Evlilik “İç İçe Geçmek” Demek Değildir!

Geleneksel kültürlerde doğup büyümek pek çok anlamda konforlu olsa da bazı gereklilikleri de yanında getiriyor. Modern hayatın gereklilikleri ve geleneksel toplumun beklentileri birbirleri ile genellikle uyuşmuyor. Evlilik ve aile kurma/aile hayatına geçiş bu anlaşmazlık konularının başında yer alıyor.

Evliliğin zorunlu olmadığını, partner ilişkilerinin deneyimlenmesi gereken bir şey olduğunu, yasal bağlayıcı bir sisteme girmeden çocuk sahibi olma ya da hiç çocuk sahibi olmadan evli bir çift olma tercihlerini ve evliliğe alternatif ilişki formlarını tartıştığımız günümüzde ailelerimiz önce belli eğitimleri bitirip, kendi işimizin başına geçip ya da en azından bir meslek sahibi olarak “kolumuza altın bileğimizi taktıktan sonra”, önce münasip bir kişiyle evlenmemizi ve çok geçirmeden de “en az” bir evlat sahibi olmamızı bekliyorlar. Belki sadece biyolojik gerekliliklerden, belki toplumsal normlar bizden böyle yapmamızı beklediğinden, belki de gerçekten hayatı yaşamanın daha güzel bir yolu yok gibi hissedildiğinden; kaynağı ne olursa olsun evlilik dost sohbetlerinin konusu olarak da olsa hayatımızın bir döneminde bizleri bekliyor.

Peki, gerçekten evlilik ne demek? Herkes evlilik deyince aynı şeyi mi anlıyor? Ve en önemlisi evlilik yapmak için bir eş seçmek gerekiyor; hayalimizdeki evliliği gerçekleştireceğimizi garanti eden bir eş seçme formülü var mı? Hayalimizdeki eş var mı?

Söze öncelikle bu sorulara herkesçe doğruluğu kabul edilmiş, kesin cevaplar olmadığını söyleyerek başlamak gerekiyor. En temelde yasal ya da sözlük tanımlarını çıkardığımızda evlilik için kişisel tanımlamalar yaptığımızı görüyoruz. Üstelik bu tanımlar genellikle bizim içinde büyüdüğümüz ailenin ilişkilere bakış açısı, ebeveynlerimiz ve hatta onların da ebeveynlerinin ilişkiyi/evliliği sürdürme biçimleri, bizleri teşvik ettikleri ilişki biçimleri ve en önemlisi bizimle kurdukları ilişkiler içinde şekilleniyor. Algısal gerçekliğimiz ve bu ilişkilenme biçimleriyle ilgili gözlemlerimiz, duygusal olarak ilişkilerden ve evlilikten beklentilerimizin temelini atıyor. Bu beklentiler genellikle ya “hep öyle olsun” gibi benzer ilişki şekillerini aradığımız ya da  “asla öyle olmasın” dediğimiz ilişkilenme biçimlerine yöneltiyor bizi. Üstelik bu temel genellikle bilinçli olarak üzerinde düşünmediğimiz, daha çok duygusal bir deneyim olarak evliliği de kapsayacak şekilde tüm ilişkilerimize yansıttığımız bir gölge olarak hayatımızda var oluyor. Dolayısıyla “Evlilik dediğin zaman ne anlamalıyım” sorusu herkes için biricik bir cevapla taçlanıyor, dahası cevabın belli bir yerinde tanım kesilerek genellikle şu şekilde sonlanıyor cümle; “Ne bileyim işte… Beni sevsin yeter.”

“Beni sevsin.” Bir insanın en derinden, en içten ve naif arzusu; hatta önermeyi genişleterek sevilme arzusunun canlı olmanın, hayata bağlanmanın özü olduğunu bile söyleyebiliriz. Bu güçlü arzu, her birimizin hayatında, yaptığımız tüm seçimlerde çok önemli bir rol oynuyor.

