Romanda ve Mutfakta Malzemenin İyi Olması Şart

Zeynep Özcan

İclal Aydın’ın oyuncu, yazar kimliğinin dışında şahane bir damak hafızası taşıdığını, iyi yemekten, yemek yapmaktan büyük keyif aldığına şahit olduğumu söylemeliyim. Her hissin sonucu onu mutfağa, çocukluğuna sürüklüyor. Ankara’da geçen çocukluğuna dair kalbinde, damak hafızasında sakladığı lezzetleri, Şubat ayı itibarıyla raflarda yerini alan üçüncü romanı Üç Kız Kardeş’i, çay kaşığıyla para kazanma ödevinin meyvesi Hisli Hatıralar Dükkanı’nı, Nolte Mutfak’ın ev sahipliğinde pişirerek, taşırarak, keyifle konuştuk.

İclal Aydın yeni yılı yeni projelerle karşıladı. Biz, iki tarafın keskinleşme halinden uzak olan farklı anne babalardan doğan, benzer acıları, benzer şikayetleri, benzer mutlulukları taşıyan samimi kız kardeşleri bir çatı altında toplayacak. Bir Cihan Kafes ve Unutursun’da olduğu gibi Üç Kız Kardeş romanında da yüreklerimize dokunacak, ellerimizi tutacak, sarıp sarmalayacak. Hayatının hakimiyetini eline almaya karar verdiği andan itibaren kendine bir ödevi gerçekleştirmek için söz vermiş. Büyük rollerden, büyük sıfatlardan, büyük paralardan vazgeçerek, çay kaşığıyla para kazanma ödevini yerine getiriyor. Bu vazgeçişin bedeli onu herkesten farklı kılıyor. Söz konusu İclal Aydın olunca elbette bu ödevin meyvesi ya bir kitap, ya bir albüm, ya da hiç aklımıza gelmeyecek bir proje olacak ve bize yansıyacaktı. Hisli Hatıralar Dükkanı bu ödevin bize yansıyan meyvesi… Röportajımızın sonunda Üç Kız Kardeş’in doğduğu topraklardan, Ayvalık esintili lezzetler sizi bekliyor olacak. Ayvalı kereviz, ıspanaklı narlı salata, çalkama, kuzu etli şevket-i bostan… Her biri sevgili İclal Aydın’ın dokunuşlarıyla lezzetine lezzet kattığı enfes tarifler…

İlk romanınız için verdiğiniz bir röportajda, “Köşe yazmayı, biriyle söyleşi yapmayı, tiyatro oyunu yazmayı biliyordum da, roman yazmaya cesaret edemiyordum” demiştiniz. Üçüncü romanınız Üç Kız Kardeş’i  yazarken bu cesaret edememe halinin yerini hangi his aldı?

Yaş, zaman, yaşam değiştirme, birikimleri farklı aktarma arzusu… Galiba artık zamanı dedim. Cesaret ettim, sonra da çok sevdim…

ÜÇ KIZ KARDEŞ’İN İÇİNDE BOL BOL BİZ VARIZ

Bir önceki romanınız Unutursun’da bizi nerelere taşımadınız ki… Sıra Üç Kız Kardeş’te. Kim bilir nasıl şahane bir hikayenin ortasında bulacağız kendimizi…

