Röportaj: Merve Şerbetçi
Halima Aden aslında birçok kişi. Mega bir model ajansına kaydolmuş ilk başörtülü model. Bir güzellik yarışmasında tesettür mayosuyla yer almış ilk genç kız. Vogue, Glamour gibi dergilerin kapağında Amerikan bayrağı teması ile poz veren ilk başörtülü kadın. Dahası, Kenya’da bir mülteci kampından kurtulup Amerika’da hayatta kalmayı başarmış bir çocuk. UNICEF için çalışan bir gönüllü. Aysha için Modanisa Dubai Fashion Week hakkında konuşurken son derece mütevazi, güler yüzlü ve samimi bir genç kadın. Karşınızda Halima Aden; neredeyse yüzyıllara yayılmış güzellik algılarını kendisine olan güveniyle sarsmayı başarmış güçlü bir kadın.
Zihnimizdeki ön yargı kutucukları zannettiğimizden daha fazla katı. Öyle ki bazen merhametle iç içe geçmiş acıma ve küçümsemenin farkında bile olmuyoruz. Karşımızda zor durumda olduğunu var saydığımız birisi varken ona acırken aslında onu da zayıf düşürüyoruz. Halima Aden öncelikle herkesin zihninde bu türden ön yargıları parça parça eden bir kadın. Göçmen, siyahi ve Müslüman. Podyumların yıldızı olabilecekler listesinde onu en alt sıralara iten üç özelliğe rağmen Halima basamak basamak yükseliyor, Yeezy’den Fenty’ye bir çok marka ile çalışıyor. Tabi ki bu yol kolay olmadı, Halima’nın Amerika’ya iltica ettiği günlerde önce klişelerle savaşması gerekmişti. İslamofobiyle yedi yaşında bir çocuk olarak tanıştığında insanların zihnindeki sterotipleri değiştirmesi gerektiğine inanmıştı. Glamour dergisine verdiği bir röportajda Miss Minesota güzellik yarışmasına katılma kararını Müslümanlara karşı ön yargıları değiştirmek istediğinden, herkesin potansiyelini ayrımcılığa uğrama korkusu olmadan gerçekleştirme hakkı olduğundan bahsederek açıklayacaktı. Ve devamında gelen başarılar, moda gösterileri, dergilerin kapakları ve daha fazla defile… Halima Aden’in başarısının sonuçları bireysel olmadı sadece, onun sayesinde görünür olan bir durum var; Müslüman kadınların varlığı. Elbette dünyanın geçirdiği ekonomik bunalımla Müslüman dünyaya yönelik yaptığı açılım da etkili oldu, büyük markalar yalnızca eşitlik kaygılarıyla ferace tasarlamaya başlamadılar. Ancak Halima Aden tarafsız ve bilindik Batı’lı markaların yüzü oldukça muhafazakar modaya olan bakış da globalleşti. Bu nedenle hem Londra’da hem Dubai’de düzenlenen moda haftaları ve Halima Aden gibi “haber değeri” taşıyan kadınların katılması önem taşıyor. Artık muhafazakar moda Müslüman ülkelerde üretilen ve yalnızca hedef kitlesinin dikkatini çeken bir organizasyon değil, Batı’lı dergi sayfalarında yer alan, bütün dünyanın “gördüğü” bir moda olayına dönüşüyor. Raşit Bağzıbağlı gibi başarılı tasarımcıların koleksiyonları da dünya basınında yer almış oluyor. Bundan daha güçlü bir PR çalışması olabilir mi bilmiyorum. Halima Aden de Dubai Moda Haftası kapsamında yürüdüğü podyumu, muhafazakar moda dünyasını ve başörtülü bir model olmanın nasıl olduğunu bize içtenlikle anlattı.
Şimdiye kadar iki Modanisa Fashion Week’e katıldınız, Londra ve Dubai. Bu organizasyonlarda en çok ilginizi çeken ne oldu? Moda haftaları Halima için ne ifade ediyor?
Açıkçası Modanisa’nın düzenlediği defilelere ve Fashion Week’lere bayılıyorum, bence organizasyonlar çok başarılı. Muhafazakar modanın bu kadar profesyonelce ve güçlü bir şekilde temsil edildiğini görmek benim için çok mutluluk verici, dolayısıyla podyumda yürümenin beni ne kadar tatmin ettiğini tarif edemem. Moda haftaları zaten benim için her daim heyecan verici olaylardır, tasarımcıların haftalar süren yoğun çalışmalarının, akıttığı gözyaşı ve terin nihayet sonuçlanması ve bu çalışmanın seyirci tarafından alkışlanması gerçekten görülmeye değer bir heyecan.
Milano ve Londra Moda Haftalarında yer alıp dünyaca ünlü lüks tasarımcıların kıyafetlerini hem podyumlarda hem de moda çekimlerinde giymiş bir manken olarak sizce muhafazakar moda sektörü tasarım ürünlerle ve Batı’lı markaların defileleriyle karşılaştırıldığında ne durumda?
Moda sektörü özünde bir temele dayanıyor diyebiliriz aslında. Bir kadın ne giyiyor olursa olsun kendisini güzel, özel ve rahat hissetmeli… Bu açıdan baktığımızda hem Batı’lı lüks markaların moda defileleri hem de muhafazakar moda haftaları birbirine çok benziyor. “Muhafazakarlık” ya da muhafazakar moda olarak tanımlanan şey herkesin kendi tarzına uyarlayabileceği, stiline katabileceği bir moda anlayışı benim gözümde. Dolayısıyla bu moda haftalarını gayet başarılı buluyorum, aralarında büyük farklar görmüyorum.
Türk tasarımcıların koleksiyonları hakkında ne düşünüyorsunuz? Özellikle Dubai Modest Fashion Week kapsamında ilk muhafazakar koleksiyonunu sunan ve sizin de podyumunda yürüdüğünüz Raşit Bağzıbağlı’nın tasarımları size nasıl hissettirdi? Stilini ve tasarımını beğendiğiniz başka tasarımcılar var mıdır?
Raşit’le çalışmaya tek kelimeyle bayıldım! Koleksiyonu kumaşlardan tasarıma bir harikaydı. Bu benim katıldığım ilk Dubai Moda Haftası olduğu için benim için de çok özel bir yeri var. Modanisa’ya bu masal gibi organizasyonu düzenlediği için de müteşekkirim. Raşit Bağzıbağlı’nın muhafazakar koleksiyonunun podyumunun açılışını yapmak da benim için bir onurdu. Sanırım hayatım boyunca hatırlayacağım bir podyum olacak.
CR Dergisi’nin 10. Sayısının kapak fotoğrafında Paris’in çeşitliliğini ve küresel anlamda kültürel farklılığının birleşmesini temsil ettiniz. Bu türden bir temsil size ne hissettirdi?
Paris neredeyse yüzyıllardır modanın başkenti. Moda dünyasının parçası olmak benim için hep heyecan verici olmuştur, CR Fashionbook’un kapağında yer almak ve bir kültürün temsilcisi olmak gerçekten tarifi imkansız bir mutluluk. Ayrıca, fotoğrafların stylinginin moda dünyasında bir ikon haline gelmiş olan Carine Roitfeld tarafından yapılmış olması da benim için bir onurdu.
Birçok mecrada “ilk başörtülü model” olma titri size yorucu geliyor mu? Bu sorumlulukla bireysel kimliğinizi veya kişilik özelliklerini bastırmak zorunda hissettiğiniz oluyor mu? Ya da şöyle soralım; bir topluluğu temsil etmek sizde bir tür baskı yaratıyor mu?
Aile ve arkadaş çevremde bana hayranlık duyan küçük kızlar hep vardı. Şimdi her hareketimi takip eden ve bir anlamda saygı gösteren daha çok genç kız var. İnancımı başarılı ve iyi bir elçi olarak öğretmek, beni teşvik ediyor. Üyesi bulunduğum grubu bütün dünyada pozitif olarak temsil etmek isteği her nasılsa bana yaşama enerjisi veriyor. Yani, baskı hissettiğimi söyleyemem, hatta böyle bir görevi ödül olarak görüyorum ve onur duyuyorum.