Sami Savatlı’nın tasarım anlayışı bir yandan formları manipüle ederken, bir yandan da stilleri harmanlıyor, fonksiyondan yola çıkmakla beraber; stil sahibi, çok katmanlı ve zamansız ürünler ve mekânlar ortaya koyuyor.
Doğu ile batıyı, klasik ile moderni harmanlayan stilini, cesur renkler, farklı dokular ve doğal malzemeler üzerinden mimari bir yaklaşımla sunan; genç, başarılı ve ödüllü tasarımcı Sami Savatlı bu ayki konuğumuz. Yeme içme sektöründen, İstanbul’un bilinen pek çok mekânında imzası bulunan Savatlı, başta İstanbul, Ankara ve Bodrum olmak üzere Kuveyt, Cidde, Bahreyn, Tahran, Paris ve Floransa gibi dünyanın pek çok şehrinde konut, restoran, ofis ve mağazaları içeren çok sayıda projenin sahibi. Savatlı, mimar, içmimar, ressam ve tasarımcılardan oluşan 12 kişilik genç ve yenilikçi bir ekip ile çalışmalarını sürdürüyor.
Tasarım dışında sanat çalışmalarını da sürdüren Savatlı, aile geleneğinden gelen savat gümüş isçiliği ve hat sanatı ile küçük yaşlardan beri ilgilenmekle beraber; modern resimle geleneksel Türk sanatlarının birleşmesi yönündeki çalışmalarına devam ediyor.
Öncelikle sizi tanımak isteriz. Eğitiminizi bu yönde alma kararınız nasıl oluştu?
1983 yılında Adana’da dünyaya geldim. İlk, orta ve lise tahsilimi Adana’da, üniversite tahsilimi Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nde tamamladım.
Benim tasarıma yönelmem aslında küçük yaşlara dayanıyor, aile ağacımızda rol model alabileceğim mimarlar olması bunda etkili oldu diyebilirim. Mimari ya da tasarıma ilişkin bir iş yapacağımı hep bilerek yaşadığım için aslında karar vermekten ziyada girdiğim yolda nasıl farklılaşabilirim düşüncesine daha çok kafa yordum.
Bir işe ‘tasarım’ diyebilmemiz için hangi özellikleri barındırması gerekmektedir?
Tasarım kesinlikle köklerinden bağımsız olamaz, ama bu tabii ki ileriye bakmamak anlamına gelmiyor. Genetik kodlarımıza işlenmiş, zengin kültürümüz ve zanaat becerilerimiz; güncel olarak gerçekleştirdiğimiz tasarımın içinde istesek de istemesek de yer alıyor. Bu bazen tasarımın alt anlamlarında bazen de çok görünür bir şekilde yer alıyor. O sebeple bunları inkâr yerine kabullenme, kendi içinde değişim ve dönüşüme çalışmaları ile yeni zenginliklere olanak sağlama dürtüsü ile hareket etmek en doğrusu. Kendi DNA’nızda, düşünce yapınızda yer alan geçmiş dönem bilgilerini ya da beğenilerinizi saklamaya çalışarak yapılan tasarım her zaman eğreti/ özenti durmaya mahkumdur.
Özgünlük kendini yansıtmak mıdır? Mekân veya aksesuar olarak ilgi gören bir tasarımın benzerini yapmak tasarım mıdır?
Benzer yolu takip etmek, beğenilen bir tasarıma yeni bir bakış açısı getirmek eğer içinde yeni bir fikir varsa özgündür ama bunun aksine farklı bir yoldan gideyim derken klişelere düşerseniz o zaman özgün olmamaya daha yakın olabilirsiniz. Ben her zaman geçmiş kültürel ve sanatsal referansları işlerimin bir noktasında referans olarak kullanıyorum. Kullandığım ve yeni geliştirdiğim bir teknikle aşina bir his yaratmak bence özgünlüğün en lezzetli hali.
Tasarımlarınızda, ürünlerinizde sanatsal bir doku var. Sanata ilginiz nasıl oluştu?
Hat sanatı merakı küçük yaşlardan beri geliyor aslında, ailede hem mimar hem de geleneksel sanatlarla ile alakalı çok sayıda birey olunca ben de ister istemez bu alanlara karşı bir merak ve bilgilenme yaşadım. Ama kafam hem tasarım hem sanat anlamında küçük yaşlardan beri hep yan yana gelmeyen iki şeyi yan yana getirmek üzerine çalıştığı için, geleneksel sanatlarla ilgili modern bir bakış açısı getirmek üzerine uzun yıllar kafa yordum ve denemeler yaptım diyebilirim. Zaman içinde de evrile evrile bu noktaya kadar geldi.
ZAMAN İÇİNDE KENDİME SINIRLAR ÇİZMEYİ ÖĞRENDİM
Kendi hayal ettiğiniz bir objeyi tasarlamak ile bir müşteri için çalışmanın farkı vardır elbette. Tasarım sürecini bu farklar nasıl etkiliyor?
Müşteri için tasarlamak sınırlar belirgin olduğu için her zaman daha kolay. Kendim için tasarıma girdiğimde eskiden çok daha sancılı geçen bir süreç olurdu, ancak zaman içinde kendime de sınırlar çizmeyi öğrendiğim için o süreci kolaylaştırdım diyebilirim.
Yaptığınız işler arasında size en keyif veren hangisiydi?
EDIDA ödülü alan koleksiyonum diyebilirim. Çünkü 26 ülkenin jürisi tarafından onanmak inanılmaz bir keyifti benim için. Ancak son dönemde en keyif aldığım alan sanat kesinlikle. Geleneksel sanatların ötekileştirildiği ve çağdaş sanattan çok kalın duvarlarla ayrıştığı günümüzde, gündelik hayatımıza bu geleneğin izlerini az da olsa taşıyabiliyor olmak bana inanılmaz haz veriyor. Aslında verimli sonsuz bir toprağa birtakım tohumlar saçıyorum. Bu hibrid tohumlar, insanlarda daha önce tatmadıkları birtakım duyguların doğmasına yol açıyor. Ve bu her seferinde yenilenerek ve evrilerek gelişiyor. Kısaca, gelecek nesillerin kültürel kaderini ve algılama biçimlerini etkileme dürtüsü ile üretim yapıyorum diyebilirim.
Bundan sonrası için hedefleriniz nelerdir?
İlk hedefim sanat alanında; ben kendimi çağdaş sanat yapan birisi olarak görüyorum. Hat referans aldığım geleneksel sanat dallarından sadece birisi. Tezhip, minyatür ve bunlar dışında geleneksel zanaat dalları, bunların hem üretim yöntemleri hem de içerdikleri derin anlamlar benim işlerimde genel olarak referans noktaları. Ancak bunları kimi zaman resme dönüştürürken kimi zamanda heykel ve enstalasyon boyutunda işlere aktarıyorum. Ekim sonunda ilk kişisel sergime hazırlanıyorum. Bu sergimde tüm bu işlerden örnekler görebileceksiniz.
Elif Üner