Bahadır Yenişehirlioğlu: ‘‘Hayatın med cezirlerine takılmamaya çalışıyorum.’’

Emine Merve Şerbetçi

Derler ki bizim kuşağın insanları ölene kadar birkaç iş değiştirmiş olacak. İnsanların ilgileri ve yetenekleri o kadar çeşitli ki, bir ömür yetmeyecek insanın içindeki hissi tatmine etmeye. Bahadır Yenişehirlioğlu tevellüt olarak bir önceki kuşağa ait olsa da dinamik zihni ve güçlü dimağı ile Y kuşağına taş çıkarıyor.

Yetkin bir hukukçu, emekli politikacı, çok satan kitapların yazarı, Payitaht Abdülhamid dizisinin oyuncusu ve araştırmacı… Bahadır Yenişehirlioğlu ile onu yazarlığa götüren sancılı süreci, oyunculuğunu, kısacası hayatını konuştuk…

Karşımızda çok yönlü bir kişilik var, gerçek ve içi dolu manasıyla. Topluluklar üzerinde yaptığınız çalışmalardan politik maceranıza, yazarlıktan hukukçuluğa adeta birkaç hayatı sığdırmışsınız ömrünüze. Ben bunların içinde en çok politik maceranızı merak ediyorum, sizce o seçimi kazansanız ve politikaya devam etseydiniz mutlu bir Bahadır olur muydu bugün?

Bunu bilmem mümkün değil. Yaşamadığım ve deneyimlemediğim bir dönem ve duygularımın içeriği hakkında öngörü sunmanın ne derece doğru olacağı tartışılır. Ama şunu söylemem mümkün. Şu an bulunduğum yerden son derece memnunum. Ben hayatımda hiç keşke demedim. Bunun için Allah’a şükrediyorum. Kalan işte hayır vardır derler ben de buna inananlardanım. Gerçek manada ürettiğim şeylerden mutlu olduğumu kesinlikle söyleyebilirim. Benim için çok eskilerde kalmış bir anı diyebilirim o günler için.

TASAVVUF İMANI KEMALE ERDİREBİLMEKTİR

Yaptığınız bunca şeyin yanında tasavvuf eğitimi aldığınız yazıyor biyografilerinizde. Nasıl bir eğitim aldınız? Tasavvuf yaşamınıza nüfuz etmiş bir olgu mudur, yoksa İslam’a dair bir felsefe midir sizce?

Bu konuda bilgi sahibi olmayan okurlarımız için kısaca bahsetmek isterim; tasavvufun gayesi şudur; (kulu) Cenabı-ı Hakk’la olan bir dostluğa götürebilmek. Yani tasavvuf, imanı kemâle erdirebilmektir. Tasavvuf; şeriatı kemâle erdirmek, Allah Resulü ile her hususta beraber olabilme gayretidir bana göre. Allah Resulünün kalbî hayatından, gönül dokusundan hisseler almak, aynı Peygamber Efendimizde olduğu gibi rahmet üslûbuyla, bir ölçü üzerinden muhabbetli yaşayabilmektir. Tasavvuf; Kur’an ve sünneti kalbî derinlikle hissedip insanın hayatına tatbik edebilme gayretidir. Bunun sonu da yok tabii ki, zira tasavvuf için “asla sulhu olmayan bir cenk olduğu” söylenir.

Hayatın med cezirlerine takılmamaya çalışıyorum. Ama bu konuda insanoğlunun çok zorlandığını söylemeliyim. Ben de bu doğrultuda kendimce bir çalışma yaptım. Bu konuda yetkin kişiler ile birlikte olmaya gayret ettim. Bu tür konuların çok konu edilmemesinden yanayım. Bunlar özel ve şahsi menkıbe ile ilgili konular. Beyaz Usta Siyah Çırak romanım şahsi menkıbem ile alakalı okurlarımıza bu konuda ipuçları verecektir diye düşünüyorum.

Sosyal medyayı çok etkin olarak kullandığınızı görüyoruz. Nasıl bir kullanıcısınız; profesyonel olarak mı bakıyorsunuz bu mecralara yoksa gün içinde sık sık hesaplarınızı kontrol ediyor musunuz? Hani hep sosyal medyanın hayatımızı negatif etkilediği söylenir ya, katılıyor musunuz bu görüşe?

Sosyal medyayı önemli bir mecra olarak görüyorum ve bunun için ciddi zaman harcıyorum. Okurlarım ve izleyicilerimle direkt ilişki kurduğum en önemli alan ve benim için son derece önemli. Çok ciddi dostluklarım oluştu bu mecradan. Ben bu konuda nasıl yaklaşırsanız öyle karşılık bulursunuz diyenlerdenim. Ben seviyeli yaklaşıyorum öyle de karşılığını alıyorum. Negatif etkilendiğimi söyleyemem.

YAZMASAYDIM İNFİLAK EDERDİM

En merak ettiğim şeylerden birisi hukuktan yazarlığa nasıl geçiş yaptığınız. Yani bu kararı nasıl aldınız, süreç nasıl yaşandı?

Güçlü bir medeniyet inşasında romancılığın çok önemli bir yer tuttuğuna inanıyorum. Edebiyat bir sanattır ve sanattan uzaklaşıldığında toplumun giderek hoyratlaştığını görüyoruz. Hangi fikri yapının temsilcisi olursa olsun fanatizm müthiş bir zehir ve giderek dünyamız daha berbat bir hal alıyor. Kendi kadim tarihinden ve kültür kodlarından kopuş ve savruluş müthiş bir yıkım ve bunu giderek daha ağır hissediyoruz. Kültürel kodlarımızın altını objektif olarak çizip, dün ile bugünü harmanlayarak evrensel bir bakış açısıyla genç neslimize ve geleceğe aktarmak bu yıkımın ve savruluşun önüne geçmek açısından çok önemli. Bu sebeple bu duruşu ortaya koymak açısından edebiyatın ve onun en güçlü dalı romancılığın muazzam gücünü bu sebeple hep hissettim. Profesyonelce yazabilmek adına hukuk mesleğimi radikal bir kararla bıraktım. Bu hiç kolay olmadı. Ama yazmanın büyüsü beni bambaşka bir hale getirdi. Yeniden doğmuş gibiyim. Daha öncelerde de dediğim gibi yazmasaydım infilak ederdim. Ama ilk yazarlık deneyimim 12 Eylül’de rahmetli ağabeyime ölmüş babamın ağzından sahte mektuplar yazmakla başladı diyebilirim. Bir daha da geriye dönüşü olmadı sanırım. İyi ki de olmamış.

Payitaht Abdülhamit yayınlandığı günden bu yana çok konuşulan, hem taraftar hem tepki toplayan bir dizi oldu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu tartışmaları?

İçinde bulunduğum proje son derece önemli bir proje ve doğru bir iş yaptığımızı düşünüyorum. Yıllarca yalan yanlış anlatılmış bir imparatorun gerçek hüviyetiyle anlatılıyor olması benim açımdan gurur verici. Konuşuluyor ve tartışılıyor olması da son derece olumlu.  Avrupa Parlamentosunun dizimizin kaldırılması doğrultusunda önerilerde bulunması aslında yaptığımız işin ne denli doğru olduğunun da bir göstergesi.

Abdülhamid Han’ın en güvendiği, en sevdiği paşası Tahsin Paşa karakterini de yorumlamak ayrı bir mutluluk kaynağı benim için. İnanılmaz büyük kitlelere ulaştı canlandırdığım karakter 7 den 70’e müthiş bir hayran kitlem oluştu ve bununla gurur duyuyorum.

Birçok ülkede halklar ve toplumlar üzerine çalışmalar yaptınız. Bu araştırmalar bir yazar olarak size ne kattı?

Pek çok şey. Dünyayı ve üzerinde yaşayan insanları tanımak ve onlara temas etmek insanoğlunun gelişimi açısından son derece önemli. Bu, sizi fanatizmden kurtarıyor. Daha vizyoner ve daha gani gönüllü olmanızı sağlıyor.

OSMANLI ÖRNEĞİNİ GÖZDEN GEÇİRMEMİZ GEREKİYOR

“Bazı yaralar iyileşmez” diyorsunuz, ben de bunun toplumsal olayların sebep açtığı yaralar olduğunu düşünüyorum nedense. Kamusal olanın üzerimizdeki etkisi belki de kontrol edemediğimiz için bizi bu kadar yaralıyor? Nasıl bir ilişki kurmalı ki kamusal alan-sivil toplum ve devlet artık iyileşmeyen yaralar açılmasın?

Bahsettiğiniz söz aslında benim” Kanaviçe” romanımla alakalı ama buradan yola çıkılarak sorunuzu cevaplandırmam mümkün olabilecek. Giderek önem arz eden husus toplumu ayırandan ziyade onu bir arada tutan faktörlerin kökeni ile alakalı. Kamusal alan farklı olanların bir arada olabileceği bir alanın tanımlanması ile alakalı. Bu konuda ciddi sıkıntılar yaşandı. Giderek normalleştiğimizi düşünüyorum. Toplumun içindeki farklılık arayış ve anlayışlarının değerlendirmesinin ciddi önemi var. Hem farklı kalıp hem bir arada bulunabilme konusunu derinlemesine inceleme ve çözme durumundayız. Kamusal alan da sivil toplumda yalnızca siyasal düzlemde değerlendirilemez. Sosyal kültürel hayatımızda bireyle devlet arasında bir köprü oluşturmaları açısından önem arz ederler. Bir toplumu şablon konularak tasarım etmenin demokratik kültürle çeliştiğini artık çok daha iyi biliyoruz. Modern dünyanın da bu konuları diline doladığı halde içerik olarak hala hazmedemediğinin ve dışlayıcı faşist yaklaşımların dünyada ve özellikle Avrupa’da giderek arttığını görüyoruz. Osmanlı örneğini tekrar tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor. Selametin önemine inanıyorsak bunu başarmalıyız.

PAYİTAHT DİZİSİ ADETA BİR OKUL NİTELİĞİ TAŞIYOR

Abdülhamit Han’a yapılan darbe ile 15 Temmuz darbesi arasında ilişki var mı? Sizce darbe bu toprakların kaderi mi yoksa bizim ders alıp öğrenmemiz gereken bir süreç mi Abdülhamit’ten günümüze yaşananlar?

Abdülhamid dönemi ve bu gün aslında birbirine çok benzer parametreler arz ediyor. İç ve dış düşmanlıkların, hainliklerin, aymazlıkların, birbiri ile olan benzerliği şaşırılacak kadar çok. Bu yüzden dünü çok iyi anlamak ve idrak etmek; bu günü anlamak ve geleceğe yönelik oyunları tespit edip bertaraf etmek açısından çok önemli. Bu yüzden Payitaht dizisinin okul niteliği taşıdığını düşünüyorum. Abdülhamid Hanın tahttan indirilme süreci ve o gün yaşananlar ve sonrası ile 15 Temmuz hain kalkışması eğer başarılı olunsa idi (Allah korusun) olacaklar aynının tekrarı niteliğinde olacaktı.

Dizide Abdülhamit Han’ın mabeyni Tahsin Paşa’yı canlandırıyorsunuz. Nasıl hazırlandınız bu role? Bu rol yazar Bahadır Yeni Şehirlioğlu’nu etkileyecek mi? Tarihi bir roman daha bekleyebilir miyiz yakın zamanlarda?

Payitaht Abdülhamid dizisinde Tahsin Paşa rolünü yorumlamam teklif edildiğinde büyük bir heyecan yaşadım. Türkiye’de çok dar bir çevrenin bildiği bir paşayı yorumlamak kolay bir şey değildi. Ben evvelden okuduğum için tabii ki bu konuda bilgi sahibiydim ama tekrar tüm kitapları gözden geçirdim ve derinlemesine bir araştırma dönemim oldu. Önemli ve ciddi bir işin altından layığı ile kalkmam gerekiyordu. Benim aktörlük hayatım içinde bir sınavdı aynı zamanda. Tahsin Paşa karakterine çözmem ve onu tekrar yorumlamam gerektiğinin içinde ona dair var olan parametrelerin görünür ve gerçek olarak ortaya çıkmasını sağlamam gerekiyordu. Yazar olmamın faydasını çok gördüm. Ben Tahsin Paşa’yı yazmış olsa idim öyle oynamayı yeğledim. Böylece yurt içinde ve yurt dışında büyük kitlelerin tanıdığı, sevdiği, kabul ettiği ve hayran olduğu bir Tahsin Paşa karakteri ortaya çıktı. Bu konuda çok ciddi, çok değerli övgüler almak beni mutlu etmeye yetiyor. Başardığıma inanıyorum. Ben aslında oynamıyorum yaşıyorum. Abdülhamid Han’ın yaşayan ailesinden aldığım övgü bunun delili sanırım.

Şunu da unutmamak gerek entelektüel bir alt yapının olmadığı hiçbir yorum gerçeği kucaklayamaz.

 

Ayşe Özgün

Moda ve alışveriş kategorilerinde trend stiller ve markalardaki indirimler, kampanyalar hakkında bilgiler sunar. Sağlık uzmanı olan editörümüz uzmanlaştığı alanlarda farkındalık yaratmayı hedefliyor. İletişim: ayse.ozgun@aysha.com.tr

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın

seo