Evlilik Güzeldir

Kadın ve erkek, birbirinin zıddı birbirinin aynı… Birbirine dayanamaz, biri biri olmadan olamaz. Hücresel fonksiyonları, enzimatik reaksiyonlar, genetik yapıdaki aminoasit dizilimleri; görme, işitme, nefes alma, koklama programları birebir aynı. Ancak algıları, öncelikleri, beklentileri, duyguları, tepkileri, sorun çözüm şekilleri, iletişim dilleri, cinsellikleri tamamen farklı.

Bu aynılığın içindeki farklılıkları bilmek ve kabul etmek; aile içi iletişim dilinde, beden dilini doğru kullanmada, kendini ifade edebilmede çok önemlidir.

Örneğin biyolojik olarak tamamen aynı olan kadın ve erkek kalbi duygusal olarak bir o kadar farklıdır. Kadın kalbini heyecanlandıran, kıran, üzen, sevindiren birçok olay erkek için anlamsız gelir. Kadın, çoğu zaman erkeğin ego savunma sistemlerini bilmediğinden erkeğin beklentilerine, kendi varlığından vazgeçercesine cevap vermeye çalışır.

Kadının biyolojik döngüleri fiziksel ve ruhsal döngülere yol açar; erkek anlamaz, anlayamaz, ne yapacağını bilemez. Dışarıdan gördüğü sadece adet dönemi kanama, gebeyse karnının büyümesi, doğurduysa süt fabrikalarının çalışması ve kadına yapışık bir bebek…

Erkeğin anladığı, anladığını zannettiği sadece gördüğü fiziksel değişikliklerdir. Oysa fizik bedende bunlar yaşanırken ruhsal durum da değişir. Kadın her bir gününü farklı bir ruh halinde, farklı düşünce ve duygularla, fiziksel tepkimelerle geçirmektedir.

Basitçe adet döngüsünde değişen hormonlar, bedendeki kimyasal reaksiyonları, algıları, duyumları olumlu veya olumsuz etkiler. Örneğin yumurtlama dönemindeki kadın; artan estrojen hormonunun etkisiyle eşiyle yakınlaşmak, iltifat görmek, sevilmek – sevişmek ister. İşte tam bu günlerde eşi yoğun işlerinden dolayı uzak duruyorsa vah kadının haline. Vah ki ne vah erkeğe… Çok tabi isteği ve ihtiyaçlarına cevap alamayan kadının beyni kendi kendini kemirir. (Beni sevmiyor, yoksa başka biri mi var, ben zaten sevilmeye layık değilim vb. ) Beyin bunları söyleyince ağızdan çıkanda bunların yansımaları olur ve başlar kadın vıdı vıdıya. Hatta kocasına haksızlık yaptığını düşünse dahi kendini engelleyemez. Çünkü  içsel olarak varolan, fakat yatağını bulamayan, karşılanmayan, tamamlanmayan enerjisi sıkıştıkça, bastırıldıkça, tüm sistemler gibi beyni de karıştırır. Sevgi, muhabbet, şefkat enerjisi yerine kızgınlık, mutsuzluk, gerginlik, bedeni ve ilişkiyi yönetmeye başlar. Kadının gülünce güllerin  açtığı yüzü, asıldıkça asılır.

Erkek anlamaz, anlayamaz…  “Ne yaptım ki ben, işimle gücümle uğraşırken bir güler yüzü de mi hak etmiyorum?” diye düşüne dursun, kadın bunun acısını çıkarma planlarını zihnin derinliklerinde yapmaya çoktan başlamıştır.

Son tahlilde kadın döngüseldir. Bu döngüyü keşfeden erkek, muhteşem bir ritimle, uyum içinde yaşam dansının zevkine varır kadınıyla. Erkek kadın gibi içsel değildir. İçiyle bağ kurmayı gerektirecek, içine merak uyandıracak bir biyolojisi yoktur. Ancak kadının o içsel enerjisi ile buluşmak isteyen, kendi yatağında taşıp duran enerjisi vardır. Bunu keşfeden kadın güvenle ve kabulle bu enerjiye kendini açar. Bu buluşma her iki taraf için denge ve sükunet halidir. Varoluş programının gereği, dengeye ulaşma halini arayan bedenlerin, ruhların sükunet bulduğu noktadır. Eril ve dişil enerjinin birleşmesi, bir olması; her iki yarımın, kadın ve erkeğin kendini tamamlamasıdır.

Hal böyle olunca evlilik güzeldir. Ev cennet köşelerinden bir köşe oluverir,  hem kadın hem erkek için…

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın