İstanbul’u, Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti ilan eden Konstantin, şehri anlamlı kılmak için dünyanın dört bir yanından getirdiği anıtlar ile donatıyordu. O günlerde Hristiyanlığı resmi din olarak kabul etmişlerdi. Bir mabet yapılmalı ve bu görkemli bina, Hristiyanlığın dünya üzerindeki en büyük ibadethanesi olmalıydı. İşte Ayasofya Roma İmparatoru Konstantin tarafından bu düşüncelerle inşa edildi.
Sesini Duyurmak İsteyen Ayasofya’yı Yakıyor
O günlerde Roma İmparatoru Arkadyus’un eşi Evdoksiya, Ayasofya Patriği Krizostomos ile anlaşmazlığa girmişti. Evdoksiya, Ayasofya’nın bahçesine kendisine ait bir heykel diktirmiş, patrik de buna sinirlenerek vaaz kürsüsünden bu durumu açıkça eleştirmişti. Nihayetinde Evdoksiya, patriği adalara sürdürdü. İstanbul’da yaşayan Roma halkı bir süredir yönetimden rahatsızdı.
Patriğin sürdürülmesi, patlamak üzere olan bir bombanın fitilini ateşlemişti. Binlerce insan sokaklara dökülecek ve Hipodrom Meydanı’nı (bugünkü Sultanahmet Meydanı) doldurarak yönetimi lanetleyecekti. Bununla da yetinmeyen isyancılar meydanın yanındaki Ayasofya’yı yaktılar. Zor durumda kalan imparator ve imparatoriçe patriği adalardan geri getirmek zorunda kaldılar.
At Seyisliğinden İmparatorluğa
Roma İmparatoru ölmüş ve yerine varis bırakmamıştı. İmparatorun muhafız alay komutanı Justinus imparator ilan edildi. Okuma yazması bile olmayan bu cahil adam devleti nasıl yönetecekti? Justinus’un gayet parlak bir delikanlı olan yeğeni Justinianus, at seyisliği yapıyordu.
Hipodrom’daki at yarışlarında kullanılan atlara bakmak onun işiydi. Amcası Justinus, yeğenini saraya çağıracak ve bundan sonra kendisinin danışmanlığını yapmasını isteyecektir. Kısa bir sürede yönetime ait bütün detayları kavrayan bu kabiliyetli genç yedi sene sonra amcasının vefatı ile kendisini imparatorluk tahtında buldu. Justinianus’un sevdiği bir kız vardı.
Bu kız; Hipodromdaki eğlencelerde ayı oynatan bir adamın dansöz kızı Theodora idi. Justinianus, Theodora’yı yanına aldı ve onu imparatoriçe ilan etti. Bir seyis ve bir dansöz artık Roma İmparatorluğu’nun en yüce kişileri olmuşlardı.
Üzerimde Erguvan Rengi Elbise ile Ölmeyi Tercih Ederim
“Bir seyis ve dansöz Roma’yı nasıl yönetebilir” diyen Romalı asiller, Roma tarihinin en büyük ayaklanmalarından birini başlattılar. O güne kadar hiç olmamış bir şekilde Roma’nın dört siyasi partisi bir araya geldi. On binlerce kişinin toplandığı Hipodrom Meydanı’nda herkes “Nika” (Zafer) diye bağırıyordu. Bu, Justinianus ve Theodora için sonun başlangıcıydı. Justinianus, İmparatorluğun liman sarayı olan Bukaleon’dan bir gemi ile kaçmayı planlıyordu. Tam harekete geçeceklerken karısı Theodora önünü keserek;
“Ben üzerimdeki erguvan rengi elbise ile ölmeyi, sefilce kaçmaya tercih ederim” diyerek kocasını engellemeye çalıştı. Justinianus, durumun vahametini, devasa kalabalıkların toplandığını anlattı. Theodora; “Orduların var, sür üzerlerine, kuru kalabalıktan kim korkar” diyerek kocasını ikna etti. Gerçekten de Theodora’nın dediği gibi oldu. Az sayıdaki silahlı askerin Hipodrom’a girmesi ile birlikte halk paniğe kapıldı. Binlerce insan öldürüldü ve Nika Ayaklanması kanlı bir şekilde bastırıldı. Artık Justinianus ve Theodora’nın önünde duracak hiçbir güç kalmamıştı.
Ayasofya’nın Sırlı Kapıları
Ayasofya’nın üst galerisinde mermere oyulmuş iki adet kapı bulunmaktadır. Üzerlerinde bir kapıda olması gereken her türlü detay bulunan, anahtar deliği ve yanında asılı anahtarı bile olan bu kapılar, aslında bir duvara oyulmuş kabartmadan başka bir şey değildir. Ancak Roma halkı, bir gün Ayasofya’ya bir saldırı olursa; bu kapıların mucizevi bir şekilde açılacağı ve melek ordularının buradan mabede girip yapıya tecavüz eden düşmanı yok edeceğine inanmaktadırlar.
Fatih’in İstanbul’u fethinde, binlerce Hristiyan Ayasofya’ya doluşmuş ve bu mucizenin gerçekleşmesini beklemektedirler. Fatih askerleri ile hiçbir şeye zarar vermeden Ayasofya’ya girecek, ağlayarak sonlarını bekleyen halka, onları affettiğini, gönül rahatlığı ile şehirde yaşayıp, istedikleri gibi ibadetlerini yapabileceklerini söylemiştir. Kapılar hiçbir zaman açılmayacaktır.
Gizemli Kalın Minareler
Justinianus’un Ayasofya’sı son derece ihtişamlı bir yapı olarak inşa edilmiş olsa da, birtakım denge problemlerinden dolayı hastalıklı bir bina olarak karşımıza çıkmaktadır. İnşasından bir süre sonra kubbesi çökmüş, yeni mimarlar tarafından ikinci bir kubbe inşa edilmek zorunda kalınmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu II. Selim döneminde duvarları iyice açılmış ve yapı sinyal vermeye başlamıştır. Padişah, Mimar Sinan’ı yanına çağırarak Ayasofya’nın iyileştirilmesini ister.
Mimar Sinan yapının saray tarafına devasa ayaklar inşa ederek duvarların açılmasını engeller. Ancak Ayasofya’nın batı duvarına bu ayaklardan hiçbiri yapılmamış, gayet kalın iki minare inşa edilmiştir. Normalde Mimar Sinan kalın minareyi hiç sevmemektedir. Hatta kendi eseri Tezkiret’ül Bünyan’da, Edirne Üç Şerefeli Cami’yi kalın minareli diye eleştirmiştir. Peki bu tezadın sebebi nedir? Aslında büyük usta bu minareleri gayet kalın ve ağır yaparak Ayasofya’ya iki sağlam dayanak inşa etmiştir. Yani ilerde birileri bu minarelerden rahatsız olup da yıkmaya kalkarsa Ayasofya da ayakta kalamayacaktır…