Gençlik deyince, insanın aklına daha çok ölüm yokmuş veya hiç gelmeyecekmiş gibi bir düşünce altyapısıyla yaşamak, şaha kalkmış zor dizginlenen bir küheylanın özgürlüğünde, enerjik ve daha çok vaktin olduğunun düşünüldüğü bir dönem de geliyor.
Gençlik aslında çok değerli bir zaman dilimi. Hayatın ilkbaharı. O dönemi değerlendirmek ya da değerlendirememek kişi için ciddi kazanç ya da kayıp demek. Gençliğinde kendisinin, varlığının, yaratılış gayesini, sunulmuş nimet ve lütufların farkına varan kazanırken, fark edemeyen kaybetmeye aday oluveriyor.
İnsan beyni üzerinde çalışma yapan akademisyenler, insan beyninin hard diskinin kayda, anne karnında başladığını söylüyorlar. Duyguların, davranışların özenme ya da ihmallerin, bebeğin gelişiminin hayata bakışını nasıl etkilediğini pek çok çalışmada anlatıyorlar. Özenle yaratılan ve hassas dengelerle korunan insanın, tüm fonksiyonlarının en zirvede olduğu dönemin gençlik olduğunu bildiğimiz halde, bebekliğinden itibaren pişiğine, aşısına, beslenmesine son derece dikkat edilen, bir gülümsemesinin bizi çok mutlu ettiği, ilk hecesi cümlesi ya da adımını heyecanla beklediğimiz çocuklarımıza, gonca güllerimize gençlik dönemlerinde sanki biraz ilgisiz kalıp, hoyrat mı davranıyoruz? Belki nasıl davranmamız gerektiğini mi bilemiyoruz acaba? Gençlikte yaşananların ne kadar kalıcı izler bırakabildiğini de biliyoruz aslında. Ama onlarla iletişimimizde bazen nasıl davranmamızın en doğru olduğunu bilemiyoruz. Ne yapmalı, nasıl davranmalıyız can parçalarımıza?
“Geçmiş Geçti, Gelecek İse Henüz Gelmedi.”
Geçmişin eksikleri, geleceğin endişeleri ile uğraşmak yerine, evlatlarımızla kaçırdığımızı düşündüğümüz zamanları telafi adına neler yapabileceğimize bakalım…
Gence doğru yaklaşımın en önemli ve ilk aşaması “GENCİN GÜVENİNİ KAZANMAK”tır. Güvenini kazanabileceğimiz davranışları arttırıp, mevcut güvenini koruyacak davranışlara özen gösterirken, güveni kırıp azaltacak her şeyden de kaçınmaya gayret ve dikkat etmek lazım elden geldiğince…
Onlarla birlikteyken ve arkalarından dürüst davranmak, size açtıkları sırlarına önem verip gelişi güzel ifşa etmemek, korumak, ebeveynler olarak kendi şahsi davranış ve ilişkilerimizdeki dengeye de dikkatli olup, kendimizi çocuklarımızın yanında ikiyüzlü, arkadaşlarının ardından konuşan, söz ve davranışları farklı olan, söz verip tutmayan insanlar konumuna düşürmemeliyiz.
Gencin ailesi onun ilk dünyasıdır, orada yıkılan değerleri zaman içinde yeniden inşa etmek oldukça emek ister. Hayatın temelindeki hassasiyet, hayattaki başarı ve erdem demektir aslında. Ayrıca gencin ailesinde, güveni görmesi ve öğrenmesi de öncelikle onun yalnızlık duygusuna kapılmaması, ebeveyni doğru rol model kabul etmesinin yanında kötü arkadaş ve ortamlardan korunması ve sonunda da olumlu ortam ve arkadaşlarla olması demektir.
Ve güven duygusunun güzel oturması ve doğru tesisi de “iletişim”den geçiyor. Ama “doğru iletişim”den! Yoksa aşağılama, kıyaslama, suçlama, azarlama da bir iletişimdir. Doğru ve kaliteli iletişimi öğrenip, uygulayıp doğru modeli halimizle göstermeliyiz. Onlarla iletişimde, zorluklarımızda da rehber eserlerden, danışmanlardan destek alabileceğimiz gibi ve en önemli model olan Efendimiz (s.a.s.)’in hayatındaki rehberlikten de istifade edebiliriz…
Peki, Doğru İletişimde Nelere Dikkat Edelim?
Öncelikle genç için “kaliteli dinleme” noktasına hassasiyet göstermekte fayda var zannımca. Bedenimiz ona dönük, gözlerimizi de dinlemeye dâhil ederek dinleme. Sen anlat; ‘ben bir yandan işimi yapar, diğer yandan seni dinlerim’ şeklinde değil de, ‘seni her duyumla dinliyorum, benim için en değerli sensin’ şeklinde bir dinleme, yani gerçek dinleme…
Bunu yapabilmek demek aslında gence “zaman ayırmak, ona özen göstermek, diyalog” demektir. Mobilyamızdan elbisesimizin uyumuna kadar dikkat ve emek verdiklerimizin ötesinde, bizim mülkümüz olmayan sadece emanetlerimiz ve sorumluluğumuz olan çocuklarımızın akli ve ruhi melekelerine hassasiyetle yaklaşma demektir.
Onlara veremediğimizi düşündüğümüz maddi imkanları değil de, onlara vermediğimiz değerlere, eksik veya yanlış verdiğimiz alışkanlık ve öğretilerin mesuliyetini hissedip, restorasyon yapmak demektir. Çocuklarımız bizim yaşadıklarımızın, davranışlarımızın eseridir. Bu yüzden kal dili ile değil, söz ile değil, hal dili ile rol modelleri olmak durumundayız. Onlardan beklentilerimizi belirlerken, kendimizi de tanıyarak, isteklerimizin bize ait mi yoksa onlar için mi olduğunu, çocuklarımızı mı yoksa belli davranışlardaki çocukları mı daha çok sevip; ona göre davrandığımızı ayırt etmek zorundayız.
Her bir çocuk “AYRI” ve “FARKLI”dır. Kendine münhasırdır, biriciktir, özeldir. Bizlere düşen Allah’ın izin ve kuvvetiyle rıza istikametinde onların, her birinin ayrı olan hayat programlarını yönlendirmek programlamak değil, geliştirmelerine yardım etmektir. Çocuklarımız bizim yapamadıklarımızı yapmak, bizim hayallerimizi gerçekleştirmekle mükellef olmadıkları gibi; onların tamamen sorumsuz ve sınırsız bırakılmaları da özgürlük ve onlara saygı değildir…
Dini, ahlaki, toplumsal doğruların ve değerlerin mezcedildiği çizgide giden ve bu çizgiyi hâli ile evlatlarına gençlere gösteren anne-babalar olabilmek duasıyla…
Figen Es