Okuma serüvenimize genelde başlıktaki soruyla başlarız.
Sonrasında kısa bir araştırma ile internet sitelerini tararız, okunması gerekli ilk on kitap, hayatınızı değiştirecek ilk beş kitap gibisinden popüler kültür yazılarıyla karşılaşırız. Eğer şansımız varsa o kitaplardan birine sahip olup gerçekten de severek okuyup bitiririz. Tam tersinde ise bu serüven Instagram’a koyulan “kahve-kitap-buğulu pencere’’ postundan ibaret kalır…
Peki neden böyle olur dersiniz? Benim şahsi kanaatim, kitaplar da tıpkı moda gibi insan ruhunun birebir yansımasıdır. Tek bir kalıba sokamayız, kimileri için mükemmel bir yapıt kimileri için sıkıcı bir ders kitabından fazlası değildir. Her bireyin kendi özgür seçimleri olmalı, kendi tarzını oluşturabilmeli. Sonrasında zaten bu tavsiyelerin hangisine uyacağına daha sağlıklı karar verecektir.
Dingin bir ruha sahipse, bilginin özüne kurguya dalmadan ulaşmak istiyorsa, çeşitli konularda yazılmış kısa denemeler tam onun tarzı olacaktır. Eğer heyecan ve aksiyon seviyorsa, canlı, enerjik bir kişiliğe sahipse polisiye bilim-kurgu romanlarına bayılacaktır. Hayatının merkezine sevmeyi, sevilmeyi, tutkuyu koyan, insan ilişkilerini derinlemesine içinde yaşayan coşkulu bir ruha sahip olanlar ise aşk romanlarına veya aşka dair yazılmış her satıra hayran olacaktır.
Bu örnekler tabii ki çoğaltılabilir ama en nihayetinde önce kendi iç dinamizmimizi keşfe çıkıp sonrasında ise bizim hayal dünyamıza baharı getirecek o mükemmel kitabı bulabiliriz. Beynimizde yeni yeni odalar açan, gözümüzü kapattığımızda arka planda devasa tiyatro sahneleri kurduran, bize milattan öncesi ile uzay çağları arasında mekik dokutan mucizevi kitapları bulmanın yolu da yine onlardan geçiyor.
Denemeye değmez mi?
Şafak Yıldızhan