Geleneksel Türk Sanatları deyince akla gelen Sedef sanatı, Osmanlı’dan günümüze aktarılan en önemli değerlerden. Sedefkar Hilmi Emekli, bu nadide sanatı yaşatmaya gönül veren ve Sedef sanatını yeni neslin de sevmesi ve yaşatması için uğraş veren değerli isimlerden…
Elif Üner
Hilmi hocam öncelikle sizi biraz tanımak isteriz. Bu sanata olan ilginiz nasıl ve ne zaman başladı?
1966 İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise eğitimlerimi İstanbul’da tamamladım. Çocuk yaşlarımda babamla birlikte İstanbul’daki selatin camilerimizi ve padişah türbelerimizi çok defa ziyaret ettim. Bu ziyaretlerimizde camilerdeki ve türbelerdeki tezyinat beni çok etkilemişti. Bu etkilenme beni lise çağlarında sanat yöneltti ve çeşitli sanat dallarıyla ilgilendim. Sedef sanatıyla tanışmamın hikayesi 1993 yılına dayanmaktadır. 1993 yılının Haziran ayında senelik iznimi alarak rahmetli babamın yanına memleketim Boyabat’ın Arıoğlu Köyü Börüklü Nahiyesi’ne gittim. Köyümüz küçük ama manzarası da bir o kadar güzeldir. Bir gün sabah namazımı kıldıktan sonra kuşluk vaktine kadar Kur’an-ı Kerim okumak istedim. Kur’an-ı Kerim’i elime aldım, bakalım bugün hangi ayetlerle karşılaşacağız dedim. Okumaya başladığım ayet Hz. Davud (A.S.)’un el emeği ile rızkını kazandığından bahsediyordu. Sonrasında karşımıza çıkan hadisi şerifte ise Hz. Peygamberimiz (S.A.V) şöyle buyuruyordu. “Rızıkların en hayırlısı el emeği ile kazanılandır. Peygamber Davud elinin emeğini yerdi.” Bu beni çok etkilemişti. O kadar etkilendim ki elimi açıp “Ya Rabbim Peygamber Davud gibi elimin emeği ile rızkımı kazanacak bir iş nasip et” dedim ve duamı büyük bir huzurla bitirdim. Bir sene sonra Sedefkar Enes Türk Bey ile karşılaştık. Kendisi benden Hüsn-ü Hat cinsinden bir yazı yazmamı istedi. İsteğini yerine getirdim, yazdım. O esnada kendisine ne işle uğraştığını sordum. Sedefkar olduğunu söyledi. Bu işi nasıl öğrendiğini sorduğumda babasının antikacı olduğunu ve babasının yanında antika eşyaları tamir ederek öğrendiğini söyledi. Sedef işçiliğini bana da öğretmesini rica ettim. Enes Bey bana bir kıl testere hediye etti ve deneyimlerini büyük bir cömertlikle benimle paylaştı. Böylece yok olmaya yüz tutmuş sedef sanatıyla tanıştım.
Nasıl bir eğitim sürecinden geçtiniz?
Enes Bey’den usta-çırak ilişkisi ile sedef sanatını öğrenmeye başladım. Uzun yıllar araştırma ve malzeme temini gibi konularla uğraştık ve sedef sanatının çok kıymetli bir miras olduğunu gördük. Enes Bey ile sedef işçiliğini yansıtan tarihi camilerimiz, türbelerimiz ve saraylarımız başta olmak üzere birçok yapıyı çok defa teknik açıdan ziyaret ettik. Bu yapılardaki sedef işçilikli ürünleri yerinde inceledik. Müzelerimizde teşhir edilen sedef işçiliğini yansıtan örnekleri çok defa inceledik. Bu anlamda Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde teşhir edilen sedef işçilikli ürünler bize çok şey kattı.
Sedef nasıl bir malzemedir, nasıl temin ediliyor?
Sedef aslında pahalı bir malzemedir. Malzemesi her yerde bulunmaz, bulunduğu yerlerde de pahalıdır. Sedef en temel tanımıyla istiridye kabuğudur. İstiridyelerde kabuklar üç tabakadan oluşmaktadır. En dıştaki tabaka kitine benzeyen Conchioli maddesinden yaratılmıştır. Orta tabaka kalsiyum karbonat kristallerini taşımaktadır. En içte ise Koşiyolin maddesi ile kalsiyum karbonat tabakalarının paralel dizilmesiyle sedef tabakası oluşmaktadır. İstiridye denizden çıkarıldıktan sonra kabuklar açılarak içleri boşaltılmaktadır. Boşaltılan kabukların iç tarafı sedef olarak kullanılmaktadır. Denizlerden çıkarılan istiridyelerden elde edilen sedef tatlı sulardan elde edilenlere göre daha güzel görünüşlü ve daha dayanıklıdır.
