Merve A. Tokyay
Geçtiğimiz ay sinema tarihinin en önemli gecesi Oscar Ödül Töreni gerçekleşti. Oscar sinema sektörü için vazgeçilmez bir ‘plot point’. Yıldızlar, yapımcılar, kırmızı halı, ödül aldıktan sonra ödül sahiplerinin ulaştığı nokta tartışılmaz pek mühim.
Google’a ‘Oscar Awards’ yazdığınızda karşınıza 13 milyon veri çıkıyor. Herkesin bir fikri, tahmini var. Bir de onu reddedenler var. Eskinin o bütün ödüllerini toplayan büyük filmleri de artık olmadığına göre bu gösterişli ödül artık eski şaşasını yitiriyor mu?
Ama o daha henüz hiçbir şeyini yitirmeden Oscar’ı ellerinin tersiyle iten isimler de oldu. Anlayacağınız 1929 yılından beri çoğu oyuncunun rüyalarını süsleyen ödül herkesin de rüyası değil.
Oscar Ödülü’nü ilk reddeden isim, 1935 yılında ‘The Informer’ filmi ile ‘en iyi senaryo’ ödülüne layık görülen Dudley Nichols oldu. Nichols, Akademi ve Yazarlar Birliği arasındaki anlaşmazlık nedeniyle 8’inci Akademi Ödülleri törenini boykot etti.
Ödülü reddeden ikinci kişi ise, ‘Patton’ filmindeki rolü ile ‘en iyi erkek oyuncu’ seçilen George C. Scott’tı. 1970 yılında 43’üncüsü düzenlenen törene katılmayan Scott, organizasyonu ‘et geçişi’ ve ‘ekonomik çıkarlar için yapılan bir şov’ olarak tanımlayarak bunun bir parçası olmak istemediğini söyleyerek ödülü reddetti.
Marlon Brando ise 1972 yılında, ‘The Godfather’ filmindeki rolü ile layık görüldüğü ‘en iyi erkek oyuncu’ ödülünü, film endüstrisinin yerli Amerikan halkına ayrımcılık yaptığı ve kötü davrandığı gerekçesi ile reddetti. Brando törende 15 sayfalık eleştiri mektubunu okuması için oyuncu ve insan hakları savunucusu Sacheen Littlefather’ı görevlendirdi. Littkefather mektubunda şunları söylüyordu: “200 yıl boyunca toprağı, yaşamı, ailesi ve özgür olma hakkı için savaşan yerli halka şöyle dedik: ‘İndir silahını arkadaş, gel beraber oturalım. İndirirsen eğer silahını arkadaş, barıştan söz ederiz senle, anlaşırız senin hayrına.’ Silahlarını indirdiklerinde ise onları katlettik. Onlara yalan söyledik.”
Oyuncu Katharine Hepburn tam 12 kez aday gösterildiği uzun kariyerinde ödül törenine asla katılmadı. “Ödül benim eserim” diyen Hepburn ödülü dört kez kazanmıştı üstelik.
Menekşe gözleri kadar yaptığı 8 evlilikle de adını duyuran, “En favori erkeklerim, köpeklerim ve atlarımdır.” sözünün sahibi Elizabeth Taylor ise Oscar’ı yüzyılın en çok konuşulan evliliklerinden birine sahipken boykot etti. Eşi Richard Burton’ın dört kez aday olmasına rağmen kazanamayışından çok da haz etmeyen oyuncu eşiyle birlikte Oscar’ı boykot kararı aldı.
Paul Newman, 1961’den 1982 yılına kadar altı kez aday gösterildi ve törene birçok kez katılmış olsa da, eve hiçbir zaman ödülle dönemedi. Newman 1987’de “The Color Of Money” için yedinci kez aday gösterildi. Bütün bahisler onun üzerindeydi ancak o artık durumu çoktan aşmıştı ve törene katılmama kararı aldı. “Bu tıpkı 80 yıldır güzel bir kadının peşinden koşmak gibi. Sonunda kadından evet cevabını alırsın ama sen gerçekten yorulmuşsundur” diyen oyuncunun iyi bir strateji geliştirdiği ortada. Geçtiğimiz yıl ise ABD’li yönetmen Spike Lee ve aktris Jada Pinkett Smith, Oscar ödül törenini, 2 yıl üst üste adayların çoğu beyaz olduğu için boykot edip törene katılmadılar.
Spike Lee, Instagram hesabından paylaştığı mesajda “bembeyaz” bir ödül törenini “destekleyemeyeceğini” söyledi.
Sinemanın efsane ismi Woody Allen da kariyeri boyunca birçok kez aday gösterildi ancak törene hiç katılmadı.
“Bu törene saygı duymuyorum. Bence onlar da tam olarak ne yaptıklarını bilmiyorlar. Kimin kazanıp kimin kaybettiğine bakarsınız Oscar’ın ne kadar manasız olduğunu siz de anlayabilirsiniz” diyen Woody’nin bize söylemek istediği bir şey var. Üstelik yıllardır…