Hastalıkların kaynağı için şifa sembollerini kullanan Dr. Erhan Özer, uzun yıllardır Enformatik Tıp alanında Frekans tedavisi yöntemlerine ağırlık veriyor. ‘Şifa Sende’, ‘Şifa Sende 2’ ve ‘Kendin Ol’ kitaplarının yazarı Dr. Erhan Özer, Aysha okurları için soruları cevapladı.
Erhan Bey öncelikle sizi tanıyalım.
1959 Aksaray doğumluyum. Çocukluk yıllarım, ilk ve orta öğretim liseye kadar Almanya’da geçti. İstanbul Erkek Lisesinden sonra 1977’de Uludağ Tıp Fakültesini kazanarak 1983 yılında mezun oldum. İki yıl süren mecburi hizmet görevimin ardından, 1985 de Gazi Üniversitesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon bilim dalını kazanarak, 1989 yılında uzmanlık diplomamı aldım. Bu tarihten itibaren 30 yıldır Anesteziyoloji ve Algoloji ( ağrı bilimi ) dalında çalışırken, 15 yıl akupunktur ve nöralterapi, regülasyon tıbbı alanında hizmet verdim. Araştırma ve geliştirmeyle geçen uzun yıllardan sonra son 15 yıldır Enformatik Tıp alanında Frekans tedavi yöntemlerine ağırlık verdim. Bu amaçla hastalıkların kaynağı olan blokajların açılımı ve bilinçaltı temizliği için şifa sembollerini kullanıyorum. Neue Homeopati adı verilen sembollerle frekans tedavisi sayesinde kronik hastalıkların tedavisinde önüm açıldığı gibi, koruyucu hekimlik adına büyük mesafe kaydettiğime şahit oldum.
Ruh, zihin ve beden üçlüsü arasındaki bütünlüğü nasıl yorumluyorsunuz?
Fiziksel bedenimiz, ruhsal tekâmülümüz için Allah’ın bizlere bir hediyesidir. Bütünüyle Allah’ın enerjisinden oluşmuş bu tasarım harikası, dünya atmosferinde yaşam sürdürebilen ve ruhumuzun dünya da tutunabilmesini sağlayan bir araçtır. Bu biyolojik organizmanın varlığı, tekamül içinde olan ruhumuzun iradesiyle kalp üzerinden bütünleşir. İnsan türü olan bu araç sayesinde ruhumuz, yaşam sınavlarını vererek bilincini üst boyuta taşıma şansına sahip olur. Bu kutsal amaç için ruh ve beden arasında ki işletmeci görevini zihin üstlenir.
İçimizdeki uyanışta kendimiz olmanın anlamı ve önemi ile ilgili neler söylersiniz?
Uyanış, bedensel iradeden varoluş iradesine teslim olmaktır. Tüm gerçekleri dışarıda değil, içimizde olduğunu algılamak diyebiliriz buna. Ancak bu geçiş yani uyanış için önemli bir şart olduğunu bilmeliyiz;” Kendin olmak”! Kendimiz olmayıp, ortama göre bir kişilik olduğumuz zaman uyanış ne yazık ki gerçekleşemez. Hayatın bazı sahnelerinde korkularımız nedeniyle kendimizden uzaklaşıp yerimize dublörümüzü koyduğumuz zaman, o sahnenin öğretisinden uzak kalırız. Bu nedenle korkularımızdan arınamayız hatta daha da korkmaya başlarız. Gitgide kendimizden uzaklaşmak anlamına gelen bu kaçış yüzünden uyanmayı bir kenara koyun, gün geçtikçe karanlığa gömülürüz. Eczanelerde en çok satılan ilaçların antidepressan ve anksiyolitikler olmasının sebebi budur.
Kurban rolü denilen bu durumdan süratle kurtulup hayatımızın kahramanı olmak istiyorsak, dublörümüzü devre dışı bırakmalıyız. Ya olduğun gibi görüneceksin ya da göründüğün gibi olacaksın. İçimizde doğuştan var olan Allah’ın sevgisine ancak böyle kavuşabiliriz. İçimizdeki uyanış böylece gerçekleşmiş olur. Kendimiz olup korkularımızdan arındıkça özgürleşiriz.
Hepimiz özümüzde çok değerliyiz, seviliyoruz ve güven içindeyiz. Allah hepimizi farklı özelliklerde yarattı. Bu durumu bir senfoni orkestrasının farklı enstrümanları şeklinde algılayabiliriz. Orkestra şefi Allah!
Her birimiz kendi enstrümanımızı keşfedip onu geliştirmekten sorumluyuz. Sınavlarımızı başarıyla verip son hale geldiğimizde, Allah’ın yönetiminde senfoniyi dinleme ve içinde yer alarak çalma şansına sahip oluruz.
Biyolojik yasa nedir ve nasıl hizmet eder?
Tıpkı ülkelerin anayasaları gibi evrenin de anayasaları var. Bunların en başında teklik yasası gelir. Hepimiz, her şey tek olan Allah’ın ruhundan meydana geliyoruz. Hepimiz tek bir bütünün farklı görünümleriyiz. Her şey bir, bir her şeydir.
İkinci önemli yasa frekans ve rezonans yasasıdır. Hepimizin temel yapı taşı enerji ve enformasyondur. Hepimiz titreşimden, frekanslardan oluşuyoruz. Maddesel görünümümüze neden olan moleküler bağların temeli atomlardır. Farklı görünümlerin oluşumunu sağlayan ise proton rezonansı ve elektronların dönüş hızıdır.
Tüm varoluş tıpkı bir net-work ağı gibi birbirine bağlıdır. Rezonans yasası gereği benzer benzerle buluşur.
Üçüncü önemli yasa dualite ve polarizasyon yasasıdır. Tüm enerji nötr kaynaktan doğar ve +/- polarize olur. Erkek/dişi, negatif/pozitif, sıcak/soğuk, karanlık, aydınlık vs. gibi.
En önemli biyolojik yasalardan biride nedensellik yasasıdır.
Yaşadığımız matrix içinde hiçbir şey tesadüf değildir.
Erhan Özer: ‘Ağrı Erken Uyarı Sistemidir’
‘İyileşmeyecek hastalık yoktur’ diyorsunuz. Bu söyleminizin dayandığı nokta nedir?
Uğruna hekimlik yemini ettiğimiz Hipokrat bu söylemin ana kaynağıdır. “Öncelikle hedefiniz vücudun kendi kendini tedavi gücünü uyandırmak olmalıdır” diyen tıbbın babası, içimizde var olan şifa gücünün her şeyden üstün olduğunu bu şekilde ifade eder.
İçimizdeki hekimin gücü bağışıklık sistemine dayanır. Tam kapasite çalışan bir bağışıklık sistemi sayesinde tüm hastalıklardan korunuruz.
Bağışıklık sistemini ikinci plana bırakan ana sebep korkudur. Hayatta kalabilmek için savaş veya kaç modunu aktifleştiren korku, tehlikeden kurtulabilmemiz için tüm enerjiyi burada kullanır. Bu nedenle bağışıklık sistemi için gereken enerji kapasitesi düşer.
Korkudan kurtulup sükûnet haline geldiğimizde ise kalan enerji tekrar bağışıklık sistemi için devreye girer. Hasar tespiti sonrası onarım safhası böylece başlamış olur. İyileşmeyecek hasta, sürekli korku fazında kalan veya tekrar tekrar endişeye giren hastalardır. Bu durumda hastalık kronikleşir.
Kitabınızın bir bölümünde ‘Hiçbirimiz ağrı çekmeyi sevmeyiz ama ağrı olmasaydı hepimiz erken yaşta ölürdük’ cümlesi var. Bunun nedeni nedir?
Ağrı bir erken uyarı sistemidir. Tıpkı arabamızdaki ikaz lambası gibi. Sorun büyümeden erken dönemde sebebi bulup önlem aldığımız takdirde hasar büyümeden giderilmiş oluruz. Hücreler 60-90 mV arasında işlev görür. Hücre enerjisi 50 mV altına düştüğü zaman sinyal gönderir.” Burada sorun var lütfen giderin” anlamına gelen bu sinyaller sayesinde erken önlem alarak ömrümüzü uzatmış oluruz. Aksi takdirde hastalıklarımızı bile fark edemeyiz. Yaralarımız gitgide büyür ve enfeksiyonlar oluşur. Ağrı bir hastalık değil, uyarıcıdır.
Kitabınızda bahsetmiş olduğunuz temel elementlerin yaşamımıza olan etkileri hakkında neler söylersiniz?
Fiziksel bedenimiz 7 ayrı alandan oluşur. Tıpkı beyaz bir ışığın bir prizmaya çarpıp 7 ayrı renge dönüştüğü gibi. Hepimiz 7 renkten oluşuyoruz. Aynı katmanları atmosferde de görürüz gökkuşağı şeklinde.
Bedenimizin en alt katmanını teşkil eden kırmızı renk, toprak elementini yansıtır ve fiziksel bedenimizi yönetir. Burası moleküler bağların oluşturduğu maddesel alandır.
Dünya yani toprakla olan bağlantımız ne kadar güçlüyse o kadar mineral sahibi oluruz. Kemik, kemik iliği ve sinir sistemimiz buradan beslenir.
Bir üst alanda portakal renkli su elementi bulunur. Fiziksel bedenimizin 2/3 ü sudur. Maddesel bedenimizi oluşturan tüm frekanslar ve genetik kayıtların frekansı burada kayıt altındadır. Duygusal bedenimizi oluştura su elementi sayesinde bilinçaltımızın karanlık yüzünü temizleme şansına kavuşuruz.
Bir üst alanda sarı renkli ateş elementi bulunur. Düşünce bedenimizi yansıtan bu alan sayesinde bilincimiz aktif hale gelir. Bu sayede dünyevi bilinç yani egolarımızdan kurtulma şansına kavuşuruz. Hedefimiz bütünlüğü algılayacak süper ego formatına geçiş yapmaktır.
Bir üst alanda ise dördüncü ve son element hava ile buluşuruz. Üst bilinç ve yüksek farkındalık ile bağlantıya geçişimiz bu alan sayesindedir. Tüm elementler polarizasyona sahiptir.
‘Kendin Ol’ kitabınızdan sonra herhangi bir projeniz var mı?
Tüm hedefim, 2 ve 3’üncü boyut karmasından oluşan toplum bilincimizi 4’üncü boyut bilincine yükseltmek. Bütünlüğü algılayan insan sayısını arttırmak. Bu hedef doğrultusunda ki çalışmalara ve projelere ömrümün sonuna kadar aktif olmayı ve kendi olan insan sayısını arttırmak istiyorum. Ülkemizin ve dünyamızın geleceği, huzuru buna bağlı olduğuna yürekten inanıyorum.