İstiridye özellikle sıcak sularda sıkça rastlanılan bir malzemedir. Bu anlamda Filipinler ve çevresi istiridye ticareti için zengin bir bölgedir. Çeşitli araçlarla istiridye kabuğunun yani sedefin ithalatını gerçekleştirmekteyiz.
Tarihsel süreci içerisinde sedef nerelerde kullanmaya başlanmış?
Sedef malzemenin kullanımı oldukça eskiye gitmektedir. Mezopotamya bölgesinde 4500-5000 yıl öncesinde ahşap işçiliğinde sedef, fildişi, kemik gibi malzemelerin kullanıldığını arkeolojik verilerden ve kaynaklardan takip edebiliyoruz.
Osmanlı sanatı içerisinde ise sedefin bir saray sanatı olduğunu söyleyebiliriz. Sarayda Ehl-i Hiref Teşkilatı içinde yer alan kişilerin elinde gelişmiş bir sanattır. Bilindiği gibi sedef malzemenin kullanım alanı Osmanlı dünyasında çok yaygındı. Ahşap kapı ve pencere kanatları ve vaaz kürsüleri başta olmak üzere ahşap sanduka korkuluklarında, padişah tahtlarında, Kur’an-ı Kerim mahfazalarında, mücevher kutularında, kılıç kabzalarında, ahşap kavukluklarda, saltanat kayıklarında, aynaların ahşap çerçevelerinde, sehpa ve masalarda, cilt kapaklarında ve rahlelerde sedef işçiliği görülmektedir. Aslında örnekler çoğaltılabilir. Öyle ki arşiv vesikalarında yapmış olduğumuz araştırmalarda şehzadelerin ahşap oyuncaklarında dahi sedef malzemenin kullanıldığını biliyoruz.
Sedefkar eserini nasıl işler, eserler nasıl meydana geliyor? Tasarım aşamaları nasıl ilerliyor?
Sedef işçiliğinde üç aşama önemlidir. Bu aşamalardan ilki yapılacak eserin tasarım aşamasıdır. Söz konusu eserin geçmişle bir bağının olması ve geleceğe de miras bırakabilecek bir kalitede olması için tasarım önem arz etmektedir. Tasarım için yapılacak incelemelerde filetoların düzeni, hendesi ve nebati motiflerin desenleri büyük bir özenle seçilerek tasarım için düzenlenir. Tasarımda dikkat edilmesi gereken konular yapılacak eserin kullanım alanına göre değişmektedir. Bundan dolayı yapılacak eser üzerinde hassas bir tasarımın uygulanması gerekmektedir. Özellikle Osmanlı devri tasarımlarından faydalanmak ve incelemek kendi tasarımımıza yön vermektedir. Sedef işçiliğinde ikinci aşama malzeme teminidir. Söz konusu tasarıma göre filetoların imalatı, sedeflerin kıl testere ile hassas bir şekilde istenilen formlara göre kesilmesi ve diğer malzemelerin temin edilmesi gerekmektedir.
Son aşama ise tasarım ve malzemesi hazır olan parçaların birleştirilmesidir. Bu aşamada alanında iyi yetişmiş sedefkarın bilgi, birikim ve becerisiyle tasarıma uygun şekilde malzemeler zemine yerleştirilir. Malzemelerin yerleştirilmesi birkaç farklı şekilde olabilir. İlk sedefin oyulan zemine yerleştirilmesi yani kakma tekniğidir. İkincisi ise sıvama tarzı olarak adlandırdığımız yani tüm malzemeler ahşap zemini kapatacak şekilde yüzeye yapıştırılır ve zımparası yapılıp cilaya hazır hale getirilir.
Çok nitelikli bir atölyeniz var ve çok kıymetli işlere imza attınız. Bugüne kadar yaptığınız işlerden bahseder misiniz?
Atölyemizde birlikte çalıştığımız arkadaşlar kendi alanlarında profesyonel kişilerden oluşmaktadır. Sedef sanatına verdiğimiz değeri göstermek amacıyla atölyemizde iyi işler başarmaya çalıştık. Bu işlerden simgesel olarak en önemlilerinden biri Ayasofya Camii’nin yeniden cami işlevi ile Temmuz ayındaki açılışı için Sayın Cumhurbaşkanımızın siparişi üzerine yapmış olduğumuz Kur’an-ı Kerim mahfazalarıdır. Ayrıca Cumhuriyet döneminde inşa edilen İstanbul’un en büyük camisi olma özelliğin taşıyan Büyük Çamlıca Camii’nde görülen sedef işçilikleri de atölyemizin ürünlerindendir. Bunun yanı sıra Kepez Çelebi Sultan Mehmed Camii, Ahmed Hamdi Akseki Camii, Alibeyköy Hacı Osman Torun Camii, Ataköy Mimar Sinan Camii’nde de atölyemizin sedefli ürünlerini görebilirsiniz. Osmanlı’dan bize miras kalan yapıların sedef işçilikleri üzerine de restorasyon çalışmalarında bulunduk. Süleymaniye Camii’nin cümle kapısındaki sedefler, Sultan I. Abdülhamid Han Türbesi’ndeki sanduka korkulukları, Laleli Camii’nin Hünkar Mahfili katındaki kapı kanatları, Beylerbeyi Camii’ndeki ahşap minber ve vaaz kürsüsünün restorasyon çalışmaları görev aldığımız çalışmalardan bazılarıdır.
Ülkemizde bu sanatın gelişim süreci nasıl ilerliyor? Sedefkarlık ülkemizden başka nerelerde icra edilmektedir?
Açıkçası ülkemizde özellikle son yıllarda Geleneksel Türk Sanatı’na karşı olan ilginin arttığını düşünmekteyim. Bu ilgi içerisinde sedef sanatı da kendi payını almaktadır. Geçtiğimiz yüzyılın ortalarında ve sonlarında sedef sanatı unutulmaya yüz tutmuş bir durumdayken günümüzde sedef sanatı için mücadele eden çeşitli atölyeler bulunmaktadır. Ülkemizde yer alan atölyeler genellikle kendi bulundukları bölgenin üslubunu yansıtmaya çalışmaktadır. Gaziantep ve Afyon’da bulunan atölyeler daha çok yerel üslubu ilerletmeye çalışırken İstanbul’da Tarz-ı İstanbul olarak bilinen bir üslubun geliştiğini söyleyebilirim.
Sedef sanatı ülkemizden başka İran başta olmak üzere Mezopotamya coğrafyasında, Japonya gibi Uzakdoğu ülkelerindeve Viyana başta olmak üzere Avrupa bölgesinde icra edilmektedir.
Siz günümüzde bu sanatta gelinen noktayı nasıl değerlendirirsiniz?
Sedef malzeme artık sadece tarihi yapılarda ya da dini yapılarda değil evlerimizdeki mobilyalarda da görülmeye başlandı. Çalışma masalarında, yatak odası takımlarında, salon sehpalarında sedef malzemenin kullanıldığı çeşitli örnekler bulunmaktadır. Aslında bu durum bizim için heyecan verici. Zira sedef sanatına ilk başladığımızda unutulmaya yüz tutmuş bir sanatla karşılaşmıştık. Çok şükür şimdi genç kardeşlerimiz başta olmak üzere her çeşitten insan sedef sanatının farkında.
Bu sanata ilgisi olanlara öğrenmek isteyenlere ne tavsiye edersiniz?
Sedef sanatına ilgisi olanlara öncelikle tarihe, tarihi eserlere, sanat eserlerine ve Geleneksel Türk Sanatlarına sahip çıkmalarını tavsiye ederim. Çünkü sanat kökleri geçmişe dayanan günümüze kadar güzelliklerini muhafaza eden çok kıymetli bir vasıtadır. Bu güzellikleri ihya ve inşa konusunda büyük bir gayretle sahip çıkılmasını tavsiye ederim. Gelecekte güzel eserler bırakmaları için kendi mesleklerinin yanı sıra bir sanat dalıyla uğraşmalarını hatta sanat dalının meslek olarak seçmelerini öneririm. Kültür ve sanat eserleri bir toplumun somut ve soyut kimliğidir. Bu kimliğin yok edilmesine müsaade etmemek gerek. Geçmişte yapılan eserlerle gurur duyuyorsak, ecdadımızda minnettar oluyorsak, gelecekte de bizim yaptığımız eserlerle minnettarlık duyulacak bir güzellikte eser üretme bilinciyle hareket etmemiz gerekmektedir.