Akasya Asıltürkmen: “Yemek, İçmek, Gezmek, Gülmek; Hayatın Dört Yapraklı Yoncası”

Hayata, işine tutkuyla bağlı, güçlü kadın Akasya Asıltürkmen ile, Kadıköy’ün kültürel zenginliği içinde, renkli anneanne sofralarında geçen çocukluğunu; en büyük tutkusu olan mesleğini, pratik anneliğini, sosyal medyayı kasıp kavuran Akasya Ana YouTube kanalını ve yemeğe olan aşkını konuştuğumuz, tadına doyum olmayan röportajımız, Nolte Mutfak ev sahipliğinde gerçekleşti.

 

Zeynep Özcan

 

Ayın tariflerinden ilki, Akasya Asıltürkmen’in çocukluğundan günümüze en sevdiği yemeklerden biri olan zeytinyağlı enginar. Birlikte pişirirken, içine bir tutam anı, bir fiske de özlem attık. Çocukluktan hatıralarda yer etmiş bir yemeğin malzemesi elbette dört enginar, iki soğan, biraz da tuzdan ibaret olamazdı…

 

Bahar mevsiminin enerjisine, ruhuna uygun ikinci tarifimiz ise lezzeti ve faydalarıyla gönülleri fetheden yoğurtlu bakla. Akasya ve Zeynep usulü bahar tarifleri röportajımızın sonunda sizleri bekliyor…

 

Hayatı birey olarak omuzlamak, müşterek bir yaşama inanmamak… Neden hayatı paylaşmayalım?

Çok etkilendim bu sorudan! Hepimiz hayatı birey olarak göğüslemek durumundayız. Annemizin karnından tek başına doğuyoruz. Dolayısıyla insanın önce varlığını, olduğu gibi ve tek başına kabul etmeyi öğrenmesi gerekiyor. Bu “bencil”lik değil, “benci”liktir. Ve ben, “benci”yim. Bireysel olmamamın sebebi bu. Benci ve bencillik kavramları karıştırılmaya çok meyilli. Hatta zaman zaman eşim tarafından bile karıştırıldığı oluyor. Annelerimiz bizi önce can, sonra canan diye yetiştirmiyor pek. Hep bir bütünün hayrına hareket etmek üzere konumlanmışız. Bütünün hayrına iyi niyetle hareket etmekten bahsetmiyorum. Herkesin iyiliği için susmak, herkesin iyiliği için olanı idare etmek gibi bir yapıdan, bireyi ezen bir toplumsal anlayıştan bahsediyorum. Bunun karşısında birey olarak durmaya çalışıyorum ama dediğim gibi bu çok ince bir çizgi. Bencillik ve benciliği nasıl kelime olarak yazdığımızda sadece bir harfle ayırabiliyoruz, anlam olarak da kendim için her hareket ettiğimde bu bir bencillik emaresi gibi görülebilir. Ben birey olarak hareket ederek önce kendimi tanıyıp sevmeyi, sonra da açtığım o alanda insanları da bunun içine sokup birleşebilmeyi hedeflemiştim. Kaldı ki bunu da yapıyorum.

ANADOLU’NUN BÜTÜN YEMEKLERİ ANNEANNEMİN ELİNDE CAN BULDU, SOFRAYA KONDU

Çalışan bir annenin kızı olmak, hem anne hem anneanne ile büyümek şanslı bir çocuk olduğunuzu düşündürüyor…

Ben çok şanslı bir çocuktum. Çünkü çalışan bir annenin çocuğu olduğunuz zaman, bir kuşak öncesi de işin içine dahil oluyor. Yani anneanne, babaanne çocuğu oluyorsunuz. Babaannemi çok erken kaybettiğim için pek göremedim ama… Anneannemin çocuğuyum aynı zamanda. O yüzden lügatım çok zengin, o yüzden eskiyle bağlantım çok kopmuş değil. O yüzden çocuğumu yetiştirirken hem modern, hem de klasiğim. Bana bilgi 1920’den 1930’lardan anneannemin de anneannesinden, haminnesinden geliyor. Hani köyde yaşlılar ya da anne-babalar çocuklarına tohum bırakırlar ya, işte bilgi de öyle bir şey; tohum gibi çok kıymetli… Anneannem, anneannemin kardeşleri, ablalarıyla büyük evler, yazlıklarda kalabalık büyük sofralarda büyüdüm… Çok şanslı ve birlikte büyümenin tadına varmış, buna rağmen birey olmayı seçmiş bir çocuğum.

 

Kalabalık sofraları donatan anneanne mutfağından neler kaldı hatırınızda?

Her şeyden önce harikulade bir mutfak. Mutfak -tı demeyeyim, hala var. Anneannemin babası Kırım göçmeni, biraz Tatarlık da var. Annesi Selanik göçmeni, Rumeli’li olduğundan oradan gelen bir mutfak kültürü de var. Ortada Tokat’ta buluşmuşlar, o yüzden bir de sağlam bir Tokat mutfağı var. Anneannemin haminnesinden öğrendiği mumbar mı desem, talaş böreği, çiğ börek mi desem, Tokat’ın meşhur yaprak sarması mı desem… İçinde tahılların, mantıların olduğu çeşit çeşit çorbalar mı desem… Anadolu’nun bütün yemekleri anneannemin elinde şekil buldu, can buldu ve önümüze sofraya kondu. Ben de çocukluğum boyunca tadını çıkarttım. Hala anneannemden istediğim yemekler bellidir: Börek, dolma…

 

Çocukluğunuzun büyük bir kısmı Kadıköy’de geçmiş. Üreten insanlarla bir arada büyümenin nasıl bir etkisi oldu üzerinizde?

Yedi yaşına kadar Bakırköy’de yaşadık, ardından Kadıköy’e taşındık. Bakırköy’de doğduğum için çok mutluyum ama Kadıköy’de büyüdüğüm için daha da çok mutluyum. Bir sanata düşkünlük, sanat hareketi vardı Kadıköy ve çevresinde. Biz yazıyor, çiziyor, oynuyor ve müzik yapıyorduk. Birçok müzisyen de oradan çıkmıştır. Aynı yerde dolaşmış, konuşmuş, sohbet etmiş ve birlikte yaratmış insanlardık. Athena Gökhan, Şebnem Ferah, Özlem Tekin, Koray Candemir, bakırköy escort Duman… Biz karşının çocuklarıydık. Bu işler ancak etrafınızda da ilgilenen insanlar varsa yeşerip birbirini görerek daha da güzelleşiyor. Biz öyle bir kuşaktık, inşallah bizden sonrakiler de öyle gelir.

 

YEMEK YAPMAK BİR RUH MESELESİ

Ne şanslısınız. Kadıköy ve Bakırköy; Ermenilerin, Rumların yoğun olarak yaşadığı, kültürel zenginliğin ve paylaşımın sembolü olan semtler. Nasıl güzel bir kültüre tanıklık etmişsinizdir.

Tabii, üst katımızda oturan Valentin Teyzem manevi annem gibiydi. Altlı üstlü komşuluk ilişkilerimiz vardı. Valentin Teyze ve eşi Murat Amcayla hala görüşüyoruz.  Murat Amca’nın annesi Maviş Amasyalıdır. Dolayısıyla Amasya kökenli Ermenilerin mutfağını çok iyi bilirim. İnanılmaz lezzetli macun gibi marmelatları, yemekleri, mezeleri vardır. Ellerinden çıkan topik, en sevdiğim mezedir. Ermeni mutfağı çok güzeldir, Rum mutfağına keşke biraz daha şahit olabilseydim. Şu anda oturduğum Bomonti’de de bunları çok güzel yapan şarküteriler var. Artık ancak şarküterilerden gidip bulup yiyebiliyoruz. Bomonti, Kurtuluş, Feriköy kültürel zenginlik anlamında tam bir cennet.

 

Mutfakla ilişkiniz nasıl? Yemeği yapan olmak mı, tadan olmak mı sizi daha çok mutlu eder?

