Böyle diyordu şarkı değil mi?
O günlerde normalleşme dendiğinde kim bilir neler geliyordu aklımıza. Her birimizin çağrışımları farklıdır elbet ama şu günlerde olduğu gibi ortak bir anlam dünyasına sahip değildik çoğumuz.
R. Berin Tuncel
Covid-19 mesafe kavramına, izolasyona, sosyalleşmeye, temasa, sağlığa ve normale yeniden bakmamızı sağladı. Kulağını gerçeklere sıkı sıkı kapayanları saymaz isek, zorla da olsa bir güzellik getirdi.
Ne idi bu güzellik?
Bireyler arası ilişkilerde görmeyi hayal ettiğimiz türden bir mesafe bu. Bizim gibi hızla yaşayan ve muhatabının hem duygusal hem de fiziksel mesafelerine dikkat etme geleneği olmayan bir kültür için bir gelişmişlik göstergesi.
Samimiyetimiz ve sıcaklığımız bir yana, sınır tanımakta ne kadar zorlanan bir toplumuz değil mi? Kendimiz ve muhatabımıza çizdiğimiz sınırlar değil mi zaten normal dediğimiz de?
Yeni normal bizi, “e”limize, “d”ilimize ve “b”elimize mukayyet olmaya davet ediyor. Bu kadim tasavvuf geleneğinden tanıdığımız tarif, E-D-B harflerinden oluşan “edeb” demek… Aslına baktığımızda edepli olmak, giyim-kuşam, dini ritüellerden ziyade bir “insan olma şekli”.
Çoğumuz gündelik yaşam içerisinde ellerimizi kaç kere yüzümüze götürdüğümüzü, bir arkadaşımızla konuşurken omzuna kaç kere dokunduğumuzu ya da bedensel olarak hangi duyumsamalar içerisinde olduğumuzu fark etmeyiz. Fark edebilmemiz için çabalamamız, buna bir enerji ayırmamız gerekir. Bu da bizi yavaşlatır.
Yeni normal, duygularımıza ve davranışlarımıza dikkatle bakmayı zorunlu kılıyor. Sadece kendimizi korumak değil, diğer insanları da kendimizden korumak zorundayız. Belki de taşıyıcıyız?..
Bir başkasına zarar vermekten çekinme, gerçek sevgi ve sorumluluğun en belirgin delili. Sevdiğini söyleyip de karşısındaki insanın ne hissettiğini önemsemeyen birinin sevgisi ne kadar gerçek olabilir?
Covid-19 ile birlikte hepimiz büyük bir sınava girdik. Hem iç dünyamızda bekleyen korkular ve kaygılar hem de dış dünyanın değişen kuralları ve adapte olmak zorunda olmamız. Elimizden gelenin en iyisini yapsak dahi, tüm tedbirleri alsak dahi, kati olarak güvende değiliz. Belki de böylece “mutlak bir emniyet” duygusunun gerçek olamayacağını, hepimizin insan ve dünyalı olmaktan ötürü tekinsiz bir yanımız olduğunu da anlamış olduk.
Allah’a giden nefesler adedince yol var der sufi öğretisi. Nefesin önemi anladığımız Covid süreci, Allah ile ilişkimize, teslimiyet duygumuza, güven ve bağlılığımıza dair de ayna tutuyor bize.
Bu büyük felaketten kazançlı çıkmanın tek yolu, fırsatları görmeye çalışmak olabilir. Buradaki fırsat, daha içe dönük olmak zorunda kaldığımız bu dönemi bir içsel keşif dönemi olarak değerlendirmek kanaatimce.
Hepimizi potansiyel bir katile dönüştüren Covid-19, hayatta kalmak, ölmek gibi konulara dair derin dinamiklerimizi alt-üst etti. Gelin görün ki bütün mesaisini derinlere bakmaya ayıran birisi için insanın kendine yapabileceği en büyük yatırım zaten budur.
Kendimize bakmaya başladığımızda, günlük hayatımızda öne çıkan başlıkları gözden geçirebilir, daha derinde bizi bekleyen konularla çalışmaya zaman ayırabilir ve eninde sonunda bitecek olan bu dönemin ardından “yenilenmiş ve arınmış” olarak hayata katılabileceğimizi görebiliriz.
Ofis kurallarının ve arkadaşlarının olmadıkları ortamları ofise çevirmek, öz-disipline öncelik vermek, dışarıdan yemek söylemek yerine besinlerimizle kurduğumuz bağı güçlendirmek, birlikte yaşadığımız insanlarla daha uzun süre yakın temasta olmak, onlarla duygusal paylaşımlar içerisine girmek yeni normalin bohçasında getirdiklerinden…
Gerçekten neye ihtiyacımız var? Sadece “normal olan bu” düşüncesinde olduğumuz için esiri olduğumuz pek çok alışkanlığa veda etmenin zamanı gelmedi mi sizce de?
Yeni normal, herkesin “kendi” normu ile tanışıp; diğerlerinin de “normlarına” saygı duyduğu bir dönemin anahtarı olacaktır diye umuyorum.