Cenab-ı Hak insana tekâmülüne vesile olması için nefis verdi. Bu sayede de insan meleklerden daha şerefli oldu. Meleklerde nefis olmadığı için, daimi surette ibadette bulunsalar da yine Adem’in seviyesine çıkamazlar.
İnsandan başka bütün yaratıklar tek elle yaratılmışlardır. Oysa insan ya melek gibi Cemal sıfatının, yahut azap melekleri ve şeytan gibi Celal sıfatının kendisinde tecelli ettiği bir varlıktır. İnsan bu bütünü içinde toplayan, karşılıklı iki denizi birleştiren ve bu iki denizin birbirine taşmasını önleyen bir geçit-varlıktır.
Nitekim Allahü Tealâ İblis’e şöyle demişti: “İki elimle yarattığım şeye secde etmekten seni alıkoyan nedir?” (Sad, 75)
Kemal Nefis Sayesinde Bulunur
Neden şekva bu nefsinden revâ mı bilmemek kıymet
Hüda-yı Zülcelal’dendir sana o pek büyük nimet
Refîkindir sakın hor görme onu hoşça kullan sen
Bilen nefsin bilir Hakk’ı, nedir hem lezzet-i vahdet
Nefis olmazsa mümkün mü yetişmek bâb-ı maksûda
Ömür âhir olunca o sana çektirmez hiç hasret
Bilip kadrin onu ilm ü edebden hiç ayırma sen
Şikayet etmesin senden nasıl mümkünse et hizmet
Fakat bu sözlerim terbiyeden sonra olur makbûl
Olur insan, eden ıslâha nefsin Ken’an’â himmet
Ahzab Suresi, 72. ayet: “Allah emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettiği halde hiçbiri kabul etmedi. Ancak onu insan kabul etmekle zalim ve cahil oldu” buyuruluyor.
Adem, emaneti yani aşkı kabul etmesi cihetiyle nefsine zulmetti. Zira o öyle ağır bir emanettir ki; ancak Cenab-ı Hak tarafından imtihan olarak ve tekâmüle hizmet etsin diye verilmiş olan nefsi ve nefsin bütün icaplarını çiğnemeden buna tahammül edilemez. İşte Adem bu ağır yükü kabul ettiği için nefsine karşı zalim oldu. Cahil olması da, bu emaneti kabul etmekle başına gelecek türlü iptilalara cahil olması dolayısıyladır.
İnsan, emaneti kabul etmekle, nefsinin aldatışlarına karşı durup, Allah yoluna koyulduğu, nefsini garip bırakıp ruhunu yükseltmek savaşında bulunduğu için zalim oldu.
Hazret-i Mevlana da Mesnevi’sinde: Ney, kanlı yolun sözlerinden bahsediyor. Mecnun’un aşkı kıssalarından bahsediyor,buyurur. Çünkü aşk yolu kanlı yoldur. Aşk, ikilik kabul etmez. Hem nefis hem canan olmaz. Aşk sahibi, ölmeden evvel ölür.
Bu yol, kanlı yoldur. Nefsin izzeti, şerefi kırılıp Allah namına feda edildiği için kanlıdır. Fakat insan da bu kanlı yolu seçmekle bütün ilahi isimlere mazhar oluyor.
Böylece de Adem’in, herkesten, her şeyden hatta meleklerden Arş ve Kürs’ten ilmen üstün ve tercih edilmiş olması, hiçbir yaratılmışın kabul edemediği ilahi emaneti kabul etmesi ile sabit oluyor.
Emanetten maksat, nefsini bilen Allah’ını bilir manasıdır, yani aşktır, cezbedir. Bu kabiliyet yalnız insana verilmiştir.
“Ölmeden evvel ölmek” ne demektir?
Gerek zulmani, gerek nurani, nefsin hazları, bir kimse için zevktir. Mesela zulmani zevkler, fesat, yalan, hile gibi şeyler ki, sahibi için her biri birer can gibidir. İşte bunları Hak yolunda bir bir atmak, feda etmek, canını sevdiği uğrunda harcamak demektir.
Keza nurani canlar da, sayılmak, sevilmek, gösteriş için ibadet, hayır ve hasenat gibi şeylerdir ki bunların da zevki büyük. İşte onların da terk edilmesi gereken haller olduğunu bilip, Allah adına terk etmek, yine canını feda etmektir.
Men kâne lillah diyen yani Hak yolunda varlığını veren kimseye, kân Allahu lehu, yani Allah da onun için olur, buyruluyor.
Bir tohum toprağa gömülmeli ki, ondan mahsul hâsıl olsun. Yoksa o tohum, toprağın haricinde ne kadar dursa yeşermez ve ondan bir şey vücut bulmaz. Yani vücudun tohumunu kalbin kabrine gömmeden evvel, mahsul ele getiremezsin. Sen Allah için olursan, o niçin seninle olmasın. Esasen senin onunla olmaman, onun seninle olduğunu görmene manidir.
Hakk’a vuslatın bahası canını terk etmektir. Terk-i can demek, nefsine müteallik ne varsa kalbin kabrine gömmek demektir. Allah’ın cemalinin bahâsı, dünya dedikodularından, çamurlarından ve “lâ”dan yani Hak’tan gayrı olan şeylerden geçmektir.
Onlar ki Rabbimiz Allah’tır dediler ve istikamet ettiler bu kimseler için korku ve hüzün yoktur. (Ahkaf, 13)
Nefsani ihtiraslardan arınan ve güzel ahlak sahibi olan kimse gerçek kurtuluşa erer. (A’lâ, 14)
O kimseler ki iman ederler ve salih ameller işlerler, onlar için firdevs cennetleri vardır. (Kehf, 107)
Kur’an-ı Kerim’de buyrulan, Allah’ın habl-ı metini yani kopmaz ipi ve Kur’an-ı Kerim’in baştan başa manası nefsin hevasından ve tabiatın zevklerinden kaçmaktır. Can ne kadar hayat bulursa, nefis o kadar ölür. Nefis ne kadar hayat bulursa, can o kadar ölür.
Canın ölümü, ulaştığı ruhlar aleminde rabbani nuru görememesi ve ruhani zevkleri tadamamasıdır.
Ad kavminin helakine sarsar rüzgarı sebep oldu. Çünkü azmışlardı. Onların nefislerinin azgınlıkları, sam rüzgarı şeklinde göründü ve onları yaktı.
Hadiseler veya kişiler (onlarda Rab isminin tecelli etmesiyle) nefsin tekamülünde nasıl bir rol oynarlar?
Allah’ın insanı bir derde müptelâ kılması, o kimsenin ahlaki cevherini vücudu madeninden çıkarmak içindir.
Altın, yer altından çıktığı vakitte de altındır. Fakat toprakla karışık bir altındır. İçindeki lüzumsuz maddeleri çıkarmak için potaya koyuyor, ayıklıyorsun. Ancak bu muameleden sonradır ki darphâneye yollayıp damga vuruyor, sikke haline koyuyorsun.
Bir pırlanta, yakut, zümrüt için de bu budur. Fakat mesela bir çakıl taşını yontsan, potada kaynatsan mücevher yapabilir misin? Ne türlü muameleye maruz bıraksan taş yine taştır.
Aslında mücevher olan nesneler bile, içlerindeki temizlenmesi gereken maddeleri atmak için türlü çilelere tâbî tutuluyorlar. Ezelde, saadet damgasını taşıyan vücutların da, burada riyazat ve mücahedelere tâbî tutulmaları, lüzumsuz fazlalıklarından kurtulmaları içindir.
Resulullah Efendimiz Hazretleri’ne bile, bütün kainatın mükemmeli iken, peygamberlik kırk yaşında geldi. Fakat o, aslında mevcut idi. Zuhuru ise bir zamana bağlı kaldı. Faraza bir kayısı çekirdeğinde kayısı, bilkuvve mevcut ise de, bilfiil ortaya çıkması zamana bağlıdır.
Bir pırlanta pırlanta olabilmek için ne zahmet ne meşakkat çekiyor; bütün bu safhalardan sonra da ne hırslara ne tamahlara maruz kalıyor.
İşte insan da nefsini kırıp onun arzu ve şehvetlerinden geçmeden bu hâli hasıl edemez.
Rahatıyla istedim vaslını kahr etti bana
Derde düşüp ağlayınca güldü cananım benim
Vesselam…
Cemalnur Sargut