Türkiye’de özel televizyonların yayına başladığı dönemlerde sektöre katıldı İnci Ertuğrul. TRT’den sonra özel kanallarla başlayan hem ‘çok seslilik’ hem de belirsizlik dönemine tanıklık etti. Ülkemiz açısından pek çok yeniliğin, hızlı değişim adımlarının atıldığı 90’lı yıllarda medya dünyasında birçok öncü isimle tanıştı, birebir çalışma fırsatı buldu. Meslek hayatında 26 yılı geride bırakan Ertuğrul, yıllardır sürdürdüğü güvenilir yayıncı duruşu ile şimdilerde ‘Kaybolan Çiçekler’ ile ekranlarımızda…
Hayallerinizde sunuculuk-spikerlik mesleği hep var mıydı? Böyle hayalleri olan genç arkadaşlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Ben sadece TRT’nin radyo ve Tv yayınlarını izleyerek büyüyen bir kuşaktanım. Çok iyi bir radyo dinleyicisiydim ve radyo benim çocukluğumun geçtiği yerde (babam bir köy öğretmeniydi) dünyaya açılan penceremdi. Hayal dünyamı okuduğum kitaplarla beraber radyo şekillendirdi diyebilirim. Ve hep merak ederdim “Bu yayınlar nasıl hazırlanır? Kimler hazırlar? Sunanlar kim? Bu kişiler nasıl belirlenir?” diye. Direkt sunuculuk için değil ama programı oluşturan ekipte olmayı hayal ederdim. Sanırım bu duygu çok konuşma özelliğimle birleşti… İnsanın mutlaka hayalleri olmalı. Genç kardeşlerime ne istediklerini iyi tartıp belirlemelerini öneririm öncelikle. Çok şanslılar, istedikleri alanda istedikleri bilgiye hatta kişilere ulaşma şansları var. Yeter ki ne istediklerini bilip gayret etsinler. Sorular sormaktan çekinmesinler. Üniversitedeki öğrencilerim içerisinde sunuculuk yapmak isteyenler çok. Ama kitap okumayan, insanları gözlemlemeyi, onlarla iletişim kurmayı sevmeyenlerin, başaramayanların bu sektörde, kamera önünde şansı yok. Bir de bu mesleğe hobi gibi bakanlar çoğunlukta. Ben mesleğin ve sektörün gerçeklerini görüp, anlayıp ona göre karar vermelerini isterim. İşin gerekleri, hazırlıklar daha sonra.
Radyo geçmişiniz mesleğe başladığınız yıllara denk geliyor. Radyoların eski etkisi devam ediyor mu sizce?
Ben TRT’de spikerlik eğitimi aldım ama Türkiye’nin ilk özel radyosunda çalışarak başladım mesleğe, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kurduğu ‘Radyo Anki’de. Antenden yayın yapması yasaklanınca büyükşehire ait parklarda hoparlörden yayın yapan bir radyoda. Jülide Gülizar gibi bir ustanın yanında eğitilerek… Rahmetle anıyorum. Diğer özel radyolar bizden sonra yayın hayatına başladı. Radyonun belli bir kitle için hala çok özel ve farklı bir yeri var. Ama genel kitleye ulaşan içerikler ağırlıklı olarak müzikten oluşuyor. Söz ağırlıklı programlar çok az. Benim çocukluk-gençlik dönemimde günlük olarak belli saatlerde takip ettiğimiz programlar vardı. Şimdi TV, internet, sosyal ağlar derken radyonun işi zorlaştı. Ama bana sorarsanız radyo yayıncılığı büyülü bir alan hala. Sesin ve kelimelerin gücüyle sizi hayal dünyasında bir yolculuğa çıkarıyor ve yolu siz oluşturuyorsunuz. Keşke biraz daha söz ağırlıklı yapımlar olsa.
YAPTIĞIM İŞ HEM ÇOK GÜZEL HEM ÇOK NANKÖR
Haber, siyaset ya da güncel konularla ilgili basında iş yapan kişiler genelde daha yüksek volümlü ve hararetli kişiler oluyor. Siz naif duruşunuzdan hiç ödün vermediniz, bu durumu neye bağlıyorsunuz?
Böyle düşünüyorsanız teşekkür ederim. Ama yaptığım iş itibariyle benim de çok gerildiğim, tepkilerimi abartılı gösterdiğim zamanlar oluyor. İnsanlara önce sevebileceğim tarafları görmek için bakarım ben. Bu hayatımı da işimi de kolaylaştırıyor. Bir de şunu erken fark ettiğim için şanslıyım; çok güzel ama nankör bir iş yaptığım… Bir anda sizi alıp tepelere oturtabilir çalıştığınız proje, bir anda da tepetaklak olabilirsiniz. Ben sunuculuğun bir iş olduğunu, tanınmanın bu nedenle ilgi gösterilmesinin onun bir uzantısı olduğunu erken fark ettiğim için; kendimi, çevremi sadece işimle oluşturmadım. Beni ben olduğum için tanıyıp seven insanlarla yürüyorum. Tabii ki işimi çok seviyorum ve en iyi biçimde yapmaya çalışıyorum ama ekrandan uzaklaştığımda kendimi boşlukta, bunalımda hissetmiyorum. Bir de eşimin yayıncı olması yükümü hafifletiyor, işle ilgili sıkıntılı anlarımda onun desteği bana yol gösterici ve rahatlatıcı oluyor. Yoksa her gün üç saat bu kadar gergin ve zor bir canlı yayın yapmak gerçekten çok yıpratıcı ve zor. Ama ben canlı yayınları seviyorum ve geride kalan 25-26 yılın hemen hemen hepsi canlı yayında geçti..
15 TEMMUZ’DA HALKIMIZ DEMOKRASİYE SAHİP ÇIKTI
Ülkemiz çok zor ve kritik bir zamandan geçti. 15 Temmuz acıların yaşandığı ve tekrar dirilişin sağlandığı bir zaman dilimi oldu. Siz 15 Temmuz’dan sonraki Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz?
Çok zor ama yaşanması gereken bir dönemden geçiyoruz. 15 Temmuz’da halkımız yılların alışkanlıklarının, şartlanmışlıkların karşısında durarak demokrasiye sahip çıktı. Bu önemli bir aşama ülkemiz açısından. ‘Benim seçme hakkım var ve ona sahip çıkıyorum, seçtiklerimle devam etmek istiyorum’ dendi. Aslolan budur. Sandıktan çıkana saygı duymak ve sistemi korumak. Sadece bireysel olarak değil yaşadığımız toplumun bütün gerçekleriyle haklarımıza birlikte sahip çıkmamız bizi daha güçlendirecek. Bu vesileyle şehit olanları da saygıyla analım.
İŞİN UCUNDA ÇOCUKLAR VARSA, HER ŞEYE DEĞER
Çok önemli bir yapımın moderatörüsünüz. Daha önce de bu formatta bir yayın yaptığınızı ve birçok kayıp kişinin bulunmasına vesile olduğunuzu biliyoruz. Tekrar böyle bir formatta yayın yapma süreci nasıl gelişti?
TRT Haber’deki programım bittikten sonra bir süre dinlenmek istedim. Aklıma yatan bir proje teklifi de gelmedi o süreçte. Geçen yıl kızım üniversite sınavına hazırlanıyordu ve ona destek olmak için TV programı yapmadım. O üniversite eğitimine başladığı dönemde ‘Kaybolan Çiçekler’ programını sunmam teklif edildi. İçeriği ve zamanlaması ile bana çok uygundu, kabul ettim. İyi ki de etmişim. Yaş ve mesleki birikim açısından artık bu tarz programlar yapmalıyım diye düşünüyorum. Evet kayıp çocukları arıyoruz (65 bölümde 26 kişi bulduk) ama bir yandan da aileleri, çocuklarını doğru eğitmek ve tehlikelerden korumak konusunda danışmanlarımızın desteği ile bilinçlendiriyoruz. Sağlıklı ve güçlü bir toplum yapısını ancak çocuklarımızı hayata güçlü, güven duygusu içinde, iyi eğitimler aldırarak dolayısıyla mutlu yaşamlar sağlayarak oluşturabiliriz. Yayın içerisinde kurulan doğru cümleler ve aktarabildiğimiz mesajlar, bulduğumuz çocuklar; bizim itici gücümüz.
Kaybolan Çiçekler ciddi bir izleyici kitlesine sahip. Siz neler düşünüyorsunuz programla ilgili?
Kısa süre içinde seyirciden büyük ilgi gördü programımız. Bu elbette beni de ekibimi de gururlandırıyor. Ama bu tarz programlar maraton koşusu gibidir. Kısa süreli işler değil, uzun soluklu yapım türleri. Gerek izlenme oranları gerek dışarıda bana seyircinin söyledikleriyle doğru bir iş yaptığımızı anlıyoruz. Programın merkezinde çocuklar var ve yapım şirketim bu projeyi en başından beri çok önemsiyor. Tecrübeli, güçlü bir yapım-yayın kadrosu oluşturuldu ve kanalımız da hep yanımızda, arkamızda bizi destekliyor. Ben de bütün ekibi temsil eden, ürünü seyirciye aktaran kişi olarak işimi en iyi biçimde yapmaya çalışıyorum. Uzun bir mesai harcıyoruz, çok emek veriyoruz ama işin ucunda çocuklar olunca hepsine değiyor.
GÖRÜNTÜMLE DEĞİL, YAPTIĞIM İŞLE VAROLDUM
İnci Ertuğrul’un bir günü nasıl geçiyor?
Gün çok erken başlıyor, biraz erken bitiyor mecburen. Sabah 6’da kalkıyorum. 7’yi 20 geçe stüdyoda oluyorum. Sonra hazırlıklar , kahvaltı ve o günkü yayınla ilgili toplantımızı yapıyoruz. Saat 10’da program başlıyor 12:45’de de bitiyor. Yemek ve tekrar toplantı derken saat 4’ü buluyor… Eve gelip dinlenme ve 11’de uyku hazırlığı… Tabii bu arada bana işleyeceğimiz konularla ilgili ulaştırılan notların okunması, hazırlığı yani ‘Kaybolan Çiçekler’in mesaisi bitmiyor aslında. Haftada 2 gün İstanbul Aydın Üniversitesi’nde dersim var öğleden sonra. Ve tabii ki kızım ve ailemle ilgili sorumluluklar, arkadaşlarım derken bu aralar başka bir şeye zaman kalmıyor açıkçası. Kısacası yoğun ama keyif aldığım bir dönem.
Ekranla tanışmanız çok küçük yaşlarda olmuş ve biz karşımızda hep aynı İnci Ertuğrul’u görüyoruz. Özel bakım rutinleriniz var mı? Güzelliğinizi neye borçlusunuz?
Gerçekten çok kibarsınız. Yılların benden aldıklarına takılmaktansa, kattıklarına bakmaya çalışıyorum. Öyle kendine düzenli bakımlar yaptıran, bakan biri değilim aslında. Elbette sabah kalktığımda gözaltı torbalarım, çizgiler benim de canımı sıkıyor. Ama her çizgi yaşanmışlıkların izi diye bakıyorum… Yıllardır ekrandayım ve seyirci benim bütün değişimimi gördü, onlardan saklayacak bir şeyim yok. Yüzüme bir şeyler yaptırmaktan biraz korkuyorum; doğallığım kaybolacak, ifadem değişecek diye. Aslında bu konuda epey bir aklımı çelmeye çalışanlar var. Ama ben görüntümle değil yaptığım işle var oldum hep. Şimdi de o tecrübeyle bu programdayım. Hayatı sevmek, düzenli bir yaşam, alkol-sigara gibi kötü alışkanlıklarımın olmamasının faydasını bu yaşlarda görüyorum sanırım. Bir de çalışmak insanı enerjik kılıyor. Yüzümü hemen temizlerim eve gidince. Doğal beslenirim ve bol bol gülerim.
KIZIM BENİ BÜYÜTTÜ
Aynı zamanda bir annesiniz. İş hayatını ve anneliği birlikte yürütmeniz, size zorluklar yaşattı mı? Kendinizi nasıl bir kadın ve anne olarak tanımlarsınız?
Ben kadınlığımı kızımı doğurduğumda fark ettim dersem abartmış olmam. Benim için cinsiyet kavramı çok sonra gelir. Önce insan vardır, insani değerler vardır. Ama kızım beni zenginleştirdi, büyüttü. Çok şükür. Elbette önceliğim kızım her zaman. Onunla ilgilenmek, onunla zaman geçirmek, onu geleceğe iyi hazırlamak. Artık 18 yaşında bir üniversiteli. İstediği bölümde, sevdiği alanda eğitim alıyor. Aramızda sağlam bir iletişim var ve bundan çok mutluyum. Hala gece uyumadan önce uzun uzun sohbetlerimizi yaparız. Tabii ki ara sıra tatlı tatlı atışırız da. Çalışan her kadın gibi ben de zorluklar yaşadım. Uykusuzluk, yorgunluk, gitmek isteyip gidemediğiniz yerler… Tembelliğe hasret zamanları ben de yaşadım. Kesinlikle anneliğim, ev kadınlığımdan çok önce gelir ve söyleyebilirim ki açık ara öndedir. Pek hamarat, iddialı bir ev hanımı değilim. Temizlik hariç, her işimi kendim yaparım ama olduğu kadar. Öyle her gün bilmem kaç çeşit yemek yapamam mesela. Kızıma, eşime sormak lazım ama bence varsa bir annelik karnesi sanırım pekiyi alabilirim. Bunu rahatça söylüyorum çünkü benim önceliğim o hayatta. Kadınlığım ise; sanırım ortadan iyiye doğru… Sınıfı geçerim yani…
İrem Uluerciyes