Doğumumuzla beraber ebeveynlerimizin kendilerinden önce gelenlerin ve kendilerinin hikayeleri ile dolu gözleri bizi karşılıyor; bu hikayelerle dolu gözleri ve ruhsallıkları, bakışları yoluyla bizim kendimizi tanıma ve tanıtma biçimimize dönüşüyor. Ve yetişkin olduğumuzda aynı bakışlar ile duygusal yakınlık ihtiyacımızı karşılamayı umduğumuz kişilere yöneliyoruz. Aynı durum karşımızdaki kişi için de geçerli olduğundan o da bize kendi hikayesini yansıtıyor. Bu yüzdendir ki bazı kişiler ile “Elektriğimiz hiç tutmuyor” ve bazı kişiler “Tam hayal ettiğimiz gibi” oluyorlar. Ancak buradaki tuzak çoğunluğun aklını karıştırıyor; “hayal ettiğimiz gibi” dediğimizde aslında kendimizden yansıyan bir şeyden bahsediyoruz. Bu noktada “Hayalimdeki eş”, “İdeal partner”, “Doğru insan” gibi kavramların önüne geçmemiz gerekiyor. Diyelim ki evlenmeye karar verdiniz ve partnerinizle uyumlu bir ilişki içinde olup olmayacağınızı merak ediyorsunuz. O halde temel bazı konular üzerinden düşünmeye çalışalım…

Evlilik Dediğinizde Aklınıza Nasıl Bir Senaryo Geliyor?

Tanımlanmış evlilik rolleri ve iş bölümü herkes için uygun olmayabilir. Çiftler aşktan, ekonomik nedenlerden ya da ailelerin bir an önce bu ilişkiyi “resmiyete dökme” ısrarları gibi nedenlerden bu konularda çok fazla düşünmeme eğilimindedir. Ancak ortak bir yaşam alanına geçildiğinde bu bilinçli ya da bilinç dışı tasarımlar karşılarına çıkar. Daha önce konuşulmamış her konu bir sorun olma potansiyeli taşır. Elbette ki her konuda uzlaşmak ya da aklınızdaki her şeyi konuşmanız mümkün değildir. Ancak asgari bir müşterek üzerinde en azından konuşabiliyor olmanız beklentiler hakkında fikir sahibi olmanıza yardımcı olur.

Neden Evleniyorsunuz?

Evlilik bir iş anlaşması ya da gerçekleştirilmesi gereken bir proje değildir. Hazır oluş herkes için farklı zamanlarda gerçekleşir; duygusal, zihinsel, ekonomik ve sosyal bileşenleri olan önemli bir mesaisi vardır ve bir seçenek olarak evlenmemek bazı insanlar için hep daha caziptir. Motivasyonunuz bu mesaiyi nasıl kullanacağınız ve partnerinizin de nasıl kullanmasını istediğinizi belirler. Ya partnerinizin evlilik nedeni sizinki ile aynı değilse? Daha önce bu konu üzerinde düşünmemiş ve konuşmamışsanız ilişkide sorun çıktığında suçlayacak birini bulmak kolay olacaktır; ancak unutmamak gerekir ki evlilik bir zorunluluk değil seçimdir ve bu seçimi yaparken karar vericilerden biri siz olduğunuzdan sorumluluğun en azından yarısı size aittir.

İletişim Ve Tartışmalar Nasıl Gelişiyor Ve Sonlanıyor?

İletişim, çiftler arasında sorun olarak ele alınan en popüler konu olarak karşımıza çıkıyor. Nedeni ortak bir iletişim şekli geliştirmeye yönelmemek kadar iletişim kurmayı zorlaştıran evlilikten beklentiler ve evliliğe yönelten motivasyonların da konuşulmamış olması. Tabi iletişim sorunu bu konular hakkında konuşmaya çalışırken de ortaya çıkıyor. İletişim kurarken ilki “dinlemek”, diğeri “anlamak” olan iki temel kavramı unutmamak gerekiyor. Hem konuşurken hem de dinlerken karşımızdaki kişinin ötekiliğini kabul etmek, onun kendine ait bir dünyası ve nefesi/sesi olduğunu kabul etmek ve onun için de kendimizin bir öteki olduğunu unutmamak, iletişim kurarken kilit bir değere sahip. Bu aynı zamanda, paylaşılan anlar ve konular olsun, çatışmalar ve sorun çözme olsun her durumda karşımıza çıkıyor. Bu durumda şunu düşünmek gerekiyor belki de; iletişim kurarken aslında yaşadığımız sorun karşımızdakini kendimizin bir uzantısı olarak düşünmemiz ya da o kişinin bizim zihnimizin ve gönlümüzün içinde ne yattığını zaten biliyor ve bunu olduğu gibi kabul ediyor olduğuna ilişkin varsayımımız. İletişim sorunları olarak düşünebileceğimiz çatışma, sorun çözme ve uzlaşma gibi alt başlıklar, öncelikli olarak “iki farklı kişi” olduğunuzu kabul etmeniz yoluyla daha kolay çözülebilir.

Son Olarak…

Ele aldığımız konular sabit ve değişmez değildir. İnsan değişir; dolayısıyla zaman içinde sizin de partnerinizin de fikirleri, dünya görüşü, istekleri, yaşamdan beklentileri ve öncelikleri değişecektir. Buna açık olun ve bundan korkmayın.

Değişimin kaçınılmazlığı kadar önemli diğer gerçek ne yaparsanız yapın siz istediğinizde durum ve kişilerin, sizin istediğiniz gibi değişmeyeceğidir. Dolayıyla ipotekli ilişkiler kurmayın. Partnerinizde hoşunuza gitmeyen ya da sorun olarak gördüğünüz konuların “evlilik hayatına geçince” değişeceğini ya da onu, tercihlerini ve kişiliğini değiştireceğinizi varsaymak bir fantezidir. “Nasılsa değişir” ya da “Nasılsa ben (çocuk, evlilik, sorumluluk…) onu değiştiririm” demek baştan sorunlu bir ilişki yaratmak demektir.

İletişime açık olun, çatışmadan kaçmayın ve uzlaşmaya istekli olun. Karşınızdakinin arzularını ve fikirlerini görmezden gelmeyin; bunları karşılıklı olarak konuşabilmek için fırsatlar yaratın. Çatışmadan kaçmayın ya da her şeyi çatışma meselesi haline getirmeyin. Uzlaşın; uzlaşı kendinizden ödün vermek demek değil, anlaşabileceğiniz ortak bir zemin yaratmaktır.

Evliliğin bir “yapışma”, “ilişme” ya da “iç içe geçme” olmadığını hatırlayın. İki ayrı dünyanın bir araya geldiği özel bir alan olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Ortak birlikte geçireceğiniz zamanlar kadar, kişisel zamanlarınızın olmasına da olanak tanıyın. Bu partnerinizle ilişkinizi koparmak yerine ilişkinizi besleyici bir alan yaratacaktır.

Partner ilişkinizin öncelikli olduğunu unutmayın. Ne olursa olsun çift olduğunuzu unutmayın ve kurduğunuz “yeni ailenin” ihtiyaç ve beklentilerini önceliğiniz olarak görün.

Son olarak; sorunlardan korkmayın, yaşamın bir dizi sorun ve sorun çözme işleminden ibaret olduğunu unutmayın. Ancak sorun çıktığında onu görmezden gelmeyin, çözümü ertelemeyin ya da geçip gitmesini de beklemeyin. Sorunları çözmek ve ilişkiyi düzeltmek için çocuk sahibi olmayın. Bir süre olanları izlemenizde sakınca olmasa da özellikle şiddetle kendini gösteren sorunlara karşı duyarlı olun ve çok ertelemeden yardım alın.

Beyhan ÖZPAR Psikolojik Danışman/ Çift ve Aile Terapisti/ Sistem Dizim Uzmanı

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın