Sanat uçsuz bucaksız keyif dolu bir yolculuk… Bu yolculukta pek çok farklı seçenek olsa da Serap Onur’un vazgeçilmezi Minyatür Sanatı ve ona duyduğu tutku olmuş. Minyatür Sanatına hissettiği bu güçlü hayranlığını bakın bizlere nasıl anlattı…
Esra Demirbaş
Serap Hanım öncelikle bize kendinizden kısaca bahseder misiniz?
1971 Ankara doğumluyum. Çocukluğumdan beri kendimce resim yapıyorum. Okul hayatım boyunca sevdiğim, kaçtığım yer hep o dünya oldu. Lise bittikten sonra ilk desen derslerimi aldığım İsmail Gümüş hocam, harika bir öğretmen, sanatçı ve yazar oluşu ile o dönemde ufkumu açtı. Gazi Eğitim Fakültesi’nde Grafik Anasanat Dalı’nı kazandım ve dereceyle bitirdim. Sonrasında grafikerlik yaptığım, resim yapamadığım o dönemlerde içimdeki boşluk hissi gittikçe büyüdü.
Ardından 1999 yılında Serap Demirağ girdi hayatıma. Hayran olduğum, takip ettiğim bir sanatçıydı. Bir yanımı aydınlatan, parlatan kişidir. Aynı zamanda denizatlarının büyüsüne kapıldığım, bıkıp usanmadan resimlerini yaptığım yıllar. En çok da deniz altının bana verdiği o sonsuzlukta özgürce dolaşmayı sevdim ve ağaç-insan biçimleriyle denemeler yaptım.
Ve sonra geleneksele göz kırpmaya başladığım ve beni bir şekilde hep içine çeken camaltılar dönemi başladı. Bir hoca olmadığı için gittiğim cam boyama kursundan öğrendiklerimle deneme yanılmalar yaparak geliştirdiğim teknikle tavuskuşları ve gemilerimi yaptım.
Minyatür ile tanışmanız nasıl oldu?
Minyatüre ilgim ilk kez, hocam da olan Taner Alakuş’un minyatürlerini görmemle başladı. Yine arayışta olduğum bir dönemdi. “Burada benim için kocaman bir dünya var”, dediğim büyülü bir andı. Minyatürün eksik parçam olduğunu o zaman anladım. Meşakkatli bir sanat, kavramak ve uygulamak uzun zaman aldı.
Geleneksel sanatların her dalı disiplinli bir çalışma ister. Hoca öğrenci uyumu önemlidir. Aynı pencereden bakıyor olmak ve bu uzun yolculuğa beraber çıkabilmek gerekir.
Her biçimi ayrı güzeldir; bulutu başka, çiçeği başka, balığı başkadır minyatürün. En çok sevdiğim özelliklerinden biriyse perspektif olmayışı ve boyutsuzluğu. Bence çok fantastik bir dünyası var ve tam olarak örtüştü benimle. Bir adamın yanına onun kadar bir çiçek koyabilmek bence çok eğlenceli.
Özel bir şey olmadığı sürece her gün uzun saatler çalışırım. Bunu yapabiliyor olmamın tek nedeni çok sevmek tabii. Ürettikçe daha çok üretmek istiyorsun. Yeni hayaller, araştırmalar, denemeler derken bir bakmışsınız saatler geçmiş. Sonra fırçanız, boyanızla kaybolmuş gitmişsiniz yaptığınız kurgunun içinde. Bence minyatür sihirli bir iksir, içtikçe daha çok içmek istediğiniz ve hiç doymadığınız.
Bir eseri bitirmek bazen aylar alıyor. Bu sanatın teknik özelliklerinden dolayı çok hızlı üretemiyorsunuz. Ama hayaller durmuyor tabii. Haritadaki kulelerin arasında süzülürken, aklınız hayalinizdeki ejderhanın peşine düşer; sonra onu planlarken karşınıza bir Osmanlı askeri çıkar; onu ben nasıl yapardım derken bir bakmışsınız çizmişsiniz. Bütün bunlar olurken o anda çalıştığınız şey o kadar keyiflidir ki bir yandan bitirip yeni heyecanın peşine düşmek isterken, öbür yandan bitmesin biraz daha oynayayım içinde dersiniz. Bu öyle peş peşe akıp giden tatlı bir rüya gibi bir şey… O düşsel nahif yapı içinde bana da elimdekilerle neşeyle dans etmek kalıyor sadece.
Minyatüre Türkiye’de ve dünyada ilgi nasıl?
Türkiye’de son yıllarda artan bir ilgi var minyatüre ve bunun gittikçe daha da artacağına inanıyorum. Ama genel olarak dünyaya baktığımızda maalesef böyle bir durum yok.
Peki, özel ders veriyor musunuz?
Ders almak için çok istek var, hatta başka şehirlerden de yazıyorlar keşke burada olsaydınız diye. Çok keyiflidir atölye ortamında birlikte çalışmak. Bir başlayan kolay kolay bırakmak istemez. Ama minyatür hobi olsun diye yapılacak bir sanat değil. Öğrenmek uzun yıllar alıyor, çok sevmek ve istemek lazım. Pandemiden önce hem Kültür Bakanlığı Geleneksel Sanatlar Kursları’nda hem de özel atölyemde minyatür eğitimi veriyordum. Şimdi iki – üç kişilik küçük gruplarla ve online birebir derslerle öğretmeye devam ediyorum.
Çalışmalarınız sergileniyor mu? Nerelerde sergilendi/ sergilenecek?
Grup sergileri oldu ama henüz minyatürlerimle kişisel sergimi açamadım. Pandemi nedeniyle de bütün planlar değişti ve ertelendi. Bu Haziran ayında yine bir grup sergisinde yer alacağım. Sonbahara ertelenen Yeditepe Bienali var; bir de gelecek sene Bodrum’da kesinleşmiş bir kişisel sergim var. Şu anda da ikincilik ödülü aldığım minyatürüm Üsküdar Bağlarbaşı Nevmekan’da sergilenmeye devam ediyor. Önümüzdeki sezon için başka planlar da var ama zaman gösterecek.
Aldığınız ödülden bahsedelim?
Üsküdar Belediyesi’nin düzenlediği ‘Üsküdar’ konulu yarışmada Evvel-Ahir isimli minyatürümle ikincilik aldım. Yaşadığımız günlerin etkilediği sanatçılardan oldum ve bu süreçte çok üretemedim. Yarışma süresi de çok kısaydı. Eski çalışma tempoma geri dönmek adına kendime ve zamana meydan okumak için girdim. Farklı teknikleri de birleştirdiğim resmimle de hayalime çok yaklaştım. Üsküdar’ın her köşesi ayrı güzel ve çok önemli mimari yapılar var. Panoramik olarak Üsküdar’ a baktığım tasarımda, buranın çok eski bir yaşam merkezi olduğunu da vurgulamak için yıkıntı ve buluntularla denizaltı atmosferini tasarımımda birleştirmek istedim. Çok detaylı bir çalışma oldu. İçinde tatlı detaylar ve espriler gizlediğim minyatürü Nevmekan’da görebilirsiniz; tabii büyüteç şart.
Kişiye özel çalışmalar yapıyor musunuz?
Yapıyorum tabii ama benim ortaya koyduğum tarzın içinde. Onlar sadece içinde ne olmasını istediklerini söylüyorlar. Sonrasında ben özgürce çalışabilmeliyim.
Çalışmalarınız çok ilgi çekici… Nelerden ilham alıyorsunuz?
Yaşadığım her şeyden besleniyorum aslında. Tabii temel ilham kaynağım her zaman ve her şeyiyle deniz. Çok detaycı biriyim ben; çok inceler, araştırırım. Sonra kafamda bir sürü hayal uçuşur durur. Her şeydeki güzelliği fark etmek isterim. Masalsı dünyalar kurmayı ve içinde aşk olan her şeyi seviyorum.