Sıcak bir yaz öğleden sonrası. Kız kardeşim evlenmek üzere, alışveriş turları asla bitmiyor, ihmal edilmiş hisseden iki yaşındaki oğlum iyice huysuzlanmış, kendimizi Bursa’nın ünlü Ulu Camiisine atıyoruz. Hem namaz kılınacak hem de caminin kadim serinliğinde soluklanacağız, belki de herkes -annem, teyzem, kardeşim, ben ve müstakbel kayın valide- dirseğine kadar dünyeviliğe batmış hissettiğinden cami bize sakin bir vaha gibi görünüyor. Ta ki oğlum ortadaki mimari harikası şadırvana girene kadar… Elbette ben de peşinde girdim ve “Bayan çıkın buradan” diye bağıran bir sesle irkildim. Ne yalan söyleyeyim ilk duyduğumda üzerime bile alınmadım, yani kadınların şadırvana girmesinde ne gibi bir sıkıntı olabilirdi ki? Öte yandan kendisini ıslatmaya çalışan küçük bir oğlan çocuğuyla boğuştuğumu da görüyor olmalılardı. Ama bu hitaptaki bayan bendim ve her yere A4 kağıtlara (o canım şadırvana asılan A4 kağıtların yarattığı görüntü kirliliğinden bahsetmek bile acı veriyor) yazılar da asılmıştı üstelik “Bayanların şadırvana girmesi yasaktır”. Tam anlamıyla kan beynime sıçradı. Sesler yükseldi, başkaları müdahale etti, olay mahkemelik olmadan oğlumu da kucağıma alıp çıktım oradan. Şimdi, aradan geçen üç yıldan sonra düşünüyorum, neydi bu hitaptaki ve “Bana haddimi bildirmekteki” rikkat ve öfkenin sebebi? Sınırını aşmış bir kadın, erkeklerin Allah ile ilişki kurmak adına bulundukları mekanı kirletiyor muydu yoksa?
Geçtiğimiz günlerde Fatih Camisinde kadınlar mahfilinde değil de erkeklerin namaz kıldıkları alanda, sütun dibinde “otururken” önce orada bulunan yaşlı bir adam tarafından ardından da görevlilerce kaba bir biçimde dışarı çıkarılmasıyla alevlenen bir tartışma var; kadınlar camide namaz kılabilir mi? Sorular aslında çoğalıyor, kadınlar camide namaz kılmalı mı? Kadınlar camiye gitmeli mi? Kadınlar evden çıkmalı mı\çalışmalı mı\okumalı mı (bu konuda Hz. Peygamber’e isnad edilen hadisler kadının evinden çıkıp çıkmamasına değiniyor sonuçta). Hatta bu soruların arka planına bakınca mesele daha da gelişiyor; camii bir toplum için ne ifade eder? Kadınlar toplumun neresinde durur\sınır çizgisi nedir? Bu son soru biraz etraflıca düşünüce bizim gündelik yaşamımızı oluşturan kodları ve modernleşme-güncele uyum sağlama ile muhafazakar ve dindar reflekslerimiz arasında sıkışan normlarımızı\değer yargılarımızı ciddi sarsıntıya uğratıyor.
Müslüman toplumların istinasız hepsinin geçtiğimiz yüz yılın başından itibaren yaşadığı değişimin toplumlara sirayet eden birkaç sonucu oldu; ilki giyim kuşamda değişiklikti. Bu değişiklik toplumun katmanlara ayrılmış yapısının kamusal alanda kolayca görünür ve bilinir olmasını sağlayacak kodların bozulmasına yol açtı ve buna bağlantılı olarak kadınların ev dışındaki hallerinin kamusal bir tartışma olmasına yol açtı. Bu bir kenarda dursun, öte yandan üretim biçimlerin tüketim alışkanlıklarına, iletişim araçlarından toplumsal örgüye bir dizi sistem bir jenerasyondan diğerine, dünyanın daha önce görmediği bir hızla ve şekilde değişti. Öyle ki daha önce bilginin önemli bir kaynağı olan tecrübe yerini bu araçlara ilişkin acemiliğe bıraktı. Bu değişim Batılı toplumlarda da aynı hızda oldu ancak arada çok temel bir farkla… Doğu’da yaşanan değişimin sebebi olan kurumların tamamı Batı’dan ihraç edilmişti, örneğin çalışma hayatındaki örgütlenme, ofis kurumu ve buradaki insan ilişkileri tamamen Batılı bir örgütlenme modeliyle kurulmuştu. Kaynağı kendimizde olmayan bu değişime karşı yaşanan direnç uzun soluklu olmadı ve hemen her toplum kendi hassasiyetleri doğrultusunda az ya da çok bu modern düzenin bir parçası oldu. Bu bahsettiğim değişimlerin dini hayat açısından kadınları ilgilendiren kısmı kökü dışarıdaki sistemlerin İslam’da kadın hakkında çok az şey önermesi ve bizi kadının durumu hakkında fıkıh üretemeyecek kadar çaresiz bırakmasıdır. Müslüman toplumlar kadının yeri gibi konularda ataerkil düzenden de güç alarak dinin neredeyse onda dokuzu kadının toplumsal temsiliymiş gibi sıkı sıkıya sarıldılar, tartışmaya açmak istemek bile cehennemlik olmaya yetiyor. Bu noktaya bir şerh koymak gerek, elbette kadının örtünmesi önemli bir meseledir ve hatta dinimizde de bir kimlik meselesidir. Burada bahsettiğim gündelik hayatında hiçbir dini hassasiyet göstermeyen, kadınlarla ilişkisini herhangi bir batılıdan farklı yaşamayan erkeklerin kadınların tesettürü ve toplumsal hayatın ne kadar dışında yer alması konusundaki kıymeti kendinden menkul düşünceleri.
Camilerde kadının yeri konusu böyle bir tür mesnedsiz muhafazakarlıktan kaynaklanıyor bence. Bir metre ötede sokakta yan yana yürürken, dolmuşta yan yana otururken, birlikte alışveriş yaparken cami gibi ibadete ayrılmış mekanda–ibadet anından bahsetmediğimi vurgulamak istiyorum burada- neden varlığımıza tahammül edilmiyor da biz kadınlar çirkin perdelerle ayrılmış kısımlarda hapsoluyoruz? Mimari açıdan göz kamaştıran ve ibadete varlığıyla anlam katan büyük camilerimizde kadınlar mahfiline bakın isterim, hangisi o caminin ruhani havasını taşıyor? İsterseniz her namazı o camide kılın bir kadın olarak mukarnasları bile görmeden yaşlanabilirsiniz, namazı, evrendeki minicik konumunuza rağmen Allah’la doğrudan temasa geçebilme hakkı olarak idrak edebilmenizi sağlayacak geniş kubbelerden mahrum sıkışık ve minicik alanlarda namazlar kılabilirsiniz. Oysa Peygamber Efendimiz zamanında kadınların camide erkeklerle aynı anda bulundukları, sohbetlere katıldıkları ve hatta soru sordukları bilinen bir gerçek. Hatta İmam-ı Gazali İhyau Ulmid’d-din adlı eserinde şöyle yazıyor: “Resul-i Ekrem kadınların camiye gitmelerine izin vermiştir. Fakat bu zamanda en doğrusu, onları men’etmektir.”* Peygamber efendimiz zamanındaki bir uygulama, İslam aliminin tasarrufuyla zamana göre değiştirilmişse, şu halde bugün neden hala bunu tartışamıyoruz? Günün önemli bir kısmını dışarıda geçiren kadın çoğu camide abdest alma yeri bile yokken, ibadetten mahrum bırakılmış olmuyor mu? Ramazan yaklaşırken, uzun teravihlerle orucumuzu taçlandırmayı hayal ederken ve dünyanın her yerinde Müslümanlar büyük camileri doldururken bence bu konuyu düşünmeye değer.
*Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-dîn, 2.c., s. 122-3.