İç mimar, müzisyen, besteci ve ressam Büşra Kayıkçı yakın zamanda çıkarmış olduğu Eskizler albümü ile farklı sanat dallarında projelerini hayata geçirmeye devam ediyor. Farklı sanat dallarında beslenen, resim ve müzik alanlarında projelerini gerçekleştirmeye devam eden Büşra Kayıkçı, Aysha okurları için minimalist ve neoklasik eserlerin yer aldığı Eskizler albümünü anlattı.
Öncelikle sizi tanıyalım, Büşra Kayıkçı kimdir?
İstanbul’da doğup büyüdüm. 29 yaşındayım. Üniversite eğitimim iç mimarlık üzerine. İlkokul-ortaokul ve lise hayatım boyunca sanatın çeşitli dallarında eğitimler aldım. Piyano resim bale tiyatro gibi. Kuzguncukta bir ofisim var şu an. Zaman zaman suluboya workshopları yapıyoruz burada. Ayrıca piyano dersi verdiğim bir kaç tane yetişkin öğrencim var. Bu yıl bunlara ek olarak beste çalışmaları, film müzikleri ve bilgisayar tabanlı müzik yapımı üzerine de çalışmalar yapıyorum. Kısacası iç mimarım, müzisyen ve besteciyim.
Minimalist ve neoklasik eserlerin yer aldığı ‘Eskizler’ adlı yeni bir albüm çalışmanız oldu. ‘Eskizler’ albümünün hikayesi nedir?
Eskizler benim ilk albüm çalışmam. Beste, kayıt mix ve master gibi birçok aşamasıyla kendim bizzat ilgilendim. Ev mamulü diyebiliriz yani. En çokta bu yüzden ismi Eskizler aslında, zaten albümün içinde bu isimde bir şarkı yok amacım içeriğini tarif etmeye çalışmak. Eskiz, mimarlık dilinde, henüz taslak halinde, projelendirilmemiş veya uygulanmamış anlamını taşıyor. Piyano için yapılmış bestelerden oluşan 9 şarkılık bir albüm bu. Piyanoda 9 yıl kadar klasik batı müziği ve solfej eğitimi aldım fakat hayatımın enstrümanımın ne kadar esnek olduğunu keşfettiğim bir dönemimdeyim, janra fark etmeksizin. Çoğunlukla bu keşif sürecimle alakalı zaten albümdeki şarkılar.
Çağın ruhunu yansıtan ilk albümünüz ‘Eskizler’ de resim ve mimarlığın nasıl bir etkisi oldu?
Resim yapmak beni motive eden bir aktivite fakat mimarlığın hayatıma olan etkisi daha farklı. Motivasyondan ziyade ilham kaynağı oldu diyebilirim. Evvela müziği algılayış biçimime çok katkısı oldu. Tasarım fakültesinden mezun olduktan sonra, orada size en çok aşılanan şey olan yeni bir dil geliştirmek üzerine odaklanıyorsunuz. Bir soruya cevap vermek, yeni bir söylemle insanların karşısına çıkmak, bu yoldan üretim yapmak gibi. Ben de fakülteden mezun olduktan sonra iç mimarlık kimliğim kadar müzisyen kimliğimle de kendi tarzımda yeni bir dil geliştirme fikrine kapıldım. Bu çağın tasarım disiplinleri bir esere değerini kaybettirmeden soyutlama fikrini de çok yoğun işliyor. O anlamda neoklasik eserler çalışırken hiç zorlanmadım. Klasiği bir süzgeçten geçirmek benim içinde zorlanmadan ilerleyen bir süreç oldu.
Resim ve iç mimarlıkla ilgili ileriye dönük projeleriniz de var mı?
Elbette var. Ben birini bırakıp salt diğerine odaklanma fikrini hiç bir zaman tercih etmedim. Odaklanma anlayışım bu değil çünkü. Hepsini bir arada götürmek temelimde oturtup sürdürebildiğim bir davranış biçimi. Dolayısıyla zaman zaman müzik projeleri ağır basar fakat tam tersi de olduğu olur. Şu anda örneğin kuzguncuk sokaklarının suluboya illüstrasyonlarını yapıyorum bir yandan. Bunu İstanbul’un geneline yayıp İstanbul’la ilgili böyle bir kitap çıkartma hayalim var.