“Kahkahamı Aramaya Çıktım, Kitap Yazdım”

Yıllardır televizyon ekranlarında imza attığı başarılı işlerle adından söz ettiren Saba Tümer ile yaptığımız keyifli röportajda yeni çıkarttığı 21 Günde Mutluluk kitabını konuştuk…

Kendine has tarzıyla imza attığı uzun soluklu işleri ve gündemden düşmeyen şahane projeleriyle tanınan, keyifli sohbeti ve şen kahkahasıyla ekranların ışıltılı ismi, usta televizyoncu Saba Tümer ile mutfağa girdik. “21 Günde Mutluluk” kitabının yenilenen kapak ve içeriğiyle ilk röportajını yaptık. Mutluluktan, akışta olma halinden, yemek ve mutluluğun ilişkisinden, İstanbul ve İzmir’in yemek kültüründeki farklılıklarından, yeni projelerinden konuştuk.

Saba Tümer’in kırmızı kapaklı, mutluluğa dair formüllerle dolu şahane kitabı artık turuncu rengin enerjisine emanet. Yenilenen, içerisine el yazısından notlar ve okurlarından kitabına dair gelen paylaşımları fotoğraflı halleriyle ekleyen, yazı diliyle okurlarını büyüleyen Saba Tümer ile Nolte Mutfak’ın keyifli ambiyansında, “21 Günde Mutluluk” kitabına ithaf ettiğimiz bir de mutluluk tatlısını yaptık. Mutluluk tatlısı tarifimize web sitemiz www.aysha.com.tr adresi üzerinden ulaşabilirsiniz.

Birçok insan yıllarca, hatta ömrü boyunca mutluluğun bir tercih olduğunu fark edemezken, siz kitabını yazdınız. Bu farkındalığa ulaşmanızı sağlayan şey neydi, mutsuzluk hali miydi?

Mutsuzluk hali değildi aslında. Mutsuzluğa, depresyona girmek üzereydim. Fark etmemi sağlayan şey, kahkahalarımın eskisi gibi gelmemesi oldu. Eskisi gibi gülemiyorsam, bir problem var dedim. Kahkahamı aramaya çıktım aslında. Geçen gün Tülin Özer: “Aaa, kahkahasını arayan Bilge’sin yani!” dedi. Daha önceden tanışsaydık, kitabın adını bunu koyardım. Çok küçük yaşlardan itibaren yaşadığım birçok acının ve kaybın üstünü kapatmaya çalışmışım. Bu sistemi geliştirmişim. Belirli bir yaşa gelince, içeriyi temizlemeyi unutmuşum. Yani aslında acıyı dibine kadar yaşıyorsun ama etrafına göstermek istemiyorsun. Üzülüyorsun ama etrafımdakileri de üzmeyeyim diye dimdik ayakta durmaya çalışıyorsun. Bu çok yorucu bir şey. Yok kardeşim üzülür, üzülmesin; yok babam üzülmesin, yok teyzem üzülmesin, yok ötekiler üzülmesin filan diye diye hep ben dik durmaya çalıştım. Dik dura dura artık o yükler omuzları aşağı indiriyordu ki, kendi kendime: “Saba, sendeki bu birikintileri temizlemen lazım” dedim. Sonra da bu yolculuğa başladım ve çok şükür ki gerçekten işe yaradığını gördüm. Yapacağım ufak tefek dokunuşlarla hayatını değiştirmeden de büyük değişiklikler yapabileceğimi gördüm.

MUTLU OLMAK İSTEYENLER İÇİN KILAVUZ: 21 GÜNDE MUTLULUK

Mutlu olmaya karar vermişsiniz ama bu yola çıkarken aklınızda kitap yazmak yokmuş. Çocukluğunuzdan beri içinizde var olan paylaşma hissi miydi kitap yazmanıza sebep olan?

Bir şeyler üretip, o ürettiklerini paylaşarak insanları mutlu etmek çok büyük bir haz veriyor insana. Mutlu ol, mutlu et… Aklımda kitap yazmak yoktu, kendi üzerimde çalışma yapmak istiyordum. Baktım ki bu çalışmalar çok işime yaradı, paylaşayım dedim. Etrafımızda o kadar çok mutsuz insan var ki… Mutlu olmak istiyor ama nereden başlayacağını, nasıl mutlu olacağını bilmiyor… Ben de yaşadığım acılar, zorluklara rağmen buradan başladım diyerek, mutlu olmak isteyenlere bir kılavuz vermek istedim. Ben ilk sayfadan başladım ama sen ister 25. sayfadan başlarsın, ister 155. sayfadan başlarsın. Yeter ki bir yerden başla… Başlayınca da bak, bunlar oluyor demek istedim. Ki bu kitabı okuduğun için sen biliyorsun neler olduğunu… Herkesin hayatına bu zorluklar, acılar daha değişik şekilde tezahür edebildiği için herkes içinden ona ihtiyacı olan cümleyi cımbızlayabilir. Onun için: “Saba yaz” dedim kendime… Ne kadar çok insana ulaşırsa, ne kadar çok insan mutlu olursa, bu mutluluk hali o kadar hepimize yansıyor. Kitabımda buna dair güzel bir bölüm var: “Pozitif ve her şeyi olduğu gibi kabullenen mutlu bir insanın yaydığı enerji 90.000 insanın yaydığı düşük enerjiyi dengeliyormuş. Sevgiyi gerçek anlamda yaşayan bir insanın yaydığı enerji ise 750.000 insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemekteymiş. Barış ve huzur içinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji de 10 milyon insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemekteymiş.” Araştırmaların sonucunda ortaya çıkmış.  O kadar önemli bir şey ki… Yani, kendimi iyi ve mutlu hissetmem bir tek bana değil, tanımadığım milyonlarca insanı da etkiliyor. Dolayısıyla onların düşük enerjisini yukarıya kaldırabiliriz. Ne kadar çok insan mutlu olursa, o kadar mutlu bir dünyamız olur diye düşünüyorum.

Kısa sürede mutluluğa ulaşmak herkesin hayali. Ama kitabınızı okuduğumuzda, uygulamaya çalıştığımızda görüyoruz ki aslında 21 günle kalmıyor.

Bu bir süreç. Aslında önemli olan adım atıp, niyet edip başlamak. Bu kitabı alman demek, mutlu olmak için adım atmaya niyet etmen demek mesela. Hayatında bir şeyleri değiştirmek istiyorsun demek. Bizde herkes mutsuzum diyor ama kimse mutluğu kendinde aramıyor. “Mutluluk içimizdedir” sözü çok klişe gibi geliyor. Komik geliyor, gülüyoruz falan ama doğru. Mutluluk yeni aldığın arabada değil, o zevk, tatmin. Mutluluksa bambaşka. Kendinde, içinde, onu bulman lazım. Eğer içinde mutluluğu bulursan, hayatındaki her şeyin değiştiğini göreceksin. Bazı insanlar hayatından gidecek; gitsin, olan hayırlıdır. Bazıları hayatına girecek, hoş gelsinler… Belki diyelim ki kanun da çalmak istiyorsun ama var olan kariyerine devam etmek için çalamadın. Hayattaki istediğin şeyleri akışta bıraktığında, “Ne zaman ne zaman” demediğinde, sana o dersi verecek hoca bir anda karşına çıkacak belki, bilemiyorsun. Bunlar tabii lafta kolay. Ben de hayatımın her anında yapabiliyor muyum, insanım yani sonuçta. O devreye giriyor, bu devreye geliyor ama en azından artık onların devreye girdiği anı fark edip durdurdukça oraya doğru ilerleyebileceğimi biliyorum ve elimden geldiğince de yapmaya çalışıyorum. Ne zaman oraya ulaşırım, her şey istediğim gibi olur, onu bilmiyorum. En azından elimde birtakım şeyler var ve bunu kullanmak lazım yani sonuçta. Her şeye şükretmek lazım. Hayat amacımıza hizmet ettiğimizde mutlu oluruz, buna da kendimizi sevmekle başlayabiliriz. Ben her sabah kalktığımda kendimi, varolan her şeyi seviyorum ve şükrediyorum diye güne başlarım.

ŞÜKRETTİKÇE, ŞÜKRETTİKLERİN FAZLALAŞIR

Kitabınızda şükrü ele aldığınız bölüm muhteşemdi. Hayatınızda şükrün büyük bir yeri var değil mi?

Kitap için şükre dair artı bir çalışma katmadım. Ben hep şükreden bir insandım. O sebepten insanlara şükretmenin önemini anlatmak istedim. Hayatındaki önemli veya önemsiz bulduğun her şey için şükretmek lazım. Sen şükrettikçe, şükrettiklerin fazlalaşır. Öyle inanıyorum. Akşam yatağa yattın, kötü bir gün geçirmişsin, neye şükredeceğim diyorsun. Elime kağıt kalem alıp da, ne bulacağım diye düşünüyorsun. İlk başlarda zorlanıyorsun ama, en basitinden akşam yatağına sağ salim girdiğin için şükredebilirsin. Sabah kalktığın için, organların için… Bir zaman sonra hayatın oraya kanalize olunca o kadar çok şükredecek şey buluyorsun ki… Önemli olan o farkındalığı yakalayabilmek.

Mutluluk kitabınızda dokuz döngü üzerinden mutluluğa erişmeyi anlatıyorsunuz. Bu döngüler arasında en çok hangisinde zorlandınız?

Valla o, insanın gününe göre değişiyor. Ben dokuz döngüyü bir kerede çalışıp bitirmedim. O dokuz döngü kaç kere gitti geldi, gitti geldi. Yediden başlayıp bire döndüm falan, böyle şeyler de oldu. Ama bence en çok affetmekte zorlanıyor insan. Çünkü zannediyorsun ki, affedince karşı taraf bir oh çekecek falan. Ama öyle bir şey değil. Affetmek tamamen seninle ilgili. Onu anlayıp kabul edip ondan sonra affetmeye başlayana kadar geçen süreç… Yani onu anlaman gerek. Bir de affettim demek, kalkıp da bana kazık atan insanı ertesi gün görünce sarılıp öpmek demek değilmiş meğer. Onu affettiğini, dolayısıyla kendini de affettiğini söyleyip, buna inanıp sana verdiği yükten kurtulmak demekmiş aslında. Bunu anlayana kadar bayağı bir kitap okudum. Kendi üzerimde deneyler de yaptım. Ondan sonra başladım bu sürece. İlk başlarda affetme sürecinin gerçek manasını anlayana kadar “Ne yapacağım yani, sarılıp öpecek miyim?” diye düşünüyordum. Aynen kaldığım yerden, selamımı vermeyerek devam ettim. Ama en azından görünce beynim falan uyuşmuyor, sinir olmuyorum. Şu ağacı görmüşüm ya da onu görmüşüm. Hiçbir farkı yok benim için.

HAYATLA SAVAŞAMAZSIN, HEP O KAZANIR

Kitabı okurken daha uygulamaya fırsat bulamadan, öğretilerinizle birlikte insan çocukluğunu hatırlıyor. Duygu bonkörü olmak, hayat planına teslim olmak, dedikoduyu bırakmak… Mutluluk biraz da hislerin sadeleşme, hayata çocukça bakabilme hali mi?

Etrafımız tarafından bize öğretilen birtakım duygular var. Endişe etmek, kaygılanmak… Bir çocukta bunlar yok ki, o sırada oynadığı oyuna konsantre. Mesela yeğenlerimle falan oynadığım zaman gülüyorum, eğleniyorum. Çünkü o çocukla oyunun içerisine giriyorsun, çocuklaşıyorsun, aynı seviyede oluyorsun. Çocuklaşmaya başlayınca; endişeler, tasalar, dertler, ertelediğin işler yani öğretilmiş duygular değil, öz benliğine, varoluşuna dair hisler ortaya çıkıyor. Çocuklarla ne kadar çok vakit geçirirsen, o kadar iyi geliyor. Bence şu da çok enteresan bir şey, sen de kendinde dikkat et; kahkaha atıp gerçekten güldüğün zamandır, anda kaldığın zaman… Çünkü kahkaha atarken başka hiçbir şey düşünemez insan. Aslında üç dakika sonrayı düşünmek, o kadar saçma bir şey ki. Ben de halen, on dakika sonra nereye gideceğimi, ardından ne yapacağımı düşünüyorum ama zaten oluyor yani niye bunu düşünüyorum ki, yapmamam lazım… Şimdi bu andasın ve bu anı düşünürsen zaten yırtacaksın, akışta kalmak demek bu…

Akışta olmak, doğaya bakıp örnek almak… Sizin için neden bu kadar önemli?

Hayatla savaşamazsın, çünkü hep o kazanır. Onun için teslim olmakta fayda var. O teslim olma sürecinde de ne kadar çabuk hayatına geçirirsen o kadar iyi olur, sonuçta hayatın senin için hazırlamış olduğu mükemmel bir plan var. Bana diyorlar ki; şu yıl, şu ay şuraya gidelim mi? O gün ne olacağını bilmiyorum ki… Belki canım istemeyecek, belki iyi ya da kötü başka bir işim çıkacak. Uzun vadeli programlar yapmak istemiyorum. Hayat o gün ne getirirse şu an gelmiş olduğum noktayla beraber onu yaşamaya, en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorum. Hayatın getirdiği planla beraber hareket etmek istiyorum. Hayatla dans etmek istiyorum yani. Kitabımın adı da “Olan Hayırlıdır” olsa mı diye çok gittim geldim.  Olan hayırlıdır diyorum hep. Olan da, olmayan da hayırlıdır. Beş sene sonra çok istediğin ve olmayan şeye bir bakıyorsun, iyi ki olmamış diyorsun. Teslim olmak lazım. Aslında o kadar da karmaşık değil, teslim olup o akışa ayak uydurduğun sürece her şey çok güzel bir şekilde gidiyor.

ZEYTİNYAĞLILAR İZMİR’DE EKŞİ, İSTANBUL’DA TATLI

Çocukluğunuz İzmir’de geçmiş. Bugün baktığınızda İzmir ve İstanbul’un yemek kültüründe ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?

Aslında çok ilginç bir şey söyleyeceğim. İzmir’de rokayı hiç sevmezken, İstanbul’a geldim rokacı oldum! İzmir’de senelerce yaşayıp roka yemeyip İstanbul’da domatesle, soğanla, peynirle birlikte yemek… Restorana gidiyorum roka salatası istiyorum, eve geliyorum roka salatası yiyorum. Sonradan fark ettim ki, İzmir’in rokası birazcık daha acı, kekremsi. Herhalde ondan sebep… Bizim yemekler, zeytinyağlılar da çok farklı yapılıyor. Buradaki zeytinyağlılara bolca şeker koyuyorlar. İzmir’de benim damağımın alıştığı tatlar daha limonlu, ekşilidir. Zeytinyağlılar burada tatlı. Tatlı mı yiyorsun, dolma mı belli değil yani. Bana tatlı dolma yerine şekerpare yemek daha iyi gibi geliyor. İki şehirde lezzetler bayağı bir değişiyor.

Mutluluk ve yemek ilişkisini nasıl tanımlıyorsunuz?

Ben yedikçe mutlu olmuyorum. Daha doğrusu yedikçe değil de kiloluyken mutlu olmuyorum. Çünkü hayatımı etkiliyor. İnsanın kendini daha iyi hissetmesi, enerjisinin daha yukarıda olması için daha az yemek yemesi lazım. Mesela bir tatlının tamamını yemek yerine yarısını yemeyi öğrenmek lazım. Nefsi de terbiye etmek lazım. Az yediğim zaman, sofradan tam doymadan kalktığım zaman daha mutluyum. Çok yiyince direkt yatmak istiyorum.

TEYZEMLE FACETİME’DAN YEMEK YAPIYORUM

Mutfakta olmayı, yemek yapmayı sever misiniz?

Bir taraftan yemek yapıp bir taraftan da temizlediğim için çok uzun zaman alıyor benim bir yemeği yapmam. Ama yaptığım zaman da keyif alarak yapıyorum, çok da lezzetli oluyor. Kendim için yaptıklarım belli yemekler. Misafirim gelecekse, farklı bir şeyler yapıyorum. Onda da tarifleri unutuyorum. Teyzem İzmir’den Facetime’dan tarif ediyor, ben İstanbul’da yemek yapıyorum. Bu sene aşureyi ilk defa yardımcıma yaptırmamaya, kendim yapmaya karar verdim. Teyzemden tarifi, detayları aldım. Başladım yapmaya… Şekeri koyarken içimden bu şeker fazla diyorum, hissediyorum ama tarifte ölçüsü belli yani… Tarife uydum, üç tencere falan yaptım. İlk defa kendim yaptım ya, sabırsızlıkla bekliyorum, soğusa da yesem bir an önce diye… Ay bir kaşık aldım, aman bir şeker, bir şeker, nasıl tatlı! Neyse dedim, tatlılığım aşureme yansıdı. Soğuyunca şekeri çok anlaşılmadı Allah’tan. Etraftakiler aşuremi her sene bekler; çok güzel olurdu. Ben yapınca şekeri fazla oldu ya, bu sene ne oldu bu kadının aşuresine demişlerdir. Neyse seneye daha az şekerle inşallah.

Televizyondan ayrı kaldığınız dönemde 21 Günde Mutluluk ve Flow By Saba Tümer projelerinizle döndünüz. Kim bilir sırada hangi şahane projeler var?

Valla bilmiyorum hayat neler getirecek. Kitabı da hayat yazdırdı sonuçta. Ben üretmeyi seviyorum. Boş oturmayı sevmiyorum. Daha salim kafayla karar verip birtakım şeyleri yapıyorsun, öteki türlü bir şeye kanalize oluyorsun. Birazcık zamanını ayırınca bu da çıktı, kız kardeşim Eda’nın tasarladığı markamız Flow by Saba Tümer de çıktı, Mutluluk 21 Günde kitabım da çıktı. Tekrar bir televizyon projem var. Ortalık çok boş kaldı, televizyonculuğu öğretmenin zamanı geldi. Onun için de güzel, iyi ve içime sinen bir projede tekrar ekranda olmak istiyorum. Bir de üniversitelerde stand-up show yapmaya hazırlanıyorum. Kısa sürede tamamlanacak gibi görünüyor.

Zeynep Özcan

Aysha Dergi’nin ilk yazarlarından olan Zeynep Özcan, USLA Akademi Profesyonel Aşçılık Bölümü mezunudur. Yemek yazarı olan Zeynep Özcan Aysha Dergi’deki köşesinde ünlü oyuncu, sunucu ve şeflerle röportajlar yapmaktadır.

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın