Şafak Yıldızhan
Bir insan düşünün; duygu dünyası olabildiğine karmaşık kod bloklarından oluşan. Asla anlamlandıramadığınız fakat olası her durumda ondan alınan tepkilerin oldukça değerli olduğu.
Bir insan düşünün hayallerinin sınırı yok; dünya düzenini tek başına yerinden oynatabilecek gücü kendinde bulabilen… Bir insan düşünün içindeki şefkat deryasından sadece bir damlayla bile tüm yetimlere gönlünü açabilecek.. Bir insan düşünün o büyük sarsılmaz, kaya gibi gözüken adamların fikirlerini tek bir bakışıyla değiştirebilecek. Sonra bir de annenizi düşünün. Tanıdık geldi değil mi? Evet, “kadın”… Bunca gücü elinde bulundururken neden mutsuz olmaya daha meyilli kadınlar?
İşte sorun tam da burada başlıyor, güç her daim sıkıntıyı sırtında taşır… Kadın sever, çok sever… Sevdiği adam uğruna her zorluğun üstesinden gelmeyi bilir. Fedakarlık yapar, ilişkisi için özveride bulunur. Şefkat gösterir. Bilinmeyenli denklemlerin değişkenleri adedince kafasında hesaplamalar yapar sonuçlarını değerlendirir. Vazgeçmek onun sözlüğünde yoktur. Peki bu kadar güzelliklerle donatılmış bir varlık neden çoğu zaman mutlu bir hayat süremez? Buradaki anahtar kelimemiz ise “beklenti”dir. Kadın hissettiklerinin kendine de hissettirilmesini beklemeye başladığı andan itibaren mutsuz olur. Ona bir ömür eşlik edecek, -beklentilerini gerçekleştirebilecek- hayat arkadaşını aramaya başlar, önce kitaplarda adı “aşk” diye geçen bir yanılsamaya kapılır. Çok sevdiğini düşünür. Biraz da vücudumuzun kimyası böyle düşündürtür bize. Küçük oyunlar oynar, karnımızda kelebekler uçurur, başımızı döndürür… Tabi bundan iyi kanıt mı olur? Bulduk işte aradığımız o ruh eşini… O olmalı kesinlikle. Başkasıyla hayatta olmaz. Kendimizi kaptırırız, kişiliğimizi, kariyerimizi, hayallerimizi bir kenara koyarız. Yeter ki olsun çünkü o gerçekten eşsizdir; o olmazsa nefes alamayız… Bir süre yerden yüksek oynarız hayatımızın aşkıyla, ayaklarımız kati surette yere değmez. Tabi hayat hep yüksekte değil, elbette oyunun bir kaybedeni de olur.
Yerçekimini hissettiğimiz o an. Pembeliklerin kaybolmaya başladığı o an… Görüntünün netleşmeye başladığı o an… Önce kısıtlandığımızı, uzun süredir aslında kendimizin dışında ısmarlama bir hayat yaşadığımızı fark etmeye başlarız… Sonrasında birtakım çileli yolculuk. Birbirini değiştirmeye, dönüştürmeye çalışan iki insan… Durumun bu noktaya gelmemesi için ne yapmalı? Bir formülü mutlaka olmalı değil mi?
Her şeyin en ince ayrıntısına kadar hesaplanıp, aksamayan bir düzenle işletilen bu kainatın içinde yaşayan iki insanın arasındaki ilişkiyi düzenleyebilecek bir algoritma… Bir yerlerde yazılı olsaydı keşke… Öyle bir sihir ki herkes kendine göre biraz X biraz Y karıştırıyor. Sonra çıkan sonuçlar kişiye özel oluyor. Henüz kesin olarak sağlıklı sonuçlar doğuran formül elimizde yok. Ama insanoğlunun bunca yıllık tecrübesi bize en azından bu formülün başlangıç değerlerine götürerek ,aşağıdaki maddeleri işaret ediyor:
1) Birbirinizi ne kadar tanıyorsunuz?
2) Duygusallığa yer vermeden birlikte hangi ortak paydada buluşulabiliyorsunuz? Bu noktalar çoğaltılabiliyormu?
3) İlişkinizin belkemiğini ne oluşturuyor?
4) Çok kızdığınız, sinirlendiğiniz anlarda dahi saygı ve sevgi sınırları içinde kalabiliyor musunuz?
5) Her koşulda aranızda amasız bir güven ortamı sağlayabiliyor musunuz?
Hayatımıza yön verecek önemli bir adım atmadan önce soruları, cevaplarıyla birlikte etraflıca sonuçlarından korkmadan değerlendirelim, düşünelim, düşünelim.. Yaşadığımız hayat paha biçilemez, sizce de bu denli kısacık bir test yapmaya değmez mi?