Üç Kız Kardeş; Sadık Bey ve Nesrin Hanım’ın üç kızı, Türkan, Dönüş ve Derya’nın Ayvalık’ta başlayan çocukluklarının İstanbul’a vuran hüzünlü hikayesi. Hüzünlü başlıyor ama mutlu son var. Bir iyileşme romanı diyebiliriz, devam da edecek… İçinde yine bol bol biz varız. Türkiye var, Ayvalık var, Ege kıyıları var… Kız kardeşlik kavramı benim için çok önemli ve uzun zamandır kafamı kurcalayan bir mesele. Türkiye’de bu dönemde öncelikle kadınların benzerliklerine odaklanmaları gerektiğini ve kardeşlik kavramını önce onların hatırlaması gerektiğini düşünüyorum. Aynı anne babadan olsanız bile farklı insanlar olabilirsiniz veya farklı anne babalardan doğsanız bile benzer acılar, benzer hayaller, benzer şikayetler taşıyabilirsiniz. Şu anda hepimiz aynı şeylerden şikayetçi olsak da, hepimiz ayrıldığımız noktaları görüyoruz. Oysa benzerliklerimize odaklanmalıyız. Kadın olmamız, yazıyor olmak, yemek yapıyor olmak, aynı şikayeti paylaşıyor olmak bile bir ortaklıktır, bir kardeşliktir.  Bu dönemde en çok kız kardeşlik kavramı üzerinde durmamız gerekiyor. Ama samimi kardeşlik! Yani görüntüde değil, lafta değil, sözde değil. O da nasıl olur; teşekkür ederek başlarsın. Ben size çok teşekkür ederim bu unutulmaz öğleden sonra için…

Kitap yazmak sizin için ruhunuzu, bedeninizi evden, tanıdıklarınızdan uzağa taşımak demek. Üç Kız Kardeş nerede doğdu?

Üç Kız Kardeş Ayvalık’ta, Unutursun Berlin’de, Bir Cihan Kafes Newyork’ta doğdu. Hikayelerimi belli bir tarihe yetiştirmem gerekiyor. Taslağını bazen evde yapıyorum, hayallerimi kuruyorum, notlarımı alıyorum ama evin içinde kaldığınız sürece ne olursa olsun; o evin annesi, eşi, komşusu, çalışanı olmaya devam ediyorsunuz. Dolayısıyla yazımı yazarken ister istemez ya kedi geliyor kapıya beni bahçeye çıkar diye. Ya kızım geliyor, “Anne akşama ne yiyeceğiz” ya da “Ödevime yardım eder misin?” diyor. Ama başka bir şehre gidip odaklandığım zaman işim sadece bu oluyor. Yani bir odaya kapanıyorum. Onunla yatıyorum, onunla kalkıyorum. Başka da hiçbir şey ile ilgilenmiyorum. Dolayısıyla aile fertlerim de kendi huzurları, mutlulukları için de bunu destekliyorlar. Gidiyorum ve işimin büyük bir kısmını bitirip dönmüş oluyorum. Burada artık bir tek düzeltmesi ve süslemesi kalıyor.

 

YAZILARIMIN VE YEMEKLERİMİN BEĞENİLMESİ BEN ÇOK MUTLU EDİYOR

Yazı yazarken çalışma masanızdan eksik olmayan, olmazsa olmazım dediğiniz yiyecekler hangileri?

Çiğ badem, çay, kahve, çekirdekli kuru üzüm.

Yazı yazmak ve yemek yapmak arasında bir benzerlik var mı?

Çook. Hayatta beni en çok mutlu eden şeyler: bir, ” Yemeğin çok güzel olmuş” iki, ” Yazdığını çok beğendim” denilmesi. İkisi de birbirine çok benziyor. Aslında bir hikaye anlatırken de dünya üzerinde benzeri defalarca kez anlatılmış bir şey anlatıyorsunuz. Malzemeniz insan… Mutfağa girdiğinizde de malzeme ortak. Ama herkes kendi dokunuşunu, dilini, halini koyuyor. Dolayısıyla, beğenildiğinde çok mutlu oluyorum.  Yemek yapmak için gereken temel malzemeler var. İyi bir tencerenin olması lazım. Ocak önemli, ısı önemli. Malzemen önemli, malzemenin iyi olması önemli. Sonrası senin maharetin ve malzemeyi bir araya getirebilme ve sunma becerin. Bazense hani tarifte 25 dakika yazar, ama senin içgüdün ve gözün der ki, “Yok, bu yemek 3-4 dakika daha istiyor.” Romanda da öyle. İyi bir malzemenin olması lazım. Taze malzemen olunca ne kadar başarılı bir yemek yapıyorsun değil mi?  Hem ne diyorlar; ” Baharatı bile taze çek.” İyi bir tenceren varsa, onun pişirme özelliği senin işini nasıl kolaylaştırıyor… Dolayısıyla iyi bir malzeme, iyi bir hikaye en önemlisi. Ondan sonrası da artık, yazanın ruhuna kalmış.

Yemeklerden ilham alıp aldığınız olur mu hiç?

Yemeklerden ilham alıp yazmıyorum ama yemekler ve şarkılar yazılarımın, hikayelerimin çok içinde. Yemeksiz olmaz. Mesela mutlu olunca Sadık Bey: “Hadi bana yoğurtlu et pişirin.” diyor. O bir mutluluk anı. Kitapta peynir ekmek yiyip ağladıkları bir yer var. O peynir çocukluktan bir hatıra taşıdığı için kıymetli. Kokular, tatlar, tarif edilebilir dokular benim için çok kıymetli.

 

MUTFAK KAHRAMANIM ANNEMDİ

Ankara’da büyüdünüz. Çocukluğunuzun unutulmaz lezzetleri nelerdi?

Ah, bakkal ekmeği… Mis gibi kokar, çıtır çıtır. Ankara pidesi, çok önemlidir. Ankara simidi diye bir gerçek vardır. Atatürk Orman Çiftliği’nin dondurması, sütü… Taze süt, kaymaklı kaymaklı olurdu. Ankara’da o zaman hamburger yoktu, goralı vardı. Goralının içinde de belli bir yıla kadar rus salatası, belli bir yıldan sonra Amerikan salatası ve nedense belli bir yıldan sonra da İtalyan salatası olan mayonezli bir harç sürülürdü. Bir de, turşu ve dünyanın hiçbir yerinde bir daha yemediğim bir sosis… Belki sosis bile değildi o, ama müthiş lezzetli gelirdi bana. Ve kendilerine ait bir köfteleri olurdu. İnanılmazdı.

Mutfağa girdiğiniz ilk günü, ne pişirdiğinizi hatırlıyor musunuz?

Mutfağa annemle girmiştim. Zor bir yemekle, pirinç pilavıyla başladım ve tutmuştu.

İclal Aydın usulü pirinç pilavı nasıl olmalı?

Tane tane dökülmeli, yağ ve su oranı çok iyi olmalı. Fakat çok ilginç bir şey söyleyeceğim. Efsane pilav yapan biri olarak ben iki senedir pilav yapamıyorum. Niye bilmiyorum.

Pirinç pilavı çok hassas, çok hisli bir yemek bence. Ne zaman uzun süre pişirmesem, aynı tarifle bile yapsam tutturmak zaman alıyor. Belki budur nedeni.

Pirincin gönlünü al, çocuğun gönlünü al, okurun gönlünü al… Nereye varacak bilmiyorum.

 

Sizin mutfak kahramanınız kim? Anneniz, anneanneniz, babaanneniz?

Annem… Müthiş becerikli bir kadındı. Bir yufka açardı… Pencereye cam diye koy, o kadar ince. Eli çok lezzetliydi. Onun tatlarıyla büyüdüm. Annemin öğrencilik yılları da böyle geçtiği, uzmanlığı ev ekonomisi olduğu için sebze yemekleri ve çeşitler konusunda müthiş bir el lezzeti vardı. Babaannemle, halalarımla doğuda gördüğüm mutfak kültürü de etkiledi.

 

Anne tarafından Çerkes yemekleri, baba tarafından Kürt yemekleri… İki farklı kültürün yemeklerini damak hafızanıza kaydetmek, damak tadınızın gelişmesine yardımcı oldu mu?

Aslında şöyle… Annemlerde bir Çerkeslik var ama yaşamlarında Çerkes kültürü hakim değil. Onlar İç Anadolu’ya yerleştikten sonra daha buralı olmuşlar. Çok Çerkesce bilmez annem mesela. İstanbul’da Çerkes kültüründen arkadaşlarımı tanıdığımda, kültürlerine ve birbirlerine bağlılıklarının çok başka, onu görüyorum. Annemlerde pek öyle bir şey yoktu. Etkisi vardır muhakkak, ama onlar yerleştikleri yere uyum sağlamışlar. Dolayısıyla annem çok küçük yaşta evden çıktığı için ulusallaştırmış öğrendiklerini. Mutfağında temel bir Ihlara yemeği yoktu. İki farklı kültürün çocukları olmamızın damak tadımızın gelişmesine mutlaka katkısı olmuştur. Ama daha çok, 19 yaşımda Berlin’e gittiğimde her şeyin değiştiğini söyleyebilirim. Dünya mutfağına, gezip görmeye düşkünüm.

 

 

BÜTÜN HİSLER BENİ MUTFAĞA SÜRÜKLEYEBİLİR

Hangi hisler sizi mutfağa sürükler?

Mutluluk, mutsuzluk, sevinç, keder, soğuk, sıcak…

Galiba bütün hisler sizi mutfağa sürüklüyor.

Kesinlikle. Mutfağa girmemi zamansızlık ve yorgunluk engeller.

Yemeğin iyileştirici gücüne inanırım. Size hangi yemekler kendinizi iyi hissettirir?

Ay çekirdeği, taze ekmekle yeşil fasulye, Çanakkale domatesi mevsiminde, bahçe nanesi ve yeşil soğanı, domatesli biber, patlıcan kızartması sarımsaklı yoğurt… Belki bir de, iyice haşlanmış patates olabilir, tuzlu falan. Mevsiminde şeyler diyeyim.

 

HAYATI TEK BAŞINA YÜRÜTEBİLME MAHARETİNE SAHİP OLMAMIZ GEREK

Hayatınızın hakimiyetini elinize alma çabanız nasıl başladı?

Çok yoğun çalışmaya başladığım bir dönemin arkasından anne, kız beraber yaşıyorduk. Mecburen bir bakıcı ablamız var, Meryem’imiz, asistanım Batu bizimle. Artık hayatım benim hayatım olmaktan çıkmıştı. Sürekli bir yerlere yetişmeye çalışıyorum. Para kazanıyorum ama o kazandığım paranın nereye gittiğini, ne olduğunu bilmiyorum.

Hayatın anlamını sorgulamaya başladığımda çok yorulduğumu, böyle olmaması gerektiğini fark ettim. Evimi değiştirdim, şehir dışına taşındım, yaşamımı küçülttüm, biraz daha sakinleştirdim. Çok sevdiğim bir fikir büyüğüm: “İnsan neye bakarsa ona benzer. Dolayısıyla doğaya bakarsan eğer neye benzemen gerektiğini hatırlarsın” der. Ama bunun için de bir bedel ödemeniz gerekiyor. Bu bedel parayla ödenecek bir bedel değil. Benim için de vazgeçişle başladı. Şöhret dedikleri bir şey var ya hani, sürekli televizyon programlarında olmayı, dizilerde başrol oynamayı gerektirir. Aslında insanı o kadar tüketen bir beklentidir ki bir süre sonra. Hep öyle olacağını, oraya gideceğini zannedersin. Oysa inelim aşağıya. Şöhret sahibi olmak; marka çanta takmanı, şuralarda oturmanı, şöyle bir arabaya binmeni gerektirir. Ben tüm bunlardan vazgeçtim. O ilk vazgeçişle beraber, hayata, geleceğe borçlandığını fark ediyorsun. Halbuki bir insanın standardı ne olması gerektiğini düşünmek lazım.. Allah korusun her an sınırdan öteye bize de gelebilir savaş. Elektrik kesildiğinde ekmeğimizi yapan yoksa, elbisemizi diken yoksa, bir 24 saati bile birilerine bağlı kalmadan geçiremiyorsak eğer, vah bize. O yüzden hayatı basitleştirmekten kastım şuydu; tabii ki giyinelim kuşanalım. Güzel şeyler alalım, koyalım. Ama tek başımıza da bu hayatı çekip çevirebilme maharetine de sahip olalım. Hayatta ne olursa olsun her şeyin bir maliyeti var. Sahip olmak istediğimiz şeyler için de doğru maliyeti hesaplayabilmemiz, doğru bedeller ödeyebilmemiz gerekiyor. Maliyet hesabını yanlış yaparsan akşama Z raporunu aldığında -ki akşama bile kalmaz- insana çok daha büyük ve kalıcı hasarlar bırakabiliyor.

Sosyal medya için her iki tarafın keskinleşme hali diyor, bu halden hoşlanmadığınızı açıkça dile getiriyorsunuz. Sosyal medya hesaplarınızı incelediğimde takipçilerinizin bu dünyanın dışında olduğunu gördüm. Bunu nasıl başardınız?

İçlerinde muhakkak o keskinliği taşıyanlar var. Fakat o arenanın, o arena olmadığının farkında olduğu için ses çıkarmıyorlar. Geçen yıl bir radyonun haber müdürü dedi ki: “ Siz bir ada gibi kaldınız. Her iki taraftan muzdarip olan insanların yüzerek çıkmak isteyecekleri bir ada. O yüzden de bir şey yapmanıza gerek yok. Sizi, o adayı korumak isteyenler koruyor. “ Sosyal medya takipçilerimin koruduğu bir hava var orada. Bu, fanların birbiriyle kavga etmesi gibi değil. Yani iki şarkıcının ya da iki rakip oyuncunun fanları, sevenleri kavga ediyor ya, öyle bir şey değil. Orası temiz bir alan ve orayı takipçiler koruyor. Benden çok onlar koruyor. Çok acayip değil mi?

ÇAY KAŞIĞIYLA PARA KAZANMA ÖDEVİMİ YAPIYORUM

Çok, çok acayip hem de… Bir de hepimizi heyecanlandıran, unutmadiye.com üzerinden ulaşabildiğimiz Hisli Hatıralar Dükkanı’nız var. Kişiye özel imzalı hediye kutularında, kitaplar, albümler ve sürprizler.. Ne güzel bir fikir, kurmaya nasıl karar verdiniz?

Hisli Hatıralar… Adı da tam benlik değil mi? Yaşamımı değiştirme, dönüştürme çabamın devamı aslında. Önce vazgeçişlerimiz, bırakışlarımız, alışkanlıklarımızı değiştirmemiz, yaşamınızı değiştirmemiz… Hepsi sırayla geliyor. Şimdi çay kaşığıyla para kazanma ödevimi yerine getirmeye çalışıyorum. Dolayısıyla kendime küçük bir iş kurmak istedim ve kurdum. Bu iş hem beni mutlu etsin, hem ulaştığı kişileri mutlu etsin, hem de kazancıma iş kurmaya çalışan kadınlar ortak olsun istedim. Mesela bu ayın çikolatası evinde çikolata yapan bir hanımdan; aksesuarı evinde aksesuar yapan bir hanımdan alındı. Bütün bunların hepsi hem onların küçük işletmelerine faydalı bir ortaklık olsun. Hem de oradan kazandığım bir miktar, bir çocuğun, gencin geleceği ile ilgili yatırım olsun istiyorum.

Zeynep Özcan

Aysha Dergi’nin ilk yazarlarından olan Zeynep Özcan, USLA Akademi Profesyonel Aşçılık Bölümü mezunudur. Yemek yazarı olan Zeynep Özcan Aysha Dergi’deki köşesinde ünlü oyuncu, sunucu ve şeflerle röportajlar yapmaktadır.

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın