Şafak Yıldızhan
Yoğun, koşturmalı hayatlar yaşıyoruz. Hiçbir şeye istediğimiz kadar vakit ayıramıyor, yüzeysel ilişkiler yaşıyoruz. Bu hengamede sanal dostlarımızı kendi hayatımızdan alıntı postlarla haberdar etmeyi asla ihmal etmiyoruz, aynı zamanda onların hayatlarına da aynı şekilde dahil oluyoruz… Seviyoruz, bolca kalpli emojiler profillerimizi dolduruyor; aynı zamanda seviliyoruz, çokça “like”lanıyoruz.
Şimdi zannetmeyin ki sosyal medyanın aşırı kullanımı zararlıdır, şöyle kullanın, aman sakın onu denemeyin gibisinden nasihatler vereceğim… Bu samimi olmaz, ben de aynen yukarıda bahsettiğim profile uyuyorum. Çünkü artık bu yeni neslin haberleşme – iletişim biçiminin içindeyiz… Burada konuşacağımız şey; gelişen teknolojinin insanlar arası iletişimi de bir şekilde evrimleştirdiği, değiştirdiğidir… Bu son moda iletişim olanaklarını kullanırken “yalnızlaştığımız” ve belki de bu sorunun çağımızın teknolojilerinden ileri gelmediği daha derin sebepleri olduğu gerçeğidir. Bunun kısa bir analizini, hep birlikte yapalım…
Belli dönemlerde üstesinden gelemeyeceğimiz sorunlar yaşıyor, dertleniyoruz. Belli dönemlerde sebepsiz içimize kapanmış, çevremize küsmüş bir halde oluyoruz…
Biz iç dünyamızda bunları yaşarken yaşamımız olanca hızıyla akıyor, mutlu paylaşımlarımız devam ediyor. Bu zamanlarda daha çok maskeleniyoruz, hissettiğimizden farklı görünmeye daha bir gayret ediyoruz… Tabi bu gayretler bazen yorucu olabiliyor. Biraz olsun nefes alabilmek için dertleşmeliyim, konuşmalıyım birileriyle diyoruz ve sanal dostlarımızı karşı sandalyemize oturtuyoruz. Başlıyoruz anlatmaya, dinletiyoruz kendimizi… Sonra bir ses yükseliyor “takma kafana, inşallah canım ya, üzme kendini” ve devam ediyor o ses, ‘’İşte benim de başıma geçenlerde ne geldi biliyor musun? Senin haberin yok, hiç de konuşamadık. Dur hepsini anlatacağım. Bu arada yüzüğünü çok beğendim nereden almıştın(?) …’’
Sanırım hikaye tanıdık geldi. Değinmek istediğim ilk olay buydu; bütün kozmik planın olmazsa olmaz parçası olarak kendimizi görürüz. Bu yüzden çevremizde yaşayan kişilerin üzüntüleri, sevinçleri biz de büyük etki uyandırmaz. Teğet geçer ruhumuzu, sanki dinlediklerimiz bizim anlatacağımız şeyler için sadece bir basamaktır. Sözünü bitirdiği anda konunun odak noktası mutlaka ‘benim’ hayatıma geçmeli deriz… Evet egoistçe bir tutum olmasına karşın yabancı gelmemiştir eminim… Yaşıyoruz bunu, sadece kendimizi önemsiyoruz. Sonra da içimizde yetiştirdiğimiz bu -egoyla- baş edemediğimizden, çevremizde konuşacak insan bulamıyoruz. Ve en sonunda yalnızlıktan dem vuruyoruz… Diğer bir ihtimale geçelim, biraz daha iyimser bir tablo olsun. Yani sonuçta egosunun yüksek merdivenlerinden inmeyi başarmış gerçekten iyi arkadaşlarımız, dostlarımız var. Sanal kısım hayatımıza yerleşti fakat gerçekleri de şükürler olsun aramızda… Hala zor zamanlarımızda bizi çok iyi anlayacak, teselli edecek, motive edecek birilerini karşımızda bulabiliyoruz. Kimse beni anlamıyor dediğimiz sıralarda o “kimse” dizisinin elemanları bir dost miktarı kadar azalıyor. Fakat yine yeterli olmuyor… İnsanoğlunun çıkmazları bir türlü bitmiyor(!)…
Bu çıkmazlardan bir tanesine Oğuz Atay çok güzel bir açıklama getirmiş, biraz ondan yardım alalım…
“Anlatacağın bir sürü olay birikmiştir, bir takım duygular gelişmiştir. Anlatmaya başlarsın. Birden içinde bir duraklama duyarsın, ”şey” engel olur sana; ‘’Söyleme onu der. Her “şey” i anlatma.’’ Belki sözlerinin arasında farkında olmadan ‘ben’ i ele verirsin. Belki anlar; insan bu bilinmez. Sen yine dikkat et, her şeyi ayrıntılı anlatma. Bütün ‘şey’ ayrıntılarda değil midir zaten. Ayrıntılarda ele vermez mi insan kendini? Başkalarına anlatamadıklarıyla beslenir, varlığını sürdürür herhalde. Başkalarından saklandıklarıyla gelişir.” […]
Evet yalnızlığımız artık boy veriyor, yaralarımızın üstü sıkı sıkıya kapalı. Evet kimse bizi anlamıyor yeterince. Fakat bu belki de biraz bizden kaynaklı… Ya ilk başta bahsettiğimiz gibi egomuzun bizi kuşatma altına almasından ya da ruhumuza bile tutunamamasından, silik ve ısrarla gizli kalmak istemesinden kaynaklanıyordur. Saklanıyoruz benliğimizden… Şimdi hep birlikte saklandığımız mahzenlerden başımızı çıkaralım. Masmavi gökyüzüne -merhaba- diyelim. Sonra da içimize doğru derinlemesine bir tanışma merasimiyle başlayalım.. Önce hangi gruba girdiğimizi bulalım, gerisi kolayca gelecektir…