SİNEMA
Yaşamın Kıyısında
En İyi Film dahil 5 dalda Altın Küre adayı, 2017 Oscar sezonunun merakla beklenen filmlerinden “Yaşamın Kıyısında/ Manchester By The Sea” Amerika’da bir sahil kasabasında yaşayan Chandler ailesinin duygu yüklü hikayesine odaklanıyor. Lee (Casey Affleck), apartman görevlisi olarak çalışan yalnız bir adamdır. Ağabeyinin ani ölümü üzerine, 16 yaşındaki yeğeni Patrick’in vasisi olma görevini üstlenir. Lee yeğeniyle beraber zor günlerin yaralarını sarmaya çabalarken, eski karısı Randi (Michelle Williams) ile yollarının ayrılmasına ve mutlu aile tablosunun ellerinden kayıp gitmesine neden olan trajik geçmişiyle de hesaplaşmak zorunda kalacaktır. Yönetmenliğini 10 dalda Oscar ve 5 dalda Altın Küre adayı “Gangs of New York” ve “Analyze This” gibi unutulmaz filmlerin senaristi Kenneth Lonergan’ın yaptığı filmin yapımcılık koltuğunda ise Matt Damon yer alıyor.

Toni Erdmann
Cannes Film Festivali’nde izleyenlerin büyük beğenisini toplayarak olay yaratan Toni Erdmann, bu senenin ve son dönemin tartışmasız en farklı ve etkileyici sinema deneyimini sunan, sayısız ödül almış ve şimdiden kült olmuş bir yapım. Alaycı ve umursamaz bir hayat görüşüne sahip, uslanmaz bir şakacı olan piyano öğretmeni baba Winfried, en yakını köpeğini de kaybedince hayatta yapayalnız kalır. Hayatını tekrar düzene sokmaya ise Romanya’da bir danışmanlık şirketinde önemli bir pozisyonda çalışan işkolik kızı Ines ile arasını düzeltip yakınlık kurmaya çalışarak başlamaya karar verir. Ines ise kariyerine odaklı aslında en az babası kadar yalnız ancak hayatı fazlasıyla ciddiye alan, iş hayatının tam da göbeğinde yükselmeye çalışan bir iş kadınıdır. Cebinden çıkarıp taktığı dişlerle olur olmaz yerlerde dönüştüğü Toni Erdmann tiplemesi ile babasını, bir anda Romanya’da işyerinde görünce kontrol manyağı Ines için işler dayanılmaz bir hal alacaktır. Birbirleri kadar yalnız ancak birbirlerine tamamen zıt bu baba kız için Romanya macerası hem ilişkilerini hem de hayatlarını sorgulayacakları, izleyeni ise kahkahalara boğan ama bir o kadar da sarsıp duygulandıran bir sinema mucizesine dönüşüyor.

KİTAP
Son Ütopya: Tarihte İnsan Hakları
Koç Üniversitesi Yayınları (KÜY) Tarih, Siyaset kategorisinde Son Ütopya: Tarihte İnsan Hakları adlı kitabı yayımlandı. Harvard Üniversitesi’nde tarih profesörü ve Humanity dergisi yayın kurulu üyesi Samuel Moyn tarafından derlenen kitap, Firdevs Ev tarafından Türkçeye kazandırıldı.
“İnsan hakları” dendiğinde herkesin aklına en üstün ahlak ilkeleri ve siyasi idealler gelir. Dahası bu yüceliğin insanlık tarihi kadar eski olduğu düşünülür. Fakat bu programın ne kadar yakın zamanda tedavüle girip yaygınlaştığının farkına varmak insanda çarpıcı bir etki bırakır. Bu siyasi idealin kendine bir alan açabilmesi için sadece ütopyaların değil, genel olarak siyasi projelerin ıskartaya çıktığı bir döneme, 20. yüzyılın son çeyreğine gelinmesi gerekiyordu. İnsan haklarının alamet-i farikası, 1970’lerde bir anda nereden geldiği anlaşılmadan sahneye çıkmış olmasıdır. Son Ütopya: Tarihte İnsan Hakları adlı kitap; “İnsan hakları saf hümanist bir hareket midir? Devletlerin ya da hükümetlerin, özellikle de Soğuk Savaş döneminde, ihtilaf halinde oldukları diğer devletleri sıkıştırmak için başvurduğu bir koz olarak mı değer kazanmıştır, yoksa kerameti kendinden menkul bir taban hareketi midir?” sorularına yanıt arıyor.

Roma’nın Sultanları
1130’da İmparator II. Ioannes Komnenos’un kardeşi Isaakios Komnenos, Konstantinopolis’ten kaçıp Türklere sığınmıştı. Oğluysa Müslümanlığı benimsemiş; Sultan I. Mesud’un kızıyla nikâhlanıp Selçuklu ve Komnenos ailelerini evlilik yoluyla birleştirmişti. Böylece on ikinci yüzyılda iki “Roma İmparatoru” peydahlanmıştı: İkisi de Anadolu’da hüküm sürmüştü; birbirleriyle evlilik yoluyla akrabaydılar; biri imparator, diğeri sultandı; biri Hıristiyan, diğeri Müslüman’dı; ikisi de kimi vakit birbiriyle savaşmış, kimi vakit ittifak etmişti; ikisi de Roma adına (en azından mirasına) sahip çıkmıştı.
Türkler 1453’te Konstantinopolis’i fethedinceye kadar batıya doğru bin küsur yıl süren uzun bir yürüyüş yapmışlardır. Ancak Konstantinopolis’i doğudan değil, batıdan fethetmişlerdir: Osmanlılar Ortadoğulu bir güce dönüşmeden önce Avrupalı bir güç haline gelmişler ve Avrupa’daki bir güç tabanından Avrupa anakarasının yüzde yirmisine varan bir kısmına hükmetmişlerdir. Türkler asıl anayurtları Moğolistan ve Güney Sibirya’nın sınır bölgelerinde yer alan Uzak Doğulu bir halktır. Doğru. Ne var ki Romalılar da doğudan (Troya’dan) geldiklerini iddia etmişlerdir. Osmanlılar bir Yakındoğu dininin buyruklarını yerine getiriyorlardı. Doğru. Ama son kertede Romalılar da öyle…
Avrupa’daki Asya ve Batı’nın Şekillenişi dizisinde “Avrupa” diye bir kavramın varlığını sorgulayan veya en azından bazı alışılagelmiş tanımlara meydan okuyan Warwick Ball, dizinin üçüncü cildinde kökenleri Uzak Doğu’da, Arabistan’dan da Pers Ülkesi’nden de daha ötelerde yer alan, bırakın Avrupa’yı, üç bölge tarihinin birden parçası hâline gelen bir halkı mercek altına almaktadır: Türkler.

SERGİ
İki Dünya Arasında
“Feyhaman Duran. İki Dünya Arasında” isimli sergi, sanatçının, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e geçiş sürecinin izlerini yansıtan sanat pratiğinin izinde söz konusu dönemin tüm çatışma ve gelişmelerini gözler önüne seriyor. Çöküş yıllarını yaşayan bir imparatorluktan, sanat dünyasının beşiği Paris’e giden, sonrasında yurda gelişinde ise kendini keskin bir dönüşümün ortasında bulan Duran’ın, bu yolculuklarının, sanatını nasıl şekillendirdiğini yansıtıyor.

Duran, tüm yaşamı boyunca Doğu ile Batı’yı aynı anda deneyimlemesinin etkilerini eserlerine yansıtmış bir sanatçı. Cumhuriyet Türkiyesi’nde portrelere duyulan ihtiyaçtan dolayı en çok bu alandaki işleriyle anılan sanatçı aynı zamanda natürmort, peyzaj gibi farklı türlerde de aynı üretkenlikte eser vermiş. Bir ressam olduğu kadar oldukça güçlü bir hat sanatçısı da olan Feyhaman Duran’ın eserlerinde ve hayatında gelenekle olan sıkı bağ ilk kez bu kadar ayrıntılı bir sergiye konu oluyor. SSM, sanatçının koleksiyonundan yapılmış geniş kapsamlı bir seçki ve SSM koleksiyonundan tamamlayıcı eserlerle, Türkiye sanat tarihinin dönemecinde yer alan Duran’ın külliyatına ayrıntılı bir bakış sunmayı amaçlıyor.

MÜZİK
Goran Bregovic ve Bijelo Dugme
Balkan müziğinin dünyaca ünlü müzisyeni Goran Bregovic, efsanevi rock grubu Bijelo Dugme ile birlikte 25 Şubat 2017’de Volkswagen Arena sahnesinde ilk defa Türkiye’de!
Piu Entertainment organizasyonuyla hayranlarıyla buluşacak olan Bregovic ve Bijelo Dugme, Emir Kusturica filmlerinin unutulmaz müziklerini ve yeni repertuvarlarını birlikte seslendirecek. Bregovic’e sahnede Bijilo Dugme’nin efsane solistleri Mladen Vojicic (Tifa) ve Alen Islamovic de eşlik edecek. Goran Bregovic & Bijelo Dugme, ’’Ruzica Si Bila’’, ’’Djurdjevdan Je’’, ’’Lipe Cvatu’’, ’’Hajdemo U Planine’’ ve ’’Kad Bi Bio Bijelo Dugme’’ gibi rock tarihine altın harflerle kazınmış bir repertuvar ile müzikseverlerle buluşmaya hazırlanıyor.

Caz Şubatı
Gelenekselleşen “CRR Caz Şubatı” programının dördüncüsü, 13 ila 21 Şubat tarihleri arasında caz müziğinin dünyaca ünlü sanatçılarının konserleriyle gerçekleşecek.
Bu kapsamda cazın dünyaca ünlü büyük isimlerinin bir araya geldiği etkinlikte; Ketil Bjornstad, Terje Rypdal Duo ve Fred Frith Trio 13 Şubat Pazartesi, Roberta Gambarini 14 Şubat Salı, CRR Caz Orkestra’sı, Şef Nail Yavuzoğlu ve solist Meltem Ege 17 Şubat Cuma, Enrico Rava New Quartet ve Trio ELF 18 Şubat Cumartesi, David Sanborn 19 Şubat Pazar, Hijazz Project 20 Şubat Pazartesi, Zerrin Özer ve Jazz Band 21 Şubat Salı günü CRR’de 20.00’de sahne alacak.

Merve A. Tokyay