Ben sunuculuğun bir iş olduğunu, tanınmanın bu nedenle ilgi görmenin onun bir uzantısı olduğunu erken fark ettiğim için; kendimi, çevremi sadece işimle oluşturmadım. Beni ben olduğum için tanıyıp seven insanlarla yürüyorum.
Türkiye’de özel televizyonların yayına başladığı dönemlerde sektöre katıldı İnci Ertuğrul. TRT’den sonra özel kanallarla başlayan hem ‘çok seslilik’ hem de belirsizlik dönemine tanıklık etti. Ülkemiz açısından pek çok yeniliğin, hızlı değişim adımlarının atıldığı 90’lı yıllarda medya dünyasında birçok öncü isimle tanıştı, birebir çalışma fırsatı buldu. Meslek hayatında 28 yılı geride bırakan Ertuğrul, yıllardır sürdürdüğü güvenilir yayıncı duruşu ile şimdilerde “Gerçeğin Peşinde” ile ekranlarımızda…
Hayallerinizde sunuculuk-spikerlik mesleği hep var mıydı? Böyle hayalleri olan genç arkadaşlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Ben sadece TRT’nin radyo ve Tv yayınlarını izleyerek büyüyen bir kuşaktanım. Çok iyi bir radyo dinleyicisiydim ve radyo benim çocukluğumun geçtiği yerde (babam bir köy öğretmeniydi) dünyaya açılan penceremdi. Hayal dünyamı okuduğum kitaplarla beraber radyo şekillendirdi diyebilirim. Ve hep merak ederdim “Bu yayınlar nasıl hazırlanır? Kimler hazırlar? Sunanlar kim? Bu kişiler nasıl belirlenir?” diye. Direkt sunuculuk için değil ama programı oluşturan ekipte olmayı hayal ederdim. Sanırım bu duygu çok konuşma özelliğimle birleşti… İnsanın mutlaka hayalleri olmalı. Genç kardeşlerime ne istediklerini iyi tartıp belirlemelerini öneririm öncelikle. Çok şanslılar, istedikleri alanda istedikleri bilgiye hatta kişilere ulaşma şansları var. Yeter ki ne istediklerini bilip gayret etsinler. Sorular sormaktan çekinmesinler. Üniversitedeki öğrencilerim içerisinde sunuculuk yapmak isteyenler çok. Ama kitap okumayan, insanları gözlemlemeyi, onlarla iletişim kurmayı sevmeyenlerin, başaramayanların bu sektörde, kamera önünde şansı yok. Bir de bu mesleğe hobi gibi bakanlar çoğunlukta. Ben mesleğin ve sektörün gerçeklerini görüp, anlayıp ona göre karar vermelerini isterim. İşin gerekleri, hazırlıklar daha sonra.
Radyo geçmişiniz mesleğe başladığınız yıllara denk geliyor. Radyoların eski etkisi devam ediyor mu sizce?
Ben TRT’de spikerlik eğitimi aldım ama Türkiye’nin ilk özel radyosunda çalışarak başladım mesleğe, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kurduğu ‘Radyo Anki’de. Antenden yayın yapması yasaklanınca büyükşehire ait parklarda hoparlörden yayın yapan bir radyoda. Jülide Gülizar gibi bir ustanın yanında eğitilerek… Rahmetle anıyorum. Diğer özel radyolar bizden sonra yayın hayatına başladı. Radyonun belli bir kitle için hala çok özel ve farklı bir yeri var. Ama genel kitleye ulaşan içerikler ağırlıklı olarak müzikten oluşuyor. Söz ağırlıklı programlar çok az. Benim çocukluk-gençlik dönemimde günlük olarak belli saatlerde takip ettiğimiz programlar vardı. Şimdi TV, internet, sosyal ağlar derken radyonun işi zorlaştı. Ama bana sorarsanız radyo yayıncılığı büyülü bir alan hala. Sesin ve kelimelerin gücüyle sizi hayal dünyasında bir yolculuğa çıkarıyor ve yolu siz oluşturuyorsunuz. Keşke biraz daha söz ağırlıklı yapımlar olsa.
YAPTIĞIM İŞ HEM ÇOK GÜZEL HEM ÇOK NANKÖR
Haber, siyaset ya da güncel konularla ilgili basında iş yapan kişiler genelde daha yüksek volümlü ve hararetli kişiler oluyor. Siz naif duruşunuzdan hiç ödün vermediniz, bu durumu neye bağlıyorsunuz?
Böyle düşünüyorsanız teşekkür ederim. Ama yaptığım iş itibariyle benim de çok gerildiğim, tepkilerimi abartılı gösterdiğim zamanlar oluyor. İnsanlara önce sevebileceğim tarafları görmek için bakarım ben. Bu hayatımı da işimi de kolaylaştırıyor. Bir de şunu erken fark ettiğim için şanslıyım; çok güzel ama nankör bir iş yaptığım… Bir anda sizi alıp tepelere oturtabilir çalıştığınız proje, bir anda da tepetaklak olabilirsiniz. Ben sunuculuğun bir iş olduğunu, tanınmanın bu nedenle ilgi gösterilmesinin onun bir uzantısı olduğunu erken fark ettiğim için; kendimi, çevremi sadece işimle oluşturmadım. Beni ben olduğum için tanıyıp seven insanlarla yürüyorum. Tabii ki işimi çok seviyorum ve en iyi biçimde yapmaya çalışıyorum ama ekrandan uzaklaştığımda kendimi boşlukta, bunalımda hissetmiyorum. Bir de eşimin yayıncı olması yükümü hafifletiyor, işle ilgili sıkıntılı anlarımda onun desteği bana yol gösterici ve rahatlatıcı oluyor. Ama ben canlı yayınları seviyorum ve geride kalan 27-28 yılın hemen hemen hepsi canlı yayında geçti..
Gerçeğin Peşinde ciddi bir izleyici kitlesine sahip. Siz neler düşünüyorsunuz programla ilgili?
Kısa süre içinde seyirciden büyük ilgi gördü programımız. Bu elbette beni de ekibimi de gururlandırıyor. Ama bu tarz programlar maraton koşusu gibidir. Kısa süreli işler değil, uzun soluklu yapım türleri. Gerek izlenme oranları gerek dışarıda bana seyircinin söyledikleriyle doğru bir iş yaptığımızı anlıyoruz. Tecrübeli, güçlü bir yapım-yayın kadrosu oluşturuldu ve kanalımız da hep yanımızda, arkamızda bizi destekliyor. Ben de bütün ekibi temsil eden, ürünü seyirciye aktaran kişi olarak işimi en iyi biçimde yapmaya çalışıyorum. Uzun bir mesai harcıyoruz, çok emek veriyoruz.
GÖRÜNTÜMLE DEĞİL, YAPTIĞIM İŞLE VAROLDUM
Ekranla tanışmanız çok küçük yaşlarda olmuş ve biz karşımızda hep aynı İnci Ertuğrul’u görüyoruz. Özel bakım rutinleriniz var mı? Güzelliğinizi neye borçlusunuz?
Gerçekten çok kibarsınız. Yılların benden aldıklarına takılmaktansa, kattıklarına bakmaya çalışıyorum. Öyle kendine düzenli bakımlar yaptıran, bakan biri değilim aslında. Elbette sabah kalktığımda gözaltı torbalarım, çizgiler benim de canımı sıkıyor. Ama her çizgi yaşanmışlıkların izi diye bakıyorum… Yıllardır ekrandayım ve seyirci benim bütün değişimimi gördü, onlardan saklayacak bir şeyim yok. Yüzüme bir şeyler yaptırmaktan biraz korkuyorum; doğallığım kaybolacak, ifadem değişecek diye. Aslında bu konuda epey bir aklımı çelmeye çalışanlar var. Ama ben görüntümle değil yaptığım işle var oldum hep. Şimdi de o tecrübeyle bu programdayım. Hayatı sevmek, düzenli bir yaşam, alkol-sigara gibi kötü alışkanlıklarımın olmamasının faydasını bu yaşlarda görüyorum sanırım. Bir de çalışmak insanı enerjik kılıyor. Yüzümü hemen temizlerim eve gidince. Doğal beslenirim ve bol bol gülerim.
KUTU: KIZIM BENİ BÜYÜTTÜ
Aynı zamanda bir annesiniz. İş hayatını ve anneliği birlikte yürütmeniz, size zorluklar yaşattı mı? Kendinizi nasıl bir kadın ve anne olarak tanımlarsınız?
Ben kadınlığımı kızımı doğurduğumda fark ettim dersem abartmış olmam. Benim için cinsiyet kavramı çok sonra gelir. Önce insan vardır, insani değerler vardır. Ama kızım beni zenginleştirdi, büyüttü. Çok şükür. Elbette önceliğim kızım her zaman. Onunla ilgilenmek, onunla zaman geçirmek, onu geleceğe iyi hazırlamak. Artık 20 yaşında bir üniversiteli. İstediği bölümde, sevdiği alanda eğitim alıyor. Aramızda sağlam bir iletişim var ve bundan çok mutluyum. Hala gece uyumadan önce uzun uzun sohbetlerimizi yaparız. Tabii ki ara sıra tatlı tatlı atışırız da. Çalışan her kadın gibi ben de zorluklar yaşadım. Uykusuzluk, yorgunluk, gitmek isteyip gidemediğiniz yerler… Tembelliğe hasret zamanları ben de yaşadım. Kesinlikle anneliğim, ev kadınlığımdan çok önce gelir ve söyleyebilirim ki açık ara öndedir. Pek hamarat, iddialı bir ev hanımı değilim. Temizlik hariç, her işimi kendim yaparım ama olduğu kadar. Öyle her gün bilmem kaç çeşit yemek yapamam mesela. Kızıma, eşime sormak lazım ama bence varsa bir annelik karnesi sanırım pekiyi alabilirim. Bunu rahatça söylüyorum çünkü benim önceliğim o hayatta. Kadınlığım ise; sanırım ortadan iyiye doğru… Sınıfı geçerim yani…