Üç aylar, kandiller ve ardından Ramazan… Kutsal bir zaman tüneline girdik. Kimine göre çile ayları, kimine göre safa!… Ama, her şeyin ötesinde ‘‘murakabe’’ ayları. Murakabe, en basit, daha doğrusu yalın ifadesiyle Allah’ı düşünmek, O’nun seni izlediğini algılayıp O’nu hissetmek. Bundan daha güzel bir hâl olur mu?
Mim Kemâl ÖKE
Kandiller işte bu takvim(in) akışında bize trafik ışıkları gibi uyarıcı ve hatırlatıcı vazifesi görürler.
Mevlevi tabiriyle ‘‘çerağ’’ dır onlar. Yine Mevlevi deyimiyle kandiller ‘‘çerağ(ımızı) uyandırırlar.’’ Başlatmak manasında kullandık.
Her kandilin kendine özgü bir manası vardır. Mesajı vardır; o ayrı…
Asıl vurgulamak istediğim, ‘‘kandiliniz mübarek olsun’’ diye temennilerde bulunurken, neyi/neleri kastettiğimizin iyice anlaşılmasıdır.
Allah, Elest bezminde içinize nurundan üflemiş, sizi bedenleyip alemi şehadete (dünyaya-cisimler evrenine) salmıştır.
O nur, bir kandil ise; siz öyle bir kandil taşıyorsunuz. Siz de belki bir kandilsiniz.
Dünya bir yerde süfli bir alemdir.
Masiva, yani dünyevi işler o kandili nur yansıtamayacak şekilde söndürmüşse, Üç Aylar’ın kandilleri size o çerağı uyandırmanız gereğini hatırlatır. Hatırlatmalıdır.
Kendi çerağını (yine Mevlevi tabiriyle) ‘‘agâh eyle’’, uyandır, uyanık tut. Canlandır. Yak anlamında…
Ey insanoğlu, sen kendini sanma küçük; sen de bir nur kandilisin fıtraten, iş; bu dünyada onu alevlendirmeye kalmış.
Cehennemin ateşlerinde yanmadan o ateşi, başka bir deyişle kalbindeki o koru yeniden kıvılcımlaştır.
Gönlün yansın Allah aşkıyla…
Tutuştur beytini. Kalp kandilinin fitili muhabbettir. Aşktır. Aşk, insanı nefretten, egodan, bencillikten azade kılan ‘‘anti-oksidan’’lardandır; kullan onu.
Aşk, bir kandil simidi gibidir. Öyle bir ‘‘nimet’’ ki hayat(ınızı) kurtarır. Cankurtaran simidinizdir! Sizi dünyanın hile, hurda ve fesatlıklarına bakmaktan çekip alır; sırat-ı müstakim’e, doğru yola, Allah adresine taşır. O kandil sizin yolunuzu (tasavvufi manada arz ediyorum) aydınlatır. Çukura, Hz. Yusuf’un düştüğü kuyulara yuvarlanmanızı engeller. Gözünüzün önünü aydınlatan ışık, aslında içinizdedir.
Onu yakarsanız basiret sahibi de olursunuz.
Vücudunuza o sıcaklık yayılırken muhabbetullahın cisminizi ‘‘istiva’’ ettiğini fark edersiniz.
‘‘Nur’’ dan bir kandile dönüşmek, yanarak olurmuş. Yan ki ışığından başkaları da yararlansın. Karanlıkta kalanları o korku tünelinden kurtaracak yeşil ışık ol! Dünyada bir hizmetin olsun. Sokakları bile lambalar aydınlatırken, sen ne diye kenarda duruyorsun? Geceni gündüze dönüştürecek gayreti göster hele, gelir o niyetinin ardından ‘‘himmet’’.
Veliler, ehl-i haller, Allah aşıkları, onlara nasıl hitap ederseniz edin, yani o mübarekler ısısına ve tabirimi mazur görürseniz voltajına göre birer ‘‘nur kandili’’dirler. Yanarlar. Yandıkça yakarlar. Sizin kendi kandilinizi de yakacak ‘‘kibrit’’ onlardır. Onlardadır.
Göğsünüzü şerh edip, İnşirah Sure-i Şerifesi’nde buyurulduğu gibi kalbinizi muhabbetullaha ‘‘inkılap’’ ettirecek ameliyatın cerrahıdırlar.
Ne diyor Hz. Mevlana bir gazelinde: ‘‘Eteğin bulaşıksa eteğimize sarıl, sarıl da Ay gibi ışıktan bir etek vereyim sana; iyi duy.’’
Semazenlerin tennureleri açıldıkça semahanenin kandillerinin altında o etekler ışık saçarlar adetâ. Semazen; aşk(ın) kandili, meşalesi olmuştur, iç gözle bakmayı bilirseniz.
‘‘Onların -mürşitlerin- gözlerinde gizli tesirler, görünmez ateşler vardır; demirlere bile ayna gibi arı, duru, tertemiz olmayı belletir onlar.’’
Hani şu ateşte camı eritip biblo yapanlar vardır ya, öylesi bir işlemden bahsediyor Cenab-ı Pirim.
Divan-ı Kebir okunmalı. Tefekkür edilmeli. Gönle çekilmeli. Yaşanmalı.
İşin hikmeti bellidir.
Dinle Hz. Hüdavendigar’ı: ‘‘Seni cehennemin ateşinden çektim aldım, aşkın ateşine saldım (ki felaha-feraha eresin)’’ diyor!
Nar’dan ‘Nur’a bir dönüşüm.
Evliya mesleği kandil imalatçılığıdır.
Hünerimiz budur!
Allah dostlarının evlerine ya da dergâhlarına vardığınızda köşede bir yerde mutlaka bir kandil vardır. Pek dikkat etmez insancıklar. Ama o bir ‘‘işaret’’tir!
Yanında da bir buhurdanlık vardır. Güzel kokuveren… Kandil ve buhurdan; abdest ve namaz misali ayrılmaz ikilidirler.
Kandiliniz yanınca, öd ağacı gibi koku vermeli.
Kimi yanar gübre misali, tezek kokusu boğar etrafı. O cehenneme kendi dışkı çuvalını taşıyan günahkârlardır herhalde.
Kimi yanar öd ağacı misali, kokularıyla insanı mest ederler. Allah aşkı ile sarhoş ederler.
Ne güzel işlemiş Hz. Mevlana: ‘‘Şu peygamberler, halkın gizli şeyleri iyiden iyiye bilenden bir koku alması için halka öd ağacı kesilmişlerdir. A ayıplar madeni, bir kokuya kaani değilsen sen de yan da kokulara maden kesil. Yandın mı gökyüzü güzel kokuyla dolar; gönül yandı yakıldı mı kalplere vahiy gelir.’’
Der ya hani büyükler; ‘‘Yanmadan olunmaz, olmadan bulunmaz’’ diye, aynen öyledir işte. Eğer gönlünüzün yanmasını sağlayacak bir nur kandili bulursanız ve aşk ateşiyle aklı yakıp kül edebilirseniz, La mekan olursanız, işte o vakit güzel kokular almaya başlarsınız. Hakk’ın tecellilerine mazhar olursunuz.
Değerli okurlarım; bu vesile ile şimdiden hepinizin Ramazan-ı Şerifini en kalbi duygularımla tebrik ediyor, yüce Allah’tan bereketli bir Ramazan geçirmenizi ve tabirimi caiz görürseniz birer ‘‘Nur Kandili’’ olmanızı niyaz ediyorum.