Her bebek dünyaya sınırsız bir potansiyel ile doğar, bunu bilmek ve onlara rehber ebeveynler olabilmek bizlerin en büyük sorumluluğu ve görevidir.
Yeni doğmuş bebeklerin duygusal zekaları vardır, kendisi ve çevresi ile iletişimini bu sayede kurarlar, duygusal zeka bedenin de zekası olduğu için beden dilinin farkına varır, bedenini kullanarak tanır ve öğrenir, karşısındaki kişilerde ise mutsuzluğu, üzüntüyü, neşeyi , tedirginliği kolayca fark ederler. Empati de duygusal zekanın bir ürünüdür, sözün ötesini empati yeteneğimizle görebiliriz, başkalarının içinde bulunduğu durumu ve hislerini empati kurarak anlayabiliriz.
Merak ve keşfetme arzumuz da duygusal zekamızın bir ürünüdür. Küçük çocukların meraklı olmaları ve çevrelerini keşfetmek için karşı konulamaz bir arzu duymaları duygusal zekaları ile ilgilidir. Duygusal zekamızla hareket ettiğimizde kurallara uyma ve mantıklı hareket etme söz konusu olmaz ama; bu düşünce biçimi ile ders çıkararak öğreniriz. Açlık duygusu ile yemeyi, anne ile sevgiyi, kırmızı renk ile heyecanı ya da tehlikeyi ilişkilendiririz. İlişkilendirici öğrenme, deneme yanılma yöntemi ile yapılır. Biçimi tanıyan sinir ağı güçlenir ve tanıma otomatik hale gelene kadar bu böyle devam eder. Örneğin bebekler annesinin yüzünü sürekli gördüğü için bu onun tanıdığı bir yüzdür ama bir kez gördüğü yüzleri tekrar görmezse unutur ve bir sonraki karşılaşmada tanıyamaz, anne dışında ki kişileri tanımak için yeni sinir bağlantıları geliştirir, bunun olabilmesi için o yüzü tekrar, tekrar görebilmesi gerekir.
Duygusal zekamızla ilişkilendirici davranışları sözsüz öğrenerek yaparız, düşünmeden kolayca yaptığımız eylemleri nasıl yaptığımızı anlatamayız ama yaparız. Mesela, araba kullanmak, dans etmek, bir enstrüman çalmak, bisiklete binmek, yüzmek gibi… Duygusal zekamızı oluşturan sinir ağları çok karmaşık ilişkilerin, desenlerin, örüntülerin tanınmasını sağlar. Beynimizde ki bu sinir ağlarının tıpa tıp aynı benzer hücrelerin karnımızda da bulunduğu biliniyor, bu yüzden duygusal zihnimiz sadece beynimizle değil, kalbimiz ve bedenimizle de düşünebilme yeteneğimizdir.
BEBEKLERE SIK SIK YENİ UYARANLAR SUNUN
Bebekler belli sayıda ve biçimde sinir ağıyla dünyaya doğarlar, ama doğdukları dünyadaki çeşitli deneyimlerle yeni sinir bağlantıları oluşur, deneyimleri zenginleşip çeşitlendikçe de bu bağlantılarda artar ve karmaşıklaşır. Bu nedenle bebeklere sık ve çeşitli uyaranlar sunulmalıdır. Parlak nesneler, farklı sesler, renkler, dokular, tatlar onların sinir bağlantılarının gelişip çoğalmasını sağlar. Nörologlar bir çocuğun beyninin geliştirebileceği sinir bağlantılarının sayısı ve karmaşıklığına dair bir limit belirlenemeyeceğini söylemektedirler.
Beynimizin sağ ve sol olmak üzere iki lobu vardır. Sol lob, analitik düşünür, nesnel verileri değerlendirir, dünyadan gelen verileri bilinçli olarak kaydeder ve tanır. Doğrusal zekamız IQ olarak adlandırılıp, sol beyin lobumuz ile; ışığın, seslerin ve diğer uyaranların bilincinde oluruz. IQ ile adım adım ve mantık kuralları çerçevesinde düşünür ve öğreniriz. Davranışlarımız ve öğrenme biçimimiz önceden belirlenmiş ve planlanmıştır. IQ’muz, mantık, doğrusal ve analitik düşünce, odaklanmış dikkat, hesaplama, ölçme, planlama işlevlerini yapar.
Sağ beyin lobu ise yaratıcılık, sezgi, hayal gücü, bütüncül birleştirici düşünce, farkındalık, mizah anlayışı işlevlerini gerçekleştiren duygusal zekamız EQ muzdur. Böylece her iki düşünce biçimi sayesinde yaşadığımız dünyayı tanır ve ona uyum sağlarız. Bunlardan başka 3. Bir düşünce şeklimiz daha vardır. Bu düşünce biçimi ise ruhun zekasıdır.
Ruhsal zekamız; anlam arayan ve dönüştürücü zekamızdır. Bu zekamızı anlam ve değerlerle ilgili problemlerin çözümünde kullanırız. Yaşamın anlamı nedir, kurallar ne için konuyor, bunu neden yapmalıyım, daha iyisi olabilir mi?… gibi varoluşumuzla ilgili sorular sorarız. Kendimizi yenilmiş hissettiğimiz zaman tekrar ayağa kalkıp devam edebilme gücünü veren doğuştan gelen ruhsal zekamızdır.
Çocuklarımızın doğal ruhsallıkları yüksek ruhsal zekalarından kaynaklanır. Kim olduklarını, nereden geldiklerini bilmek ister ve sorular sorarlar “ ilk insan nasıl oldu, ilk taş, ilk bitki… nasıl oldu anne, baba” gibi sorularla sıklıkla karşılaşırsınız. Küçük yaşlarda sorulan bu sorulara verilen üstün körü yanıtların çocuğun yaşam karşısında duyduğu heyecan ve merakı törpülediğini sakın unutmayın.
ÇOCUKLARIN ZEKASINI DURAĞANLAŞTIRMAMAMALIYIZ
Ruhsal zeka insan beyninin ve ruhunun doğuştan gelen yeteneği olup, egonun ve analitik zihnin ötesindeki bilgelikle bağlantılı ve en derin kaynağı evrenin kalbidir, bizim kendimizi bir bütün haline getirmek için kullandığımız zekamızdır. Bu sebeple de çocuklarımızın ne muhteşem varlıklar olduğunu görerek, hareket halindeki zekalarını durağan düşünce ve duygu formlarına dönüştürmek ve kalıplara sokarak biçim verdiğimiz zihinler haline getirmekten kaçınmalıyız.
Böylece gelişmiş zekaya sahip insanlar olurlar; yani varlıkların benzersiz olduğunun farkına varır, bütün bu benzersizliklerin altında yatan ortak ruhu ve canlı cansız tüm varoluşun birbiri ile olan bağlantısını görebilir. Olayları geniş bir bakış açısından değerlendirir. Zihin kalıpları ile ilgilenmez, bu da adil ve dürüst olmayı, yargılamamayı, yansız olmayı sağlar. İyi-kötü, doğru-yanlış gibi yargıların yargılayan kişinin özel algısına dayandığını bilir. Birliği görüp, tüm varlıklara sevgi, saygı, anlayış ve özen gösterip şefkat duyar. Evrenin dokusunda ki mizah duygusunun farkındadır, gelişmiş bir mizah anlayışına sahiptir. Yaratıcıdır, hayal gücü yüksektir. Canlı ve enerjiktir, enerji hareket halindeki yaşam bilgisidir. Güçlü bir yaşam enerjisine sahip olmak öğrenmek, bilmek, bilge olmak demektir. Güçlü bir özsaygı ve benlik anlayışına sahiptir. Yüksek zeka vicdan sahibi kişidir ve vicdanın temelinde bütün ilişkilerin, Bir sorun olduğunda bunun çözümü olduğunu bilir ve umutsuzluğa kapılmaz. Böylece çocuklarımız algıları ve gelişmiş beş duyusunun yanı sıra, daha yüksek algısal özelliklere de sahip, sezgileri güçlü bir kişiliğe sahip olurlar.