Mutfak benim için yabancı bir ülke gibi. Çok ciddi bir ilişkim yok, yeni taşındığım evde fırını ve mikrodalgayı hiç kullanmadım mesela. Ocakta yemek yaptım ama fırın yemeği yapmadım. Yemek yapmak bir ruh meselesi. Bahçeciliğe, çiçek yetiştirmeye benzetiyorum yemek yapmayı. Kimi insanların eli çok lezzetlidir, kimi insanların eli yeşildir, kimilerinin de öyle bir el becerisi vardır. Ben lafazım, benim becerilerim başka. Hitabet kabiliyetim var, elim lezzetli değil, biraz yeşermeye başladı. Ama bunlar çok güzel meziyetler, herkes sahip olduğu meziyetini sevmeli ve kıymetini bilmeli.

EN İYİ ANNELİK YAPABİLDİĞİN ANNELİK

Kendinizi pratik anne olarak tanımlıyorsunuz. Nedir bu pratik annelik?

Pratik Anne her şeyin kolayına kaçan değil de, “Kolay yolu bulan anne” diye tanımlanabilir. Bana kalırsa özellikle ülkemizde annelik fedakarlık ve özveri sıfatlarının altında eziliyor. Günün sonunda her şeyin en iyisini yapmaya çalıştığı halde kendini yetersiz hisseden anneler ordusuyla karşı karşıya kalıyoruz. Anneler “Yeterince emziremedim, besleyemedim, doğru ayakkabıyı, doğru bezi seçemedim, geç mi yürüdü, az mı oyun oynattım?” soruları ile akıllarını kaçıracak hale geliyorlar. Bunu da ancak birisi çıkıp, “Kral çıplak” misali “Amaaan boşver! Sıkma canını, ben de yapamıyorum.” diyene kadar rahatlayıp çözemeyecekler. Kimse kimsenin mükemmel annelik serüvenini  dinlemek, ders almak istemiyor. “Acaba onun başına da bunlar geldi mi, hamilelik kilolarını o da mı veremedi?” İşte bunları duymak istiyorlar. Yalnız olmadıklarını bilmek. Ben de bu yüzden sürekli söylüyorum: “Senin canın sağolsun. En iyi annelik yapabildiğin annelik.”

 

 

Pratik anne Akasya’nın pratik tarifleri de var mı?

Olmaz olur mu? Mesela yemek konusunda hep orta yolu tercih ediyorum. Bizim yemek menüsünde ne varsa, Pera da onu yiyor. Tabii ki baharatlarla biraz vedalaşmak zorunda kaldık. Genelde haşlama ve ızgara yiyoruz.

 

“Mutfağıma asla sokmam ” dediğiniz yiyecekler var mı?

Sakatatların bazılarıyla aram pek iyi değil. Yürek, dalak, böbrek filan yiyemem de, pişiremem de. Bir de dışarda yiyebilirim ama işkembe de evde pişemez. Yani kokuya biraz duyarlıyım. Yiyemeyeceğim sebze yok. Hepsini yerim, ayırmam.

 

Tiyatro ve mutfak ikisi de zor alanlar sanki. Birinde insan, diğerinde yemek pişiyor gibi. Sizce benzer noktaları var mı? 

İkisi de her aşamasında özen ve dikkat gerektiriyor. Yemek yapmayı hayattaki her şeye benzetebilirsiniz. Hayatı ele alış biçimi yemek yapmaya çok benziyor. Ümit Ünal’ın son filmi “Sofra Sırları” neredeyse bunun üzerine kuruluydu. Bayıldım.

 

AŞÇILIK HAYATTA EN HAYRANLIK DUYDUĞUM MESLEKTİR

Bir röportajınızda Anton Çehov’un en sevdiğiniz yazarlardan biri olduğunu okumuştum. Çehov’un oyunlarında önemli konuların genelde yemek yerken konuşulduğunu görüyoruz. Sizin hayatınızda da yemeğin böyle bir yeri var mı?

Yemek yemek benim için yaşam biçimi. Yapmak konusuna uzak olsam da, tam bir gurmeyim. Tüm ülke ve dünya mutfağına kısmen hakim olduğumu ve bir lezzetin uğruna dünyanın öbür ucuna gidebileceğimi söyleyebilirim. Sırf yemek konusunda paraya kıyarım mesela. Ama hayatımda yediğim en güzel yemekleri de çok mütevazı, sokak arası dükkanlarda yemişimdir. İyi bir aşçının her şeyine güvenirim. İnsan olarak da kesin mükemmeldir. Daha doğrusu ben daha bunun aksini görmedim. Hayatta en hayranlık duyduğum meslektir.

 

Shakespeare “Hayat, yemek ve içmekten oluşur.” diyor ya hani, siz hayatı nasıl tanımlarsınız?

Yemek, içmek, gezmek ve gülmek. Bence bu dört yapraklı yoncası hayatın… Yemek yiyebilmek, doymak, yediğinin tadına varabilmek… Ne büyük bir nimet!

 

YouTube kanalınız Akasya Ana çok sevildi. Kanalınızın başarısını neye bağlıyorsunuz?

Akasya Ana aslında ihtiyaçtan doğdu. Bu şekilde doğallıkla gelişen her şey gibi kolayca gelişip serpildi. Hamileydim, bilgiye ihtiyacım vardı, işimi bir süre yapamayacaktım ve kendime böyle bir iş icat etmiş bulundum. Konu da gani olunca, tabii rahat rahat içerik çıkardım. Bir de mesleki avantajlarımı kullandım. Herhangi bir konuyu bile çok komik ve eğlenceli anlatabildiğimi görünce, bunun üstüne gittik. Sonra Akasya Abla ve Serdar Baba bölümleri geldi hatta. Akasya Abla’da gençlere tavsiye içerikleri çıkardım. Serdar Baba da, malumunuz eşimin iştirakiyle gerçekleşti. Çok da eğlenceli oldu. Şimdi bir iki şey daha deneyeceğiz. Nasıl olsa kanal benim, ne istersem onu yapıyorum. Bu işi çok sevdim. YouTuber olmak benim en sevdiğim yeni işim.

 

İşine tutkuyla bağlı bir oyuncusunuz. Oyunculuk sizin için ne ifade ediyor?

Oyunculuk benim yaşam biçimim. Hayatımın odağı. Ben her şeyden önce kendimi oyuncu diye tanımlıyorum. Diğer sıfatlar sonra geliyor. Bundan beni tanıyan kimse rahatsızlık duymuyor. Çünkü ben bunu hissettirmiyorum bile. Bir eş ve anne olduğumu da unutmuyorum. Oyuncu eş ve anne ama. Bu sadece onların hayatını renklendiren bir detay.

 

TURNEYE DEĞİL GURMEYE ÇIKIYORUM

Turnelerde şehir şehir dolaşıyorsunuz. Sevdiğiniz lezzet durakları da var mı?

Tiyatro sayesinde çok fazla turne yapıyorum. Turneye değil gurmeye çıkıyorum diyorum. Turnede yemek yemeyi ve mutfağını en sevdiğim şehirler; Hatay, Mardin, Urfa…  Çorum aslında leblebisiyle meşhur olsa da, orada çok ciddi bir Göçmen mutfağı etkisi ve inanılmaz lezzetleri var Keşkek, İskilip Dolma, Hingel en sevdiklerim. Ardından Karadeniz Mutfağı geliyor, o da başlı başına bir efsane. Ege mutfağı ayrı bir olaydır, orada da otlarla yapılan yemekler şahanedir.

 

Annelik, YouTube, oyunculuk, öğretmenlik… Nasıl yetişiyorsunuz, zor olmuyor mu?

Tıpkı yemek yaparken olduğu gibi her güzel şey biraz emek ve beceri istiyor. Benim de çok şükür hayatımı organize etme melekelerim bayağı gelişti. Artık hepsini planlayabiliyorum. Bunu yaparken doğru zamanda ve yeterli desteği de alıyorum. İnsan ne zaman yardım istemesi gerektiğini de bilmeli. Benim de bir sürü yardımcı meleğim var. Süper Mom falan değilim. Sürekli imkanları araştırıyorum ve soruyorum; bundan daha iyi nasıl olur ve başka neler mümkün?

 

Tiyatro oyununuz “İnternette Tanışan Son Çift”ten bahseder misiniz?

İlker Yiğen’le başrollerini paylaştığımız oyunun bu sezon basın bültenini ben hazırladım. Onu paylaşayım; “Aranızda hiç internette tanıştığı biriyle buluşmayan var mı? Peki ya şimdiki eşiyle Facebook’tan tanışan? Tinder’dan konuştuğu çocuk felaket çıkanlar? Evet, devir internette tanışma devri. Kimse artık Üsküdar’a giderken bir mendil bulmuyor, barlarda karşılaşmıyor, kampüste çarpışıp tanışmıyor. Herkes kendi evinde, bilgisayar ekranının karşısında pijamayla oturuyor. İnternetten market alışverişi yapıyor, tanışıyor. Elmas ve Ozan gibi. Onlar kadar uçlarda olmasa da biz de benzer şeyler yaşıyoruz. Bir hayale aşık olmak. Kendinin en iyi olduğunu düşündüğün versiyonunu yaşatmak. İkisi birbirine tamamen zıt, normal şartlarda asla tanışamayacak çiftimizin yaşadıklarını stalk’lamaya ne dersiniz?” “Olduğumuz gibi” ve “Olmak istediğimiz gibi” terazinin iki kefesidir. Ahmet Hamdi Tanpınar”
Sizin de okuduğunuz gibi çok güncel, herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir konusu var oyunumuzun. Ülke genelinde ve Avrupa’da oynamaya devam edeceğiz. Tiyatroseverleri bekliyoruz.

ZEYTİNYAĞLI ENGİNAR

Malzemeler:

1,5 çay bardağı zeytinyağı

1 büyük soğan (küçük doğranmış)

4 adet büyükçe ayıklanmış çanak enginar (limonlu suda bekler halde olmalı)

1 su bardağı bezelye

2 adet orta boy havuç (doğranmış)

1 + 1/2 limon suyu

1 + 1/2 su bardağı su

Tuz

Karabiber

1/2 demet dereotu

 

Yapılışı:

Kararmaması için limonlu suda bekleyen enginarları bıçak yardımıyla dört ayrı parça olacak şekilde doğrayın.

Tencereyi ısıtıp zeytinyağını ekleyin. Biraz kızdıktan sonra soğanı ilave edip hafif şeffaflaşıncaya dek kavurun.

Ardından havuç ve enginarı da soğanların üzerine alın, 1-2 dakika kavurun.

Limon suyunu, suyu, tuzu ve az miktarda karabiberi ilave edin, karıştırıp tencerenin kapağını kapatın. Biraz piştikten sonra bezelyeyi ilave edin.

Enginarlar yumuşayıncaya dek pişirin.

Kıyılmış dereotuyla beraber ister sıcak, ister ılık halde servis edin.

Not: Enginar yapraklarını atmayıp, birlikte pişirin.

 

YOĞURTLU TAZE BAKLA

Malzemeler:

350 gr. taze bakla

2 adet soğan

3 yemek kaşığı yoğurt

3 yemek kaşığı süzme yoğurt

½ çay bardağı zeytinyağı

1 tatlı kaşığı zerdeçal

2 diş sarımsak

Tuz

 

Yapılışı:

Baklayı ayıklayın, kaynar suda yumuşayıncaya dek haşlayın. Haşlanan baklaları soğuk sudan geçirip süzün, soğumaya bırakın.

Bir tavaya zeytinyağı ilave edip kızdırın. Yarım ay şeklinde doğradığınız soğanları ekleyip pembeleşinceye dek soteleyin. Ocaktan almadan hemen önce zerdeçalı ilave edin, ateşi kapatıp soğumaya bırakın.

Derin bir kaba, yoğurt ve süzme yoğurdu, rendelenmiş sarımsakları alın; pürüzsüz bir kıvam elde edinceye dek karıştırın. Biraz tuz ilave edin. Soğuyan bakla ve soğanı ekleyip karıştırın. Dilerseniz hemen tüketebilir ya da buzdolabında dinlendirebilirsiniz.

Afiyet olsun!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ayşe Özgün

Moda ve alışveriş kategorilerinde trend stiller ve markalardaki indirimler, kampanyalar hakkında bilgiler sunar. Sağlık uzmanı olan editörümüz uzmanlaştığı alanlarda farkındalık yaratmayı hedefliyor. İletişim: ayse.ozgun@aysha.com.tr

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın