İstanbul’daki köşkler dediğimizde aklımıza hemen Topkapı Sarayı’ndaki, Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri bünyesinde bulunan ve aslen Fatih Sultan Mehmet tarafından Topkapı Sarayı’nın bir birimi olarak yaptırılmış bulunan Çinili Köşk gelir. Daha geç dönemlere ait olanlar arasında, kentin hemen dışında Yıldız Parkı ve Emirgan Korusu’ndaki köşkler de en azından çağdaş yeme içme işlevleriyle hafızamızdadır. Özellikle İstanbul’un Anadolu yakasında ise geniş bahçeler içerisinde genellikle konut işlevini yitirerek yeni fonksiyonlar edinmiş ancak hala Köşk diye tanımlanan yapılar bulunmaktadır. Cemil Topuzlu Köşkü, Rıdvan Paşa Köşkü, Ragıp Paşa Köşkü bunlar arasında sayılabilir. Birkaç yıl önce Borusan Holding’in yönetim merkezi olarak yeniden inşa edilen Rumelihisarı’ndaki “Perili Köşk” ise sadece Yusuf Ziya Paşa’nın bu evine değil, metruk görünen birçok büyükçe evi tanımlayan ve halk arasında çok sıklıkla duyulan bir yakıştırma ifadedir.
Birkaç sene önce herkesi televizyon ekranlarına bağlayan Asmalı Konak dizisi ise bir diğer büyük boyutlu konut tipini, konakları gündemimize getirmişti. Günümüzde çoğu konak, yapı türünün çok sayıda oda ile ağırlama sektörüne hitap edebilmesinden ötürü otel olarak hizmet vermekte. Çok az sayıda örneğin (örneğin Taksim, Gümüşsuyu’ndaki Namık Paşa Konağı) kent içinde ama geniş alanlarda yaşamayı yeğleyen ailelerce konut olarak kullanıldığını gözlemlemekteyiz.
Dürüst olmak gerekirse, gündelik yaşamımızda Köşk ve Konak sözcükleri arasında çok bilinçli bir ayırım yapmak kolay değil. Ancak sözcükler biraz yakından incelersek bazı ayrıntıları yakalamak mümkün oluyor.
Köşk sözcüğü anlaşıldığı kadarıyla “köşe” ile benzer bir kökenden muhtemelen Farsça “gûşe”den geliyor. Bahçelere hâkim noktalara yerleştirilen, özellikle de bahçenin veya çevrenin keyfini çıkartmayı amaçlayan, fazla da alt yapısı bulunmayan birimler olarak gözlemleniyor. Bu tanıma saray ve koruların içindeki köşkler tam karşılık geliyor. İstanbul’un Anadolu yakasındaki köşkleri ise kendine has, istisnai kategori olarak algılamanın daha yerinde olacağını söyleyebiliriz.
Boğaziçi’ndeki yalı arazilerinin, bugün “yalı” diye andığımız sahil hanelerinin üzerinde, yazın sıcak günlerinde tercih edilen, daha esintili ve serin olan “köşk”leri de bulunmaktaydı. Bunların birçoğu şimdi yalılardan ayrı şekilde, yeni sahiplerinin bağımsız konutları olarak kullanılmaktadır.
Konak ise Türkçe bir terim; “konut”la aynı kökenden. Göçebeliğin aksine yerleşmiş “konmuş” olmanın ifadesi. Konaklama kavramı da aynı anlam çizgisinde. Ancak günümüzde kısa süreli barınma için tercih edilen bir ifade. Osmanlı dünyasında genellikle devlet erkanının kullandığı hayli görkemli konutlar için tercih edilmiş bir sözcük. Hükümet Konağı, Vali Konağı gibi ifadeler idari işlevlerle bağlantı olarak günümüze değin ulaşmış.
Bir de sır vermiş olalım, bugün Paşa isimleriyle butik otele çevrilmiş şekilde hizmet veren yapılar aslında gerçek konakların sadece ufacık bir birimini oluşturuyor: Selamlıkları, haremleri, ahırları, işlikleri, hizmetlilerin barınma yerleri, geniş bahçeleri gibi birçok birimi içinde barındıran konak arazileri uzun zaman önce ifraz edilmiş yani birçok parsele ayırılmış olduğu için günümüzdeki görünümleri, konakların eski görkemini yaşatmaktan çok uzaktır. Konakların kent içinde bulunması geniş bahçelerin yapılaşmaya açılmasını kaçınılmaz kılmıştır.
Her ne kadar çok büyük bir metropolün içerisinde hapis kalarak eski görkemlerini kısmen yitirseler de Osmanlı’dan yâdigâr bu eserlere günümüzde ilginin yeniden doğmaya başlamasını ve çeşitli yeni işlevlerle de olsa asıllarına uygun şekilde restore edilerek, tekrardan gündelik yaşamımıza katılıyor olmalarını son derece sevindirici bir gelişme olarak değerlendirmemiz gerekir.
Yrd. Doç. Dr. Serdar Bornovalı