Amaç, Okul veya Sınav Başarısı Değil, Öğrenme Olmalı

 

Maalesef günümüzde okulun amacı ile sınavların amacı çelişmektedir. Nasıl mı? Okulun amacı ne? Çocukların tartışarak, yaparak ve yaşayarak öğrenmesi. Ama sınav sistemi neyi ödüllendiriyor? Ezberi. Bundan dolayı ‘öğrenme’ gerçekleşmiyor. Öğretmenler ne istiyor? Düşünen çocuk. Ama sınav sistemi neyi ödüllendiriyor? En kısa zamanda yanıt vermeyi. Bu sebeple de okullarda ‘düşünme’ öğrenilemiyor. Öğretmen ne istiyor? Çocuğun ödevi kendisinin yapmasını. Ama neyi ödüllendiriyor? Süreci değil, sonucu. Peki çocuk ne yapıyor? Ödevi başkasına yaptırarak sonuca ulaşmaya çalışıyor. Okullar; çocukları sınava değil, hayata hazırlayan kurumlar olmalı. Daha doğrusu okul, hayatın kendisi olmalı. Okulu değil, öğrenmeyi ön plana çıkartmak gerekir! Yoksa, çocuklar okulu bir süre sonra bir iş olarak görmeye başlar. Neden okula gittiğini unutur. Okulun asıl amacı öğrenmeyi sağlamaktır. Bu yüzden çocuğunuz ile sohbet ederken, öğrenmeyi hep ön planda tutun. Örneğin, “Ödevin var mı?” diye sormayın, “Bu ödevle ne öğreniyorsun?” veya “Birlikte nasıl öğrenebiliriz?”diye sorun.

 

 

Eğer bir çocuk ödevini yapmıyorsa ya da okulu sevmiyorsa, zorla yaptırmaya çalışmayın. Nedenini keşfedin. Ödev mi ilgisini çekmiyor, ödevi anlamsız mı buluyor, seviyesinin üstünde mi yoksa eksiği mi var, keşfedin. Belirtileri değil, asıl sebebi çözün. Aynısı sınav kaygısı için de geçerli. Sınav kaygısının birçok sebebi olabilir ama bunların özellikle iki tanesi sınav başarısı için çok önemli.

 

SINAV KAYGISI

Kaygı, korkunun korkusudur. Aslında ortada o an direkt bir tehlike yoktur ama beyin o korku varmış gibi düşünür ve şimdiden korku duygusunu hissetmeye başlar.

 

Birincisi, ‘hazır olmama’, yani yetersizliktir. Araba kullanmayı yeni öğrenen kişi, trafiğe çıkınca kaygılanır.

 

Öğrencilerde kaygıyı oluşturan ikinci etken de ‘utanç’ duygusudur. Öğrenci şöyle düşünür: “Ben bu sınavda başarısız olursam insanlar beni yargılayacak ve kendimden utanacağım. Başaramazsam, ailemin yüzüne bakamayacağım. Onları hayal kırıklığına uğratacağım.”

 

‘2015 PISA Öğrenci Refahı Raporu’ için çocuklara şöyle bir soru soruluyor: “Sınava hazır hissetsen bile endişelenir misin?” Bizim çocukların %57’si evet diyor. Bu ne demek?

 

Bizim çocukların en az %57’si ‘utanç duygusu’ ile yaşıyor. Çocukların çoğunu endişelendiren aslında sınav değil, sınavın olumsuz olma durumunda başına gelecekler ya da hissedecekleri utanç duygusu. Kaygının sebebi hazır olmama ise bunun için iyi bir hazırlık gerekiyor. Planlı ve programlı bir çalışma. Çok yakındaki bir sınav için geç kalınmış olsa dahi ilerideki sınavlar için bu yapılmalı. Bir öğrenci birçok sebepten dolayı sınava hazır hissetmeyebilir. Bunun nedenini bulmak çok önemli.

Sebep utanç ise ailenin çocuğu olduğu gibi kabul etmesi gerekiyor. Aile, çocuğuna daha önce sınav baskısı yaptıysa ve “Sınav kazanmazsan değerin düşer.” mesajı verdiyse şu anda çocuğa kendisini iyi hissettirmek için bunun tersini söylemek çok işe yaramaz. Çünkü çocuk bu mesaja inanmakta zorlanır. Ama aile kendi hatasını kabul edip, çocuğundan özür dilerse ve yeni bir ilişkinin temellerini atarsa o zaman bu konuşma inandırıcı olur ve çocuk rahatlar.

 

Maalesef, çoğu ebeveyn “Çocuğumu iyi yetiştirmeliyim ve onu güzel bir geleceğe hazırlamalıyım” düşüncesi ile onu şekillendirmeye çalışır. Bu düşünce kaygı yarattığı için ailenin ebeveynliği de kaygılıdır. Doğal olarak çocuk da kaygılı büyür. Bu tür aileler sürekli bir şey yapmaya ve çocuğa bir şey öğretmeye çalışır. Örneğin sürekli doğru yemek yemeyi öğretir. Şekillendirilmeye çalışılan bir çocuk, bütün hissedemez ve dolayısıyla mutsuz büyür.

 

Dahası bu tür ebeveynlik çocuğun gelişimini de engeller. Çünkü anne ve baba kendisini çocuğun eğiticisi olarak gördüğü zaman, çocuğunu kendi seviyesinin üstüne çıkaramaz.

 

Peki ne yapmalı? Çocuğu şekillendirme çabasından vazgeçmek gerekir. Örneğin baba, dört yaşındaki oğluyla basketbol oynuyor. Anı yaşamak ve ‘çocuğuyla olmaktan’ keyif almak yerine, çocuğuna nasıl topu potaya atması gerektiğini öğretmeye çalışıyor. Çocuk topu eline alıp koşunca, baba “Kural ihlali yaptın,” diyor. Oyuna ve dolayısıyla ilişkiye endişe giriyor. Hem ilişkiler bozuluyor,  hem çocuk oyundan keyif almıyor, hem de basketbolcu olmayan baba, çocuğunun basketbol oynama ya da basketbolu sevme potansiyelini öldürüyor. Çocukların aslında tek isteği var; ailesiyle yargısız bir ortamda zaman geçirmek.

 

Halil Cibran ne diyor? “Siz çocuklarınıza benzemeye çalışabilirsiniz ama sakın onları kendinize benzetmeye çalışmayın.”

 

Başka bir anne, çocuğuna duvarı boyuyor diye kızmış. Çocuk duvarı boyamayı seviyormuş ama anne ona bir boyama duvarı sağlamamış. Bu anne ile konuştuğumda, anne bana dedi ki “Ne yani duvarı mı boyasın?” Ben de “Bu sizin amacınıza bağlı,” dedim.

 

Kendi ebeveynlik görevinizi ‘duvar koruyuculuğu’ olarak görüyorsanız boyamasın tabii ki. Ama kendi görevinizi çocuğun gelişimine katkı olarak görüyorsanız o zaman onun boyama duvarı olması gerekiyor. Bu konuşma sonrasında anne çocuğuna bir duvar tahsis edeceğini benimle paylaşıyor. Anne, bir hafta sonra çocuğa tahsis edilen duvarda beraber resim yaptıklarını ve çok mutlu olduklarını söyledi.

Kısacası, kaygısız bir öğrenme için okulu veya sınavı değil öğrenmeyi ön plana çıkarmamız gerekir.  Çocuğumuza bir şey öğretmeyi bırakıp, onu olduğu gibi kabul edip ondan bir şeyler öğrenmeye başlamamız gerekir.

 

Dr. Özgür Bolat

Eğitim Bilimci / Yazar

 

İrem U.

Aysha Dergi Yazı İşleri Müdürü olan İrem Uluerciyes, moda, güzellik, stil, güncel konularda yazılar yazıp, alanında uzman isimlerle röportajlar gerçekleştirmektedir.

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın