Yılın ilk ayında şehir epey hareketli… Bizler de Ocak ayında hangi kitapları okumalı, neler izlemeli, kimleri dinlemeli ve hangi sergileri ziyaret etmeniz gerektiğini yazdık, kaçırmayın!
NE OKUYALIM?
ABUMRABUM
Dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapan Orta Doğu… İnsanlığın beşiği ve Hz. İbrahim’in ayak izlerini taşıyan yurtlar… Ve Müslümanlar üzerinden süregiden savaşlar… Bir bakıma Hz. İbrahim’in mirası peşindeki evlatlarının amansız mücadelesi…
Orta Doğu’da yalnızca fikirler, inanışlar, canlar değil, tarih de bir katliamın pençesinde. Artık hakikati görenler, Irak ve Suriye’de birinin kanı toprağa akarken uzaklarda kanı bitlenen birilerini, burada bir kurşun namludan fırladığında meçhul ülkelerde kabaran cüzdanları, burada annelerin ağıtları gözyaşlarına karışırken bir yerlere gizlice kaçırılan tarihi mirası fark edebiliyorlar. Oynanan oyuna insanlığın geçmişiyle hesaplaşması deniyor ama hakikatte geleceğini belirleme potansiyeline sahip. Abumrabum, yalnızca Roma, Kudüs ve İstanbul ekseninde bir casusluk romanı olarak değil, aynı zamanda Mezopotamya’nın sosyal, siyasi ve sanatsal tarihi gibi de okuyacaksınız. İskender Pala’nın her zamanki yetkin kaleminden nefes nefese bir polisiye…
TAHTA AT
Sinema ve televizyon ekranlarının sevilen yüzü Bahadır Yenişehirlioğlu yeni romanı Tahta At’la bir aile öyküsü üzerinden insanın kendi içindeki iyi ve kötüyle ilişkisini etkileyici bir biçimde anlatıyor.
İstanbul’un Boğaz’a nazır tepelerinden birinde görkemli bir villa; Haznedaroğlu Köşkü. Dışarıdan bakıldığında göz kamaştırıcı görünen hayatlar arkasında neler gizler? Gün gelir buz tutmuş bir dağda bir filiz çatlatır mı bütün dağı? Yalan nedir gerçekte? Peki ya kötülük? Kötünün karşısında kendini koruma refleksiyle bir an için ağızdan çıkıveren bir söz büyüye büyüye nasıl bir kâbusa dönüşür? Kötülüğe tutsak kalmış birini oradan ne tutup çıkarabilir? Yazar, İnsanın kendi içindeki iyi-kötü savaşını yer yer adeta bir Musa kıssası olarak anılacak bir romanla resmediyor. Karakterleri güçlü, kurgusu sağlam ve sürprizlerle dolu bir roman…
MASUMİYETİN SON GÜNLERİ
“İlişki kuran mahvolmuş demektir.” denilmiş. Denilmiş, ancak istisnalar da yok değildir. Yani, kavuşmalarına rağmen mahvolmamış insanlar vardır. Evlenmelerine rağmen yalnızlık çekmeyen insanlar vardır. Bunlardan bazıları meslekleri sayesinde yalnız kalmazlar. Bazılarının gerçekten arkadaşları, aileleri, dostları vardır. Bazıları ise yalnızlıktan boğulur gibi olunca, suyun üstünde kalmak için kayalardaki yosunlara, ota, alkole, veya “kanayan bir sosyal yaraya” tutunur. Bazıları, özellikle kadınlar, ufak paralar karşılığında kahve falcılarından genç sevgili, zengin yeni koca, yozlaşmış gelecek satın alır. İkinci el mucize, uzun yol ve ışıkları kasten açık bırakılmış şans satın alır. Masum’un epey su yutmuş yalnızlığı ise telveye değil, uçsuz bucaksız denizde mucize eseri bir sabit fikir kayalığına tutunmuştu: Sanat sinemasına! Selahattin Yusuf’un çarpıcı bir üslupla kaleme aldığı “Masumiyetin Son Günleri” bir yanıyla aşk, toplum ve birey ilişkilerini irdelerken; öte yandan kültür ve sanat dünyasına yöneltilmiş keskin eleştiriler içeriyor.
NE DİNLEYELİM?
NASILIM BİLİYOR MUSUN?
Sevilen grup Gripin “Yalnızlığın Çaresini Bulmuşlar” albümünün ardından “Nasılım Biliyor musun?” isimli 5. albümlerini müzikseverlerle buluşturuyor. Gripin’in daha önce yayınlanan dört albümünde olduğu gibi yeni albümlerinin de müzik prodüktörlüğünü Haluk Kurosman üstlendi. Söz ve müzikleri grup üyeleri ve Haluk Kurosman imzası taşıyan albümde 8 yeni şarkının yanı sıra, 2016 yılında single olarak yayınlanan “Beni Boş Yere Yorma” ve Suat Sayın’ın ünlü eseri “Gündüzüm Seninle”nin Gripin yorumu yer aldı. Albümün ilk video klibi aynı zamanda albümün isim şarkısı olan “Nasılım Biliyor musun?”na Burak Sesli yönetmenliğinde çekildi. Klipte Gripin üyelerinin yakın dostu ve aynı zamanda grubun solisti Birol Namoğlu’nun eşi Derya Beşerler’in ablası Zeynep Beşerler rol aldı. Albümün kartonet tasarımı albümdeki şarkıların ilk seslerinin titreşimlerinden oluşan şekiller ve “sinestezi” adı verilen algılama durumundan esinlenerek gerçekleştirildi.
EYVALLAH
Işın Karaca dört yıl aradan sonra on şarkının yer aldığı yeni stüdyo albümü “Eyvallah”ı, kardeşi ve menajeri Akın Büyükkaraca ile kurduğu Akış Production etiketiyle yayınladı. Güçlü vokali ile yorumunu kattığı her şarkıyı büyüten Işın Karaca çıkış şarkısı olarak “Bize de Bu Yakışır” isimli şarkısını belirledi. Hem görsel teması hem de müzikal değerleri açısından uzun soluklu bir çalışmaya imza atan Işın Karaca, kendi çıtasını gene bir üst seviyeye taşıyarak hayranlarına sunmanın mutluluğunu yaşıyor.
MFÖ KONSERİ HER ZAMAN İYİDİR
Müzik sahnemizin efsanevi grubu Mazhar Fuat Özkan, 9 Ocak’ta Atlantis iş birliğiyle gerçekleştirilen Vestel #gururlayerli konserleri kapsamında Zorlu PSM’de! 1984’te çıkan Ele Güne Karşı albümüyle birlikte toplam 13 albümde (3 best of, 10 stüdyo albümü) dillere dolanan sayısız şarkıya imza atan, ülkenin dört bir yanında dopdolu konserlerde sahne alan MFÖ, 1985 ve 1988’de iki defa Eurovision Şarkı Yarışması’na katıldı. İlerleyen dönemde Fahir Atakoğlu ve Yavuz Çetin gibi değerli müzisyenlerle çalışan grup, özellikle hep aynı dizilimle yer aldıkları eğlenceli ve dinamik canlı performanslarıyla ön plana çıktı. Ele Güne Karşı, Ali Desidero, Güllerin İçinden, Sarı Laleler, Sakın Gelme, Mazeretim Var Asabiyim Ben, Sude, Yalnızlık Ömür Boyu ve Buselik Makamına gibi şarkılar, grubun efsane statüsüne ulaşacağı yolun temellerini attı.
NEREYE GİDELİM?
LOUIS KAHN’A YENİ/DEN BAKIŞ
Louis Kahn’a Yeni/den Bakış sergisi, 20. yüzyıl dünya mimarlığının önemli aktörlerinden, düşünür, sanatçı ve bir “mimarlık gurusu” olarak tanınan Louis I. Kahn’ın önemli yapılarına ve sanatsal çalışmalarına odaklanıyor. Sergide Kahn’ın tüm yaşamını geçirdiği, çalıştığı ve eğitmenlik yaptığı Pensilvanya’dan Dakka ve Ahmedabad’da bulunan mimari yapıtlarına ait çizim ve fotoğrafların yanı sıra seyahat eskizleri ve sergiye özel söyleşiler Müge Cengizkan’ın küratörlüğünde bir araya geliyor. Mimar ve fotoğrafçı Cemal Emden’in son birkaç yıldır belli aralıklarla ziyaret ederek belgelediği Kahn’ın yapılarına “ışıkla tektonik”, “yeri kurmak”, “programı yoğurmak” temaları çerçevesinde yeniden bakan fotoğrafları merkezine alan sergi; Kahn’ın Türkçe’ye ilk kez çevrilen kült metinleri üzerinden düşüncelerine de bir bakış sunuyor.
ZAHİRİ MEKANDA ARŞİV
Refik Anadol’un Arşiv Rüyası projesinin uzantısı olan enstalasyon, kullanıcılara üç boyutlu bir veri uzayında keşfe çıkarak SALT Araştırma arşiv koleksiyonlarındaki 1.700.000’den fazla belgeyi bir ağ olarak görüntüleme ve seçtikleri belgeleri inceleme imkânı sunuyor. Zahirî Mekânda Arşiv enstalasyonu, tek bir kullanıcı tarafından etkileşimli olarak deneyimlenebilen üç boyutlu, bilgisayar üretimi bir ortam kuruyor. Bir sanal gerçeklik gözlüğü aracılığıyla bu ortama erişen kullanıcı, SALT Araştırma arşiv koleksiyonlarından 1.700.000’i geçkin belgenin t-SNE makine öğrenme algoritmasıyla görselleştirildiği bir veri uzayında yolculuğa çıkıyor. Anadol’un Google Artists and Machine Intelligence [Sanatçılar ve Makine Zekâsı] programıyla konuk sanatçı olarak çalıştığı dönemde kurguladığı enstalasyon, yakın gelecekteki araştırma imkânlarına bir öneri getiriyor. SALT Araştırma arşiv koleksiyonlarındaki her bir belgeyi özelliklerine göre makine zekâsıyla sınıflayan bu medya enstalasyonu, söz konusu zengin bilgi birikimini çeşitli açılardan değerlendirmeyi olanaklı kıldı; müdahale edilmediğinde “rüyaya dalarak” veriler arasındaki beklenmedik ilişkileri ortaya çıkardı.
SANATÇI VE ZAMANI
İstanbul Modern “Sanatçı ve Zamanı” adlı koleksiyon sergisi ile sanatçıların zaman fikri etrafında birey olarak kendilerini ve çalışmalarını nasıl konumlandırdıklarına odaklanıyor. Sergi, sanatçının zamanı ile toplumun, kültürün, doğanın ve evrenin zamanı arasında kurulan bağa ve hesaplaşmaya dair bir düşünce alanı öneriyor. Geçmişten geleceğe farklı zamanları, belirli ortak temalar çerçevesinde bir araya getiriyor.
Sergi, sanatçıların kendi zamanlarını nasıl deneyimlediklerine, geçmişten gelip geleceğe akan zaman karşısında duydukları endişe ve hayal kırıklıklarına, iç zamanları ile başkalarının zamanları arasında kurdukları derin yakınlıklara işaret ediyor. Aynı zamanda sanat yapıtının, gelip geçicilik ve değişim karşısındaki yerine ve dönüşümüne karşı da bir tartışma zemini sunuyor. “Sanatçı ve Zamanı”, Türkiye’nin mihenktaşı düşünür ve edebiyatçılarından Ahmet Hamdi Tanpınar’ın (1901-1962) “ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” sözlerini de bir çıkış noktası olarak belirliyor. Tanpınar üzerinden sanatçıların zamanlar arası varoluş serüvenlerine dair bir yol haritası sunan sergi, aynı anda farklı zamanları hayal edebildiğimiz bir çağda, Tanpınar’ın görüşlerinin kuşatıcı zenginliğini de hatırlatmak istiyor.
NE İZLEYELİM?
İNGİLTERE BENİM
Efsane müzisyen Morrissey’i daha yakından tanımak ister misiniz? Oscar ve Bafta adayı Mark Gill’in yönetmenliğini üstlendiği film, izleyiciyi müzik tarihinin çığır açan gruplarından The Smiths’in kurulmasına uzanan günlere götürüyor. 1970’lerde Manchester’da geçen hikaye, Morrissey’in yürüdüğü sokakları, ilham aldığı müzikleri, kitapları; dönemin atmosferini titiz bir şekilde perdeye yansıtıyor. Morrissey’i Dunkirk filmi ile yıldızı parlayan genç oyuncu Jack Lowden canlandırırken, yakın arkadaşı, punk sanatçı Linder Sterling rolünde ise Downtown Abbey ve Black Mirror dizilerinden tanıdığımız Jessica Brown Findlay karşımıza çıkıyor. Adını The Smiths’in klasik şarkılarından “Still ill”in sözlerinden alan film, rock müzik tarihinin en gizemli ve sıra dışı idollerinden birisinin, kendi sesini ve kimliğini buluşunun hikayesi.
ARİF v 216
Robot olan 216, insan olmanın hayalini kurmaktadır. Uzaydan dünyaya çok sevdiği arkadaşı Arif’in yanına gelir ve insan gibi yaşamaya başlar. Sıradan insanlar gibi bir yaşam sürmeye çalışsa da farklılığı kimsenin dikkatinden kaçmaz. Yeni yaşantısını alışmaya çalıştığı sırada aşk da kapısını çalmıştır. Robot olduğunu herkesten saklamaya çalışan 216 bunu başaramaz. 216’dan ilham alan bir iş adamı, onu herkese tanıtıp kopyalarını yapmak ister. Sunduğu cazip tekliflerle 216’yı kandırmayı başaran iş adamı, onun sayesinde geleceği değiştirecektir. Arif bu korkunç planı öğrenir ve hem dünyayı hem de 216’yı kurtarmak için bir mücadeleye girişir.
YOLCU
Evinden işine gidip işten eve dönmek için her gün düzenli olarak banliyö trenini kullanan sigortacı Michael McCauley (Liam Neeson), bir gün sıradan bir yolculuk esnasında Joanna adında daha önce trende görmediği bir kadınla tanışır. Joanna (Vera Farmiga), trende bulunan ama oraya ait olmayan birini bulmasını ister, karşılığında tuvaletteki 75 bin doların sahibi olacaktır. Son durağa kadar birçok sırrı çözmek zorunda kalan Michael, artık trendeki herkesin hayatından sorumludur.