Eski Bayramları Yaşatmak Elimizde

O eski bayramlar aslında anneannemizin arasına harçlık koyduğu işlemeli mendilinde, dedemizin bayram sabahı özenle taktığı dantel takkesinde, annemizin bayramlık elbisesiyle koştuğu sokaklarda, atalarımızın söylediği manilerde, ahşabın üzerine sinmiş arap sabunu kokusunda ve bizim çocuklarımıza yaşatacağımız neşeli bir bayram sabahında saklı.

Her bayram “nerede o eski bayramlar” temalı bir köşe yazısı okuruz veya mutlaka çocukluğundaki bayramların ne kadar coşkulu ve neşeli geçtiğine özlem duyan bir akrabamızın sohbetini dinleriz. Bayram yaklaştıkça kapıldığımız telaşlar, ister geniş bir ailede geleneksel bir bayram geçirecek olalım isterse de tatili fırsat bilip bir seyahat planlamış olalım yine de kalbimizin bir köşesinde burukluk hissettirmiyor mu?

Sanki bayram sabahından itibaren yaşanması gereken şeyler varmış da biz eksik kalıyormuşuz gibi, ya da bizi biz yapan kimliğimizden bir şeyler eksiliyormuş, çocuklarımız toplumsal belleğinden anılar çalıyormuşuz gibi… Eski bayramlar denilen mit giderek nostaljik bir özleme dönüşüyor, adetlerin ve nesnelerin gerçek olduğu, değerlerin olması gerektiği yerde durduğu ışıltılı ve git gide sokulaşan geçmiş ve o ışıltının parlaklığına uzaktan bakmakla yetinen veya bir huzmesini yakalayıp bugüne taşımaya çalışan bizler… Halbuki, geçmiş ya da tarih tekil bir kütle değil, kendi içinde çelişen, değişen, devinen zamanlar toplamı. Bizim içine mahkum hissettiğimiz ‘şimdi’ o anlı şanlı gördüğümüz tarihin uzantısı olabilir eğer istersek. Bayram şimdiyi geçmişle bağlantılı kılabilmenin, bu topraklara yüzyıllardır ilmek ilmek işlediğimiz kimliğimizi geleceğe taşıyabilmenin ve çocuklarımızın belleğinde bir kültüre ait olmanın tohumlarını ekebileceğimiz bir fırsat aslında. O eski bayramlar aslında anneannemizin arasına harçlık koyduğu işlemeli mendilinde, dedemizin bayram sabahı özenle taktığı dantel takkesinde, annemizin bayramlık elbisesiyle koştuğu sokaklarda, atalarımızın söylediği manilerde, ahşabın üzerine sinmiş arap sabunu kokusunda ve bizim çocuklarımıza yaşatacağımız neşeli bir bayram sabahında saklı. Saklı olanları birlikte bulalım istedik ve sizler için bayrama dair eğlenceli geleneklerimizi derledik.

OSMANLI’DA BAYRAMLAR

Osmanlı Devleti’nde bayram demek bayramlaşma demekti aslında; devlet görevlilerinden mahallelere kadar bayram sabahından itibaren herkes birbirinin bayramını kutlardı, sabahtan akşama kadar köy meydanlarından mahalle camilerine kadar bayramlaşma sürerdi. Herkesin en temiz ve güzel kıyafetlerini giydikleri, çocukların şekerleme ve tatlı yiyebildikleri bayramlara özel eğlenceler tertip edilirdi. Kurban Bayramı etlerin kesilmesi, dağıtılması ve pay edilmesi işleri nedeniyle toplumsal çimentonun sağlamlaştırıldığı ve iş birliğinin arttığı bir festival olarak yaşanırdı. Kurban Bayramı öncesi hane halkının toplu halde hamamlara gitmesi adettendi, başta İstanbul olmak üzere her şehirde Arefe günü hamamlar sabaha kadar açık olurdu. Genelde hamam işi son güne bırakıldığı için, hamamlarda iğne atsan yere düşmezdi. Şekerci dükkânları da geç vakte kadar çalışırdı. Bayram sabahı gün ağırmadan davulcular namaz için halkı uyandırırlardı. Ardından toplar atılarak halk sabah namazına çağrılırdı. Aile reisleri erkek çocuklarını da alarak camiye gider ve sabah namazını kılarlardı. Daha sonra camilerde kürsüye çıkan vaizler, bayram namazı vakti gelinceye kadar camide bulunanlara vaaz ederlerdi. Namazdan sonra genelde birbirini tanıyan insanlar bayramlaşıp mezarlıkların yolunu tutarlardı. Mezarlık ziyaretlerinde, ölmüş büyüklere dualar edildikten sonra herkes evine giderdi. Büyüklerin ellerini öpen çocuklar, daha sonra yeni elbiseleriyle komşuları dolaşırlardı. Bu ziyaretlerde el öpen çocuklara bayram harçlığı ve mendil verilirdi.

Osmanlı Sarayı’nda bayramlaşma töreninin nasıl olacağı Fatih Kararnamesi ile belirlenmişti, sarayda bayramlaşmaya gelecek olan görevliler, kimin nerede duracağı ve hangi sıra ile bayramlaşılacağı, kime ne kadar culüs verileceği bilinirdi. Ayasofya Cami’sinde kılınan sabah namazından sonra Divan-ı Hümayun’da toplanılır, “Aleyke Avnullah” sesleri ile tahta oturan padişah selamlanır ve sırayla etek ya da eşik öpülürdü. Genellikle Sultanahmet ya da Ayasofya Cami’sinde kılınacak bayram namazı için bayram alayı oluşturulur, at üzerindeki hünkarın ihtişamı ve saray erkanının kıyafetleri ile seyrine doyulmaz bir şölen yaşanırdı. Saray’da cirit oyunları gibi oyunalar düzenlenir, kimsesiz çocuklara kıyafetler hediye edilir ve harem kadınları için hediye mücevherler hazırlanırdı. İkramların, pişkeş ve pişmiş kurban etlerinin dağıtılmasının ardından büyük gösterilere sahne olurdu İstanbul; geceleri kandiller ve mahyalar yanar, fişeklerle donanmak düzenlenirdi. Bayramlar At Meydanı gibi büyük meydanlarda hüner sahiplerinin gösterilerini sergilemesi ile kutlanır, devlet erkanı ile halk bu bayramlaşma sayesinde kaynaşırdı.

Bayramlarımızı akraba ziyaretine dönüşmüş bir zorunluluk ya da tatile gidilen bir boşluk olarak görmek yerine böyle bir şenlik gibi kutlamak, bayrama özel eğlenceler düzenlemek ve çocuklarımıza da eski bayramları yaşatmak bizlerin elinde.

İrem U.

Aysha Dergi Yazı İşleri Müdürü olan İrem Uluerciyes, moda, güzellik, stil, güncel konularda yazılar yazıp, alanında uzman isimlerle röportajlar gerçekleştirmektedir.

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın