercih etme sebebim samimi bir insan olmam diyebilirim.
Çünkü ancak kalpten, çıkarsızca yapılan bir işin karşılığını bulacağına inanıyorum. Beşinci romanım Süreya Kuaför Salonu, İstanbul’un Kurtuluş semtinde geçen sıcacık bir mahalle hikayesi. Mahalle kültürü ise bizim toplumumuzun çekirdeği, samimiyetin kaynağı.
Tamamen kurgu bir roman yazmak mı daha zor gelir, hayatınızdan ipuçları verdiğiniz bir eser oluşturmak mı?
Beş romanımın beşi de kurgu. İlk kitabım Kocan Kadar Konuş’ta tamamen kendi aşk hayatımı yazdığımı düşünmüştü okurlarım, Şekerfare isimli kitabımda iş hayatımı… Süreya Kuaför Salonu’nda ise Cemal, Süreyya ve Feza’nın yaşadığını ve onların hikayesini kitaplaştırdığımla ilgili sayısız yorum alıyorum. Bu şahane bir şey! Demek ki samimi ve gerçek yazabilmişim tüm bu hikayeleri. Kendi hayatımdan ipuçlarına gelecek olursam, o zaten cepte. Ama size diyemem ki “Şu karakterle ilgili şu kişiden yüzde yüz esinlendim”. Karakter yazarken hayatıma dokunan herkesi birbirine harmanlıyorum.
Kitapta semt olarak Kurtuluş ‘u seçtiğinizi görüyoruz. Bu hikaye Nişantaşı’nda olsaydı okurun tepkisi ne olurdu?
Kitapta Kurtuluş semtini anlatırken “Fanfirikli Nişantaşı kafelerinin hemen üzerinde yer alan semt” diyorum. Ben altı yıl Nişantaşı’nda yaşadım, son altı aydır da Kurtuluş’la dip dibe olan Bomonti’deyim ve açıkça söyleyebilirim ki Süreya Kuaför Salonu asla fanfirikli bir ortamın hikayesi değil. Benim hikayemde mahalle kahvesi, mahallenin delisi, pencereden sarkıtılan sepetler, iyi günde kötü günde yardım eli uzatan komşular, dostlar var. Bir de o Yeşilçam filmlerindeki gibi bir aşkı yaşatıyor. Yok, bunlar o süsün püsün içinde yaşanamazdı.
İÇİMDE BİR ERKEK ÇOCUĞUYLE BİRLİKTE YAŞIYORUM
Hem kadın hem erkek gözünden hikayeyi ele almak zordur. İkisi de oldukça farklı düşünen yapıya sahipler. Kadın olarak erkek karakterin ağzından yazarken onlar gibi düşünebilmek adına çevrenizdeki erkekleri gözlem altına aldınız mı?
Minyon bir tipim olduğu için dışarıdan hassas ve kırılgan gözükebilirim ama içim öyle değil. Yani evet, elbette ki duygu yüklüyüm ki yazıyorum ama içeride bir erkek çocuğuyla beraber yaşıyoruz. Beşinci romanım Süreya Kuaför Salonu’nda bir erkek karakter, hem de bir mahalle delikanlısı yazmaya cesaret etmemin temel sebebi budur. Bir de kadın, erkek ayırmaksızın tüm insanlara aynı değeri verip herkesi gözlemlerim.
Karakter meselesini irdelediğimizde kitapta çok sayıda karakter karşımıza çıkıyor. Bu insanları aktarmak için dizi/ film gibi görsel örneklerden ilham alıyor musunuz?
Yazmak için çok okuyorum ve çok izliyorum. Hiçbir tür, hiçbir isim ayırt etmeden önüme hangi kitap, film veya dizi gelirse faydalanmaya çalışıyorum. Yazarlık sadece hayal gücünle yapabileceğin bir iş değil. İstikrarlı bir devamlılık için önce kendini beslemelisin, sonra da müthiş bir iç disiplinle çalışmalısın. Şu bir gerçek ki altı boş olan her şey tek atımlık kurşundur.
KİTAPLARIM SEVİLSİN, FİLM DE PASTANIN KREMASI OLSUN
Çocukluktan ve ailevi durumlardan kaynaklı olarak Feza’nın Süreyya’ya duyduğu bir hayranlık var ortada. Bu şefkat duygusu biz kadınlarda büyüyünce neden rekabete dönüyor dersiniz?
Çünkü başkalarıyla karşılaştırılıyoruz. İsteyerek veya istemeden bizi başka biriyle güzellik, başarı, yaşadığımız hayat açısından karşılaştırdıklarında ister istemez “Aslında ben de öyle olabilirdim, ben de hak ettim” diyoruz. Bence bu hayattaki en tehlikeli şey, yani önündeki tabağa değil, yanındaki tabağa bakmak. Kendimi terbiye etmeye çalıştığım yegane şeydir bu. Çünkü yanındakinin tabağına bakarak ne mutlu ne de başarılı olabilirsin.
Kocan Kadar Konuş kitabıyla aylarca çok satanlar zirvesinde kalan Şebnem Burcuoğlu, Datça’da düzenlenen Altınbadem Ödül Töreni’nde halk oylaması ile Yılın Yazarı ödülünü aldı.
Bir gün otobiyografinizi yazacak kadar birikim sahibi olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Bir gün Allah izin verir de seksen yaşına gelirsem, otobiyografimi yazarken şunu düşüneceğime eminim: “Kim bilir daha yaşayacağım neler vardı, bunu yazmak için çok mu erken oldu acaba?”
Süreya Kuaför Salonu karşımıza çıkan beşinci itabınız. Diğerlerinin bir kısmı film oldu. Bu eserinizi de beyaz perde de görecek miyiz?
Önce kitaplarım sevilsin, film de pastanın kreması olsun. Bir yazarın kitaplarının film olması elbette büyük mutluluk, hayırlı olacaksa olsun.
İHTİYACIM OLAN POZİTİF DUYGULARI OKURA AKTARIYORUM
Bütün kitaplarınızın pozitif enerji vermesinin sebebini neye bağlıyorsunuz? İleride polisiye-cinayet türünde bir eser yazmayı düşünüyor musunuz?
Instagram’a koyduğumuz fotoğraflardaki gibi çok mu şahane hayatlar yaşıyoruz, çok mu fitiz, çok mu mutluyuz? Hayır. Hepimizin inişleri çıkışları var. Önemli olan hayatı neresinden tuttuğumuz. Ben, pembe tarafından tutmaya çalışıyorum. Kendi adıma konuşayım, pozitif duygulara çok ihtiyacım var, bu sebeple ben de okurlarıma aynı duyguları vermeye çalışıyorum.
HAYATIMIZA ARIZALARI BİZ SOKUYORUZ
Bir röportajınızda sorunlu erkeklere yönelmemiz annelik içgüdüsünden kaynaklanıyor ifadesini kullandınız. Bunu tadan kadınlar için doyurucu bir cevap olduğunu düşünüyoruz. Ancak yine de ne demek istediğinizi biraz daha açar mısınız?
Hani hep diyoruz ya, “Dünyadaki bütün arızalar gelir beni bulur zaten” diye… Yok, öyle değil o. Biz buluyoruz arızaları. Çünkü serde annelik, tedavi etme, düzeltme, bağrına basma güdüleri var. Bunlara engel olamıyoruz fakat günün sonunda bu mutluluk da getirmiyor. Halbuki bize iyi gelene yönelsek hayat bayram olacak da, kitapta yazdığım gibi, “Düzgün çocuk teorisi gerçek olsaydı, ODTÜ’nün üzerine nur yağardı”.
Elif Sayar