Küresel ısınma geleceğimizi olumsuz etkiliyor mu, yoksa tüm bunlar bir komplo teorisi mi?
‘Dünyamız ısınıyor’, ‘Buzullar eriyor’, ‘küresel Isınma’, ‘iklim değişikliği’… Bu sözleri çok sık duyuyoruz ama ciddiyetini anlayabildiğimiz şüpheli. Tüm bunlar bir komplo teorisi mi yoksa bilimsel birer gerçek mi? Gidişat gerçekten de söylendiği kadar kötü mü? Eğer öyleyse durdurmak için bir şeyler yapabilir miyiz?
Çocuklarımıza gözü kapalı bir gelecek bırakmak bir çok açıdan zor görünüyor. Ancak elimizden bir şey gelmeyeceğini düşünmek, karamsarlığa kapılmak da doğru bir tutum olmayacaktır. Hızla ilerleyen teknoloji, yapay zekâ, aşırı tüketim, organik yaşamdan ve doğadan uzaklaşma bizleri korkutan ancak çağımıza ait gerçekler.
Teknolojiden vazgeçmek veya tamamıyla organik bir yaşam sürmek mümkün değil belki. Ama bu düzenin gezegenimize verdiği müthiş zararı daha aza indirgemek bizlerin elinde.
Küresel Isınmanın Nedenleri
İlk olarak bilimsel gerçeklere göz atarak durumu tüm ciddiyeti ve gerçekliğiyle kavramaya çalışalım. 19. Yüzyılın sonlarından itibaren dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığı 0.9 santigrat derece artış gösterdi. Bu küçük bir rakam gibi gözükebilir. Fakat geçtiğimiz yüzyılın öncesinde böyle bir artış probleminin var olmadığının altını çizelim.
Isı artışı özellikle son 35 yılda kendini belli etti. Öyle ki dünyanın en sıcak beş yılı 2010’dan sonra gerçekleşti. 2016 yılı gelmiş geçmiş en sıcak yıl olarak kayıtlara geçti.
Isı artışının başlıca sorumlusu havadaki karbondioksit ve diğer zararlı gazlar. Bu zararlı gazlar güneşten gelen sıcak havanın atmosfer dışına çıkmasını engellerken “sera etkisi” oluşturuyor. Tabiri caizse dünyamızın etrafı bir battaniye ile çevrelenmiş oluyor. Söz konusu gazlarınsa atmosfere salımının tabi ki sorumlusu biz insanoğluyuz. Bilim insanlarının tespitlerine göre yüzde %95’ten daha büyük bir ihtimalle son 50 yılda insanoğlu sera etkisinin oluşmasına sebep oldu.
Okyanus suları da aynı şekilde sıcaklık artışı gösterdi. Bu sıcaklıkların sonucu olarak da Grönland ve Antarktika’da buzullar erimeye başladı. 1993 ve 2016 arasında Grönland her yıl 281 milyar ton buz kaybetti. Antarktika’da ise her yıl 119 milyar ton buz eridi. 50 yılda kuzey yarım küredeki kar kaplı alanlar azaldı. Yağan karın da daha kısa sürede eridiği gözlendi.
Buzulların erimesi deniz yüksekliğini etkilediği için son yüzyılda dünya genelinde deniz yüksekliği 8 inç yükseldi. Son yirmi yılda görülen yükselme miktarı ise bu oranın iki katı. NASA’nın araştırmalarına göre 1950’den beri Amerika’da görülen yüksek sıcaklık vakalarında artış gözlenirken. düşük sıcaklık vakalarındaysa azalış mevcut.
Sanayi Devrimi’nden itibaren okyanus yüzeyindeki asit miktarı yüzde 30 arttı. Bu insanların atmosfere daha fazla karbondioksit salmalarının ve okyanus tarafından absorbe edilmesinin sonucu…
Atmosferin doğal yapısının bozulmasının doğuracağı neticeleri tespit etmek zor. Ancak bilim insanlarının öngörülerine göre dünya gittikçe ısınacak. Bu ısınmadan bazı bölgeler etkilenmeyebilir. Bazı bölgeler daha nemli olurken bazı bölgelerse daha kuru olabilir.
Yine yukarıda da belirttiğimiz gibi suların ve havanın ısınması buzulları eritecek. Buzulların erimesi ise deniz seviyesini yükseltirken, okyanusları genişletecek. Bu yükseliş sebebiyle Venedik şehrinin 100 yıl içerisinde tamamen sular altında kalması bekleniyor. Yalnızca Venedik değil, dünya çapında birçok ülkenin kıyı şeritlerinin daralması ve bazılarının 2100 yılından önce sular altında kalması öngörülüyor.
Küresel ısınma ve iklim değişikliğinde modanın etkisi büyük. Milyar dolarlık moda sektörü, kirliliğe sebep olan sektörler arasında petrolden sonra ikinci sırada geliyor. Öyle ki dünyadaki sera gazının yüzde 5’ini moda sektörü üretiyor. Bu miktar havacılık sektörünün ürettiği gaz miktarına eşit. Başka bir tabirle bütün bir Rusya’nın ürettiği miktarla aynı. Bu hayli kayda değer bir oran.
Küresel Isınmanın Etkileri
Son dönemlerde fast fashion markaların yaygınlaşması ve tüketimin artması enerji kaynaklarının daha fazla tüketilip israfın da artmasına sebep oluyor. Gerekli ham maddenin üretimi ve büyük miktarlarda su harcanması gaz salımını artırıyor. Naylon, polyester, akrilik gibi sentetik yani doğal olmayan kumaşların üretimi ve bu kumaşların doğaya karışması da çevreyi olumsuz yönde etkiliyor.
Polyester günümüzde en yaygın kullanılan kumaş türü. Polyester ve benzeri kumaşlar fosil yakıtlardan üretildiği için gaz salımı pamuk ve benzeri kumaşlara oranla çok daha fazla oluyor. Geri dönüşüm söz konusu olduğundaysa üretilen materyalin yüzde 1’inden daha azı sektör içinde dönüştürülüyor. Yüzde 13’lük bir kısmı ise farklı sektörlerde kullanılmak üzere dönüşüme gidiyor. Moda sektörünün bu konuda ciddi adımlar atması gerektiği açık bir gerçek. Ufak ama doğa dostu, duyarlı uygulamalar neyse ki mevcut.
Plastiğin geri dönüşümle kumaşlarda kullanılması bu uygulamalardan biri. Pet şişelerden ceketlere, tır tentelerinden valizlere, çiğnenmiş sakızlardan ayakkabılara… Avrupa’da güzel örneklerle karşılaşıyoruz. Türkiye’de hatta özellikle İstanbul’da bu konuya duyarlı firmalar mevcut. Firmalar reklam panoları, çuval ve afiş gibi farklı ürünleri dönüştürerek ürettikleri çanta, valiz, cüzdan ve defterleri Karaköy’deki mağazalarında satıyor.
Bu noktada tüm sorumluk tabi ki sektörün değil. Bizlerin de üzerine düşen görevler var. Daha az sentetik kumaş alarak, doğal kumaşlara yönelerek ve tüketimimizi azaltarak doğamıza verdiğimiz zararı azaltabiliriz. Geri dönüşümle üretilmiş ürünler almak, ihtiyacımız kadarını almak ve israftan kaçınmak faydalı olacaktır.
Talep azaldıkça üretim de ona göre düşecek, kaynak ve enerji tüketimi de bundan olumlu etkilenecektir. Yine talep doğrultusunda firmalar sentetik kumaşlara daha az yer verecektir. Ayakkabı, çanta ve makyaj malzemelerinde de plastik kullanımı azalacaktır. Bizim için küçük görünen bu eylemler fast fashion markaları büyük çaplı değişimlere sürükleyebilir.
Hayat düzenimizi değiştirmek, sahip olduğumuz konfordan taviz vermek çoğumuza zor geliyor ancak sağlam bir gelecek inşa etmek daima fedakârlık gerektiriyor